Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ağustos '07

 
Kategori
Anılar
 

1973

1973
 

Üniversiteyi bitirip asistan olduğum yıl Cumhuriyet’in ellinci kuruluş yılına rastlar 1973 yani. Bir su gibi akmıştı yine yıllar, olaylar, boykotlar, ölümler ile dolu yıllardan sonra, muhtıra yani 12 mart muhtırası ertesinde kısa süren bir barış döneminde okulu bitirdim. O yıl cumhuriyet bayramı kutlamalarının çok soğuk bir havada yapıldığını hatırlıyorum. Kızılay insan dolu idi ben ve asistan arkadaşım Turan Özbey o kalabalığın içerisinde donma derecesinde hissettiğimiz soğukta bayramın tadını çıkarıyorduk, geceydi havai fişekler bugünkü gibi harcı alem olmasa da yine vardı. İnsanlar eğleniyordu Kızılay’da. Ellinci yıl marşından bir kelime bile anımsamıyorum. Nedense cumhuriyeti onuncu yıl marşına endekslediler. Aslında İstiklal marşı gibi bir de her bayram okuyacağımız, onuncu yıl marşı lezzetinde bir Cumhuriyet Marşımız olsaydı. Neredeyse yüzüncü yaşına yaklaşan bir cumhuriyetimiz olmasına rağmen, çıktık açık alınla on yılda diyoruz, olmuyor di mi?

1973 Ecevit rahmetlinin CHP’nin başında yüzde otuz üç oy alarak en büyük parti olduğu yıldır, ve Necmettin Erbakan’ın ülke sahnesinde bakan olarak göründüğü ilk yıldır. Yüzbin tank, yüzbin uçak , yüzbin fabrika hayallerinin oraya buraya serpiştirilmeye başladığı yıllardır. Kimine göre gericilerin ülke kadrolarına sokulduğu, kimine göre toplumsal uzlaşmanın başladığı yıldır 1973 yılı.

O yılın aralık ayında İsmet paşa bir süre komada kaldıktan sonra öldü. Komadan gözlerini açtığında “hükümet kuruldu mu” diye sormuş. Hükümet çok zor kuruldu.
İsmet paşanın cenaze töreni tanık olduğum ilk devlet büyüğü cenaze törenidir. Meclisteki katafalkın önünden tüm Türkiye geçti desem yeridir. İsmet Paşa öldüğünde Celal Bayar henüz hayatta idi.

1973 yılında maaş almaya başladım, ilk maaşım ikibin küsur lira idi. İyi paraydı, çok paraydı, dolar onaltı lira, benzin iki lira sinema bir lira idi. Paranın alım gücü çok fazla idi. Emekte oturduğumuz evin kirası binikiyüzelli lira idi. Talip mağazası vardı Kızılay’da erkek giyiminde çok iyi idi, bir pantolon, ceket, gömleğe yüzelli lira verirdim. Şimdi bazı mağazalarda takım elbise ikiyüz lira yazıyor ama asistan maaşı ikibin küsur lira değil.

Aslında asistan olmuşuz ama öğrencilik bitmiş değil, doktora yeterlik sınavı öncesinde master dersleri alıyoruz, hem öğrenci laboratuarlarında asistanlık yapıyoruz, hem de yarıyılda dokuz saat master derslerine giriyoruz. Ama hayat çok güzel. Sanki dünyanın en akıllı insanıyız gibime geliyordu bizim asistan grubu, fizik asistanı olmak kolay değildi. Ne bileyim bana öyle geliyordu, dünya çapında fizikçi olma hayallerim vardı, Hacettepe Üniversitesine rektör olma hayalim vardı.

Bir yıl önce öğrenci olarak oturduğum sıraların, hoca tarafına geçmek çok heyecanlı idi. Eşim olacak kişiyi tanıdığımda o da öğrenci sıralarında oturuyordu, o onsekiz yaşındaydı ben yirmidört.

Üniversite hocası olmak insanı genç tutan bir olaydır, ben üniversiteden ayrıldıktan sonra yıllarca yarım zamanlı olarak Hacettepe Üniversitesi ve Çankaya Üniversitesinde ders verdim, yetiştirdiğim öğrencilerin bir çoğu kalite yöneticisi olarak çalışıyor, onları gördükçe gururlanıyorum.

Doktora yeterlik sınavına girinceye kadar devam eden sıralarda ders alma dönemi, çok ağır dersler okuduğumuz bir dönemdi. Quantum Mekaniği, Elektromagnetik Teori, Mekanik dersleri bunların en ağırları idi. Yeni doktorasını bitirerek üniversitemize gelmiş olan, sonradan TÜBİTAK başkanlığı da yaptı, Namık Kemal Pak Quantum mekaniği dersinde neredeyse bizi aşağlıyan bir tavırla ders anlatmaya başlamadı mı, inanın o ders bir kabusa dönüştü. Her iki yarı yılda o dersten B alarak geçtim ama, okuduğumuz ve bitiremediğimiz koca kitaba hala baktıkça o günler aklıma gelir.

Bu dersler bitip de doktora yeterlik sınavı zamanı geldiğinde kurdeşen dökmek üzereydik hepimiz. Üç gün süren çok ağır sınav dönemi sonrasında, yeterlik sınavını vererek doktoraya başlamaya hak kazandık hepimiz. Sınavda başarısız olmak çok ama çok kötüydü bizim için, bir nevi onur gurur meselesiydi. Ortaokulu bitirdikten sonra girdiğim hiçbir sınavda başarısız olmadığım için, kimse inanmazdı eğer doktora yeterliği veremeseydim. On asistan arkadaşımın da başarı grafiği böyle idi. Sanırım Türkiye tarihinde ne önce, ne de bizden sonra bizim sınıf gibi bir sınıf üniversitelerde oluşmamıştır, kırk öğrenciydik ve bu kırk öğrencinin neredeyse tamamı Fizik bölümüne isteyerek gelmişlerdi. Hocalık yaptığım yıllarda öyle sınıflar okuttum ki fizikte, sınıfın yüzde ellisinden fazlası tercihine fiziği yazdığını anımsamıyordu bile.

Ben fiziği anlamaya başladığım zaman, hayatta hiçbir şey beni şaşırtmaz oldu. Neredeyse hiçbir şey. Ben hayatın , ve hatta insanların fizik tarafından açıklanabileceğine inanıyorum. Bu konuda psikolog ve psikiyatr arkadaşlarımın çoğuyla ters düşsem bile, fizik yasaları her şeye yeter gibime geliyor. Bakın son yıllarda “Quantum Felsefesi” diye bir şeyler bile çıkmaya başladı.

Sürtünme kuvveti olmasa yürüyemez veya duramazsınız, bazen kayıpların kazançlara dönüşebileceğinin güzel örneklerinden biridir bu durum.

Duran cisimler durmak, hareket eden cisimler hareket etmek ister, kısacası cisimler durumunu korumak ister. Bu da bize yeni durumlara uyma konusunda insanların ve toplumların gösterdiği direnci kolayca açıklar.

Daha bir çok şey. Kuantum dünyasına indiğinizde, bir şeyin her yerde olacağı ihtimali ile karşılaşabilirsiniz. Hayatınızda insanın olduğu yerde her an her şey olabiliri bundan daha güzel ne açıklayabilir. Ya da hiçbir şeyin kolayca tahmin edilemeyeceğini.

İşte böyle bir dünya idi benim tahsilini yaptığım Fizik.

Öğretim üyeleri kafeteryasında yemek yemek de ayrıcalıktı tabii, o kadar güzeldir ki okulumun öğretim üyesi kafeteryası yemekleri, bu Hacettepe kampusunda da böyleydi, Beytepe kampusunda da. Arkadaşlarımı ziyarete gittiğim zaman çoğunlukla yemek vaktini tercih ediyorum ki arkadaş lezzetini, okulumun yemek lezzeti ile de birleştirmek için. En lezzetli yemekler, kanaloni, böfstraganof, sebze graten, şekerpare tatlısı olarak sıralayabildiğim yemeklerdir. Mehmet Acet adlı arkadaşımız tığ gibi bir şey, üç tabak kanaloni yerdi, gram kilo almazdı, ne çok kıskanırdım onun bu durumunu. Ben ise hani derler ya “su içse” kilo alanlardandım. Evlenirken altmışbeş kilo olan ben şimdi doksaniki kiloyum. Derdim tasam kilo vermeye çalışmaktır. Başarısızım. Sigarayı bırakan ben kiloyu bırakamadım.

Hacettepe’de Dr. Ünvanından başka unvan yazılmazdı oda kapılarına, bir Amerikan usulü anlayıştı bu, önemli olan doktora idi, bu bizim okul kökenli hocaların kurduğu üniversitelerde de uygulandı bir ara. Anılarımı yazma vesilesi ile sizlere 1973 yılının Fizik bölümü öğretim kadrosunu şükranla yad ederek buraya aktarmak istiyorum, çoğu emekli oldu, iki kişi uçmağa vardı, bu insanların hepsinin benim hayat öykümde önemli yeri vardır, onları her zaman jem hocalarım hem iş arkadaşlarım olarak iyilikler ve güzelliklerle anıyorum, ve teşekkür ediyorum.

Dr. Numan Zengin
Dr. Acar Işın
Dr. Yalçın Sanalan
Dr. Erol Öztekin
Dr. Özgen Birgül
Dr. Fevzi Apaydın
Dr. Gökçe Bingöl
Dr. Özcan Oktü
Dr. Dinçer Ülkü
Dr. Namık Kemal Pak
Dr. Tarık Çelik
Dr. Burhanettin Oral
Dr. Turhan Alper
Dr. Mustafa Korkmaz
Dr. Engin Kendi
Dr. Hakkı Kızıltan
Dr. Demir İnan
Dr. Rıza Sungur
Dr. Sevim Akyüz
Dr. Hikmet Uslu
Dr. Hüseyin Soylu

Onlar benim ikinci ailemi oluşturan bireylerdi, tam onsekiz yıl mesai saatleri arasında onlarla birlikte idim. Yaşamımda ilke edindiğim bir çok şeyin temelinde onların katkıları vardır. Hoş görünün, sabrın, bilginin öneminin, kişiliğe saygının ne olduğu konusunda o kadar çok şey öğrendim ki onların arasındayken. Ve liderlik konusunda.

Yukarıdaki listeden şu anda yalnızca beş kişi kaldı bölümde. Beş adet profesör de benim sınıf arkadaşım. Laboratuar ve derslerine girdiğim öğrencilerim, profesör oldular bir kısmı yönetici oldu. Öğrencilerim profesör oldu diyen bir üniversite hocası olmak da güzel bir şey. Beni gördüklerinde bir kısmının ağabey, bir kısmının hocam hitabı beni mutlu ediyor.

1973 yılının cumhuriyet bayramında Turan Özbey’le birlikte henüz dört aylık asistanken Kızılay’da içimizde yaşattığımız heyecan halen yerinde duruyor. Turan Özbey en sık bir araya geldiğim, ve anıları yad ettiğim arkadaşımdır. Çok konuda neredeyse ortak düşünmeye başladık, bundan yıllar önce hiçbir konuda ortak düşünmüyorduk belki.

1973 yılı Ecevit seçim gezilerini bitirmiş Ankara’ya gelmiş biz onu karşılayacağız, Anıtkabir’e gideceğiz, veya başka bir vesile ile Anıtkabir’e gideceğiz, ben aslanlı yolun başında durup arkama baktığımda insan selinin deniz dalgası gibi geldiğini görüp çok heyecanlanmıştım. Turan ile benim güzel anılarımızdandır bu mesela. Ecevit’in cenaze törenindeki insan seli de öyle bir şeydi, televizyondan izlerken “ben canlısının peşinden gitmiştim 33 yıl önce “diye aklımdan geçirdim.

 
Toplam blog
: 283
: 1304
Kayıt tarihi
: 04.12.06
 
 

Nükleer fizik doktoru, şiir yazmaya çalışıyor, kalite yönetim sistemleri danışmanı, öykü deneme yaza..