Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ağustos '10

 
Kategori
Anılar
 

1971 darbesinde TRT

Toplumun sorunlarının ve beklentilerinin yayınlarımıza yansıtılması üzerinde görüşüyoruz. Muammer Sun (o tarihte Yönetim Kurulu üyesi) ‘Halk’ adına konuşuyor. Halkla özdeşleşip, aslında kendi özlemlerinin bizzat o soyut ‘Halk’ kavramı tarafından gerçekleşeceğine inaniyor. Uzun uzun bunu savunuyor. Bir ara, dayanamayıp ‘Ama halk yok ki, Muammer’ demiştim. Vay, sen misin bunu söyleyen! Muammer hırsla ‘Bunu nasıl söylersin’ diyerek üstüme yürüdü, Emil Galip Sandalcı’ya dönerek ’Emil ağabey, bak ne diyor Yalçın, halk yok diyor, duydun değil mi?’ Emil sakin ‘Bu onun kendi görüşü, böyle düşünmesinin bir nedeni vardır elbet ’ diyor ve ortam yatışıyor.

Aradan bir kaç ay geçti geçmedi, bir sabah radyodaki marşlar ve anonslarla uyanıp, Mithat Paşa caddesindeki TRT binasının yolunu tutuyoruz. İç kapıda, silahlı askeri görüyorum, bir de karşıdan yaklaşan Genel Müdür sekreteri Canan hanım’la Muammer Sun yanyana. Bahçe kapısında karşılasıyoruz. Kısacık beton yolda ilerlerken, Muammer, bana doğru eğilerek ‘Halkın ı....’a geçtiler’ demesi üzerine, Canan hanım şoke olup ‘Aay’ diyor, ben ise tekrarlıyorum, ‘Muammer, halk yok ki!’ diyorum. Asansörde Muammerin yüz hatları gergin, kendisi tedirgindi, ben de tedirginim.

Beşinci kattaki büromda beklerken, önce bir memur gelerek, yerimden ayrılmamamı tembih ediyor. Az sonra, Örfi İdare yetkilisi İbrahim albay tarafından çağırılıyorum. Altıncı katta, bir odaya iki büro yerleştirlimiş, bir de koltukumsu oturma yeri. Pencereye dayalı büronun sahibi, bir eli önündeki dosyalarda belirli belirsiz gülümseyerek, içeri gireni süzüyor. Onun dibinde, alçak taburenin üstüne oturtulmuş arkadaşım Ziya Arıkan (Osmanlı son dönemi ve Cumhuriyetin ileri gelenlerinden Saffet Arıkan’ın torunu). Sanki bir sfenkse gözlük takılmış, kıpırdamadan öyle duruyor. Birinci masadaki sivil albay bana ‘Otuuur’ dedi ve başladı beni itham etmeye, sanki darbenin yapılmasına ben neden olmuşum. ‘Ama albayım’ diyecek oldum. ‘Sus ve kulaklarını iyi aç, dinle’ diyerek, Atatürk düşüncesine taban tabana zıt bir ders vermeye ve beni ithama kalkışmaz mı! İşte o an ne oldu hâlâ bilemiyorum, birden kendimi dışarıda açık havada buldum. Hiç görmediğim yerlerden yeşil yüksek otlar arasından büyük bir hafiflikle geçiyorum, sessizlik, gök açık mavi, güneş görünmüyor ama aydınlık... ‘Cevap versene, sağır mısın’ diyerek, bağıran albayın sesiyle kendime gelmiş, yerime dönmüştüm. Neye cevab verecekmiştim ki, ben orada değildim, hiç bir şey duymamıştım. Ama yerimden kalkıp, başlangıçta hazırladığım cevabı sert bir dille haykırıp, kapıyı yüzlerine çarparak dışarı çıktım. Orada merakla bekleyen Daire başkanı Muhtar Körükcü, iki eliyle başını tutup ‘Eyvah’ diyordu!

Büroma kapanıp, pencereden binanın önündeki hareketliliği izliyorum. Aralıklarla gelen kırmızı kolluklu askerlerin kullandığı jeepler bahçe kapısına yanaşıyor. İçinden bir veya iki kişi inip binaya yöneliyor, sonra da kim olduklarını tayin edemedim kişileri jeepe bindiri p götürüyorlardı. Bana da sıranın gelebileceğini beklerken düşünüyorum...

Acaba ‘Halk’ var mı? Varsa şimdi nerede! Örneğin, Ulu Halkan 2. Abdülhamit! I. Meşrutiyetin mimarı, halkcı Mithat Paşayı tutuklatıp, sürgüne gönderirken, halkın tepkisinden çekinerek (bu iş sarpa sararsa geri getiririm düşüncesiyle) bindiği gemiyi 3 gün Marmara Denizinde bekletmişti. Halktan tepki gelmeyince de gemi Tayif’e doğru yoluna devam etmişti. Halk kıpırdamamış, aydınlar tutuklanmıştı.

İtalya’da, son kıral 2. Umberto, 35 günlük o kısa kırallık tahtında, Romanın caddelerinden geçerken halk onu coşkuyla alkışlıyor, konfetti yağdırıyor, ’Yaşasın Kıral’diye haykırıyordu. Ama ne o! Aynı kıral sürgüne gönderilirken Roma’nın aynı caddelerinden geçiriliyor ve bu defa oradaki aynı halk kıralarını küfürler eşliğinde yuhalıyordu! Aynı kıral, aynı halk, 30 gün içinde ne değişmişti? Evet’ten hayır’a, hayır’dan evet’e düşüncesizce sürüklenen halk! Muammer Sun’un düşünde algıladığı ‘Halk’ kavramına bu örneklerde yer yoktu.

Açlıkla kıvranan ve zulüm içinde inleyen topraksız Meksika köylülerinin imdadına yetişen bir lider çıkar, Emiliano Zapata. Liderin etrafında bir ‘Halk’ oluşur. Haksızlığa karşı yürütülen bu halk hareketi büyüdükce büyür ve ‘Halk’ zafere ulaşır.(1) Bu serüvende, dağınık ve değişken toplulukları, ortak görüş ve bir amaç uğurunda toplayan, ‘Halk’’ı oluşturan bir lider var. ‘Halk’ başardı, ama neyi başardı: zulmedenlerin devrilip yerlerine yenilerinin geçmesini mi? Bunu fark eden lider çekilince de halk hareketi söner biter, saman alevi gibi.

Tek bir örnek biliyorum Tarih’te ‘Halk’’ın varoluşuna: Kuvay-i Milliyetcilerle sıkı sıkıya özdeşleşen Anadolu ‘Halk’’ı. Ve birinci zaferden sonra da Cumhuriyetle birlikte Ulus Devlet ve Halkcılık.

Pencereden baktığımda TRT çalışanlarının birer ikişer çıktıklarını görüyorum. Mesai saati bitmiş, o gün beni tekrar çağıran olmadı. Ben de evime gidiyorum.

(1) Meksika 1908 İhtilâli : John Steinbeck ve Elia Kazan’ın eseri ‘Viva Zapata’ (1952)

 
Toplam blog
: 48
: 480
Kayıt tarihi
: 02.04.09
 
 

10 Şubat 1931'de Ankara'da dogdum. Ilk, orta ve liseyi "Galatasaray" Lisesinde tamamladim. Isviçre, ..