Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ocak '11

 
Kategori
Anılar
 

1971 darbesinde TRT (3)

Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Aranıyor. Ankara Televizyonunun ekranında büyütülmüş resmi var, Nuri Çolakoğlu aranıyor. Bilenlerin, görenlerin şu telefonlara yada en yakın polis merkezine bildirmeleri! İlahi Nuri Çolakoğlu. Bu bana, Fikir Külübünün oluşturduğu, dikdörtken masa etrafındaki toplantıları hatırlatıyor. Beni de çağırdıkları olurdu. TRT’den yayıncılar, Siyasal’dan doçent ve öğrenciler... Marx’tan Guevera’ya, Mao’dan Pol Pot’a kadar, temelsiz yüzeysel tartışmalar. Bir de buna İslâmda sosyalizm ve komünizm belirtilerinin arayışları eklenince, tam bir kaos. Ne zaman ağzımı açıp da, ulusal devlete kavuşmanın önemi, halkcılık umdesinin kapsamını anlatmaya yeltensem, yüzlerini ekşitirler ve Nuri Çolakoğlu ne yapardı, biliyormusunuz? Başını masaya yatırır, kafasını ceketiyle iyice örterdi. İnandığını sandığı fikirlere pek te güvenmediğinden olsa gerek, duymamak, etkilenmemek için. 

Günler geçiyor, ekranda hep Nuri Çolakoğlu’nun o vesikalık resmi ve aranıyor. Akşam üstü Atatürk Bulvarı kalabalık, birden Nuri Çolakoğlu karşıma çıkıverdi ‘Seni her yerde arıyorlar’ dedim. ‘Biliyorum, önemi yok. Ben önce sinemaya gider, akşam üstü kalabalığı bekler, bulvarda gezinirim. Biraz önce Büyük Sinemadan çıktım, bu filmi 4. üncü görüşüm’. ‘Peki, bunları bana neden söylüyorsun?’deyince de ‘Yalnız arkadaşlarım, bir de sen biliyorsun’ dedi ve ters istikamette uzaklaştı. 

TRT’de programlara iç sansür uygulanıyor, savcılar da tüm yayınları izliyor. Sadece Haber Dairesi bunun dışında bırakılmış, çünkü sağlam ellerde. TRT içinde hele bir farklı görüş belirtilsin ‘Bu söyledikleriniz not edildi, akşam paşa bunu masasının üstünde bulacak, bunu bilesiniz’ diyordu bana Doğan Kasaroğlu herkesin içinde. Bunlar kıral’dan da kıralcı kesildiler, Cemal Aygen, Doğan Kasaroğlu, Muammer Yaşar Bostancı ve başkaları. 

Büyük umutlarla kurumumuza kazandırılan, konularında tecrübe ve bilgi sahibi kişiler TRT’den bir bir uzaklaştırıldı. Semih Tuğrul, Program Dairesindeki uzmanların hemen tümü ve gözümün önünde cereyan eden ibretlik şu olaya bir bakın: darbeden az önce Müzik Dairesine atanan yeni başkanın, müzikte çağdaşlaşma ve çok seslilik üzerinde çalışmaları olduğu paşaya iletiliyor. Solculuk emaresi! Aniden tertiplenen bir kurul önüne çıklarılan başkan programı üzerinde hesap vermeye zorlanıyor. Müzik doktorası olan başkanın konuşması bilimsel. Bu girişime baştan karşıt Musa Paşa, hiç anlamadığı terimler karşısında ‘bağdar’ kelimesine takılıp, bunu fırsat biliyor ‘Sen ne diyorsun be, türkçe konuş, Türk değil misin sen, sus otur yerine’ diyerek azarlayıp başkanın çalışmalarını da, onurunu da yerle bir ediyor. Bu hakaret karşısında, o da istifasını verip TRT’den ayrıldı. 

Ben de ayrılıyorum ama nafile. Şu sırada buna izin yok, çünkü ihtiyaçları var, neredeyse başka uzman kalmamış. Üstelik, mecburen evime telefon yerleştiriyorlar, evim dinleniyor ve takibe alınıyorum: nereye gidiyorum, kimlerle görüşüyorum takipte. Oysa, TRT dışındaki tek ilişkim sayın Kadri Kaplan’ın başkanlığı sırasında Halk Evleri Genel Merkezi, bir de delege olarak katıldığım Unesco toplantısıydı. 

Boşaltılan kadrolar kendilerine uygun kişiler seçilere, yavaş yavaş doldurulıyor. Zaman geçiyor...TRT renksiz. 

Neden sonra, Kızılayda Gima’nın önünde Sevgi Soysal’la karşılaşıyorum. Mahkûmiyeti ve sürgün cezasını tamamlamış, Ankara’ya dönmüştü. ‘Yalçın biliyormusun, ben yakında öleceğim’ dedi. ‘Bu nasıl söz, sağlıklısın. Eşine, evine de kavuştun’ dedim. ‘Hayır, hayır bilmiyorsun, iç organlarımı tahrip etmişler, yakında öleceğim’. Cevap veremedim ve el sıkışarak ayrıldık.. 

Darbe ile birlikte, düşünce özgürlüğünü ve halkcılık umdesinin gereği sosyal devleti savunanlar suçlandılar. Oysa, onların dayanağı 1961 Anayasasının metni ve ruhuydu. 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 


 

 

 

 

 

 

 
Toplam blog
: 48
: 480
Kayıt tarihi
: 02.04.09
 
 

10 Şubat 1931'de Ankara'da dogdum. Ilk, orta ve liseyi "Galatasaray" Lisesinde tamamladim. Isviçre, ..