Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Mart '07

 
Kategori
Basın Yayın / Medya
 

2 Mart Cuma

2 Mart Cuma
 

Küçük Dilârâ’nın acı sonuyla ilgili eleştiriler devam ediyor. Bugünkü gazetelerin bir çoğu yine bunu manşet yapmış.

BENİ KİM ÖLDÜRDÜ (Vatan)

Hani bir söz vardır, kabahat samur kürk olsa, kimse giymez diye… Dilârâ’nın ölümünün sorumluluğunu da kimse üstüne almıyor. Herkes klasik üslupla suçu başkasının üstüne atıveriyor. Sistemin ne kadar sağlıklı (!) işlediğini buradan anlayabilirsiniz.

Vatan gazetesi bu durumu Dilârâ’nın ağzından bir soruyla dile getirmek istemiş… Kimsede suç yoksa, Dilârâ’yı kim öldürdü, utanmasalar kabahat Dilârâ’da diyecekler diyor.

BURASI TÜRKİYE, SUÇ ÖLENDE (Akşam)

Aslında sorunun cevabını Akşam gazetesi vermiş… 2004’te benzeri bir olay Antalya’da yaşanmış ve bilirkişi kabahati ölende bulmuş.

DİLARA TABUTTA KADİR BEY YATTA (Takvim)

Takvim gazetesi, Büyükşehir Belediye başkanını sorumlu göstererek meseleyi farklı bir boyuta taşımış. Elbette hiyerarşik olarak en üst seviyedeki yetkili sorumludur. Bunu daha ileri götürerek başbakana kadar uzatanlar bile var. Hatta işi particiliğe döküp suçu Akparti’ye yükleyenler de…

Bu kadarının abartı olduğunu düşünüyorum. Belediye’nin x veya y partisinden olmasıyla bunun alâkası yok. Bu yapılan işi hakkıyla yapma alışkanlığımızın olup olmamasıyla ilgili bir şey. Bu ihmali yapanın filan partili olması gibi bir yaklaşım, bizim sorunlarımızı çözmek yerine kördüğüm yapar.

Belki de asıl görevi o kapağı yerine takmak olan kişi muhalif görüşlü bir vatandaştı. Olaya böyle yaklaşırsak, sonuç alabilir miyiz?

Amacımız hangi partiden olursa olsun herkesin görevinin bilincinde sorumlu vatandaş olmasını sağlamak olmalıdır. Zaten en küçüğünden en büyüğüne hemen birbirimizi suçlamaya yönlendiğimiz için bir arpa boyu yol katedemiyoruz. Bir adım atanı biz iki adım geri çekiyoruz. Biz bir adım attığımızda da başkaları bizi iki adım geri çekiyorlar.

Hollanda kraliçesinin İstanbul ziyareti ile ilgili planlı bir gezisi bulunan Kadir Topbaş sanki yat sefası yapıyormuş gibi sunmak, etik olarak da doğru bir davranış değil.

GÖZLERİ AÇIK ELİMDEN KAYDI (Sabah)

Sabah gazetesi Dilârâ’nın annesinden naklederek olayın ayrıntısını manşet yapmış. Birdenbire çocuğun kayıp gitmesi ve korkulu gözlerle anne beni kurtar diye bağırması, unutulur gibi değil. Bir annenin yaşayabileceği en korkunç durum. Allah sabır versin…

KÜÇÜK DİLARA ÖLDÜĞÜYLE KALMASIN (Yeni Şafak)

Her kazadan veya benzeri felâketten sonra böyle temennilerde bulunuyoruz ama, yine de değişen pek bir şey olmuyor. Bireysel sorumluluk taşımadıkça, kendimizi görevini tam olarak yerine getirmeye ve bu sırada hiç kimseye zarar vermemeye şartlamadıkça, boş ver yaaa demekten kurtulmadıkça, bu işler düzelmez. Tek tek herkesin başına bir kontrol memuru, onun başına bir müfettiş, onun başına bir âmir dikemeyiz ki… Herkes kendinden sorumlu olacak ve görevini yerine getirecek. Medeni insan, tek başına kuralları uygulayabilen başkasının uyarısına gerek kalmadan, yapılması gerekeni yapabilen insandır.

SUÇLULAR HAPİSTE (Posta)

Olayla ilgili olarak tutuklanan üç şantiye sorumlusunu, Posta gazetesi bu şekilde duyurmuş. Sonuç ne olacak, bunu unutmazsak ileride göreceğiz. Benzeri bir kaza olunca ne olmuştu diye hatırlarız belki…

DİLARA'YI ÖLDÜREN EVAYI YAŞATAN FARK (Radikal)

Berlin’den bir inşaat fotoğrafıyla İstanbul’da bir yol çalışmasını resimleyerek aradaki farkı ortaya koymaya çalışan Radikal gazetesi, uygarlığın ölçütünün insan hayatına verilen değerde olduğuna dikkat çekmiş.

*****

Bir başka konu Genelkurmay başkanıyla başbakan arasındaki iletişim kopukluğu… Devleti temsil eden üst seviyedeki kurumların ve kişilerin, basın aracılığıyla haberleşmesi ve birbirine cevap vermesi kadar çirkin bir manzara düşünemiyorum. Ne yazık ki bunun çok sık tekrarlandığını görüyoruz.

Kuzey Iraktaki yönetimle görüşme ve sorunların çözümüne diyalogla yaklaşma konusunda bir polemik doğdu. Basın da doğrusu buna biraz çanak tutuyor diyebiliriz. Ancak bu tehlikeli durumun dönüp dolaşıp hepimize zarar vereceğini unutmamamız gerekiyor.

KURUMSAL POLEMİK (Milliyet)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, katıldığı bir televizyon programında Orgeneral Büyükanıt’ın, PKK’ya destek verenle oturup ne konuşacağız, demesini kişisel yorum olarak değerlendirdi ve bu hiçbir zaman kurumun görüşü olamaz. O zaman kaos meydana gelir. Son sözü kim söyleyecek denirse, kurumsal olarak hükümet söyler, dedi.

Genelkurmay başkanlığı başbakanın bu sözü üzerine internet sitesine bir açıklama koydu. Açıklamada bazı gazetelerde Genelkurmay başkanının dile getirdiği hususların kişisel görüşü olduğu şeklinde yazı ve haberler yayınlanmıştır. Genelkurmay başkanının görüşleri tabii ki kendi kişisel görüşleri değil, TSK’nın kurumsal görüşüdür, denildi.

Böyle bir polemiğin kimseye faydası yoktur, ama zararı çok olabilir. Burada Başbakanlıkla ona bağlı bir kurum arasındaki polemiği tartışmak zorundayız. Yoksa başbakanın görüşüne katılmak veya katılmamakla bunun bir alakası yok. Başka bir partinin iktidarında başka bir konuda farklı düşünce ortaya çıkabilir. Temel prensiplerde demokratik anlayışı rayına oturtamazsak, ikide bir tren kazalarıyla karşılaşırız.

HAVA KURŞUN GİBİ (Güneş)

Siyaset, diplomasi gerektirir. Diplomasi de kıvraklık, cesaret, sabır, anlayış ve peşin hükümden uzak bir tavır ister. Halkın ve bütün dünyanın gözü önünde Basın yoluyla atışıp polemik yaratmanın âlemi yok. Bu kurşun gibi havanın, bizden başka kime zararı var?

YANIT GECİKMEDİ (Cumhuriyet)

Cumhuriyet gazetesi, Genelkurmay’ın yaptığı açıklamayı manşet yapmış. Aslında askerin elbetteki kimseyle görüşecek bir şeyi olamaz. Görüşme siyasetçinin işidir. Askerin görevi görüşmelerden sonuç alınamadığında başlar.

BÜYÜKANIT'IN GÖRÜŞÜ ORDUNUN GÖRÜŞÜDÜR (Gözcü)

Ordunun böyle bir görüşe sahip olması, başbakanın da bu görüşte olmasını gerektirmez. Sonuçta karar mercii hükümettir, görüşmeyi de siyasetçiler ve diplomatlar yapacaktır.

Bütün gazetelerde bu haberlerin altında hemen, başbakanın Ürdün’de tedavi olan Talabani’yi telefonla arayarak geçmiş olsun dediğini anlatan haberler var. Talabani’nin de cevaben kendisine, iki ülkenin birlikte çalışıp ortak sorunları kısa sürede aşacağına inandığını söylediği belirtiliyor.

Şimdi bu polemiğin sağladığı sonuç ne diye sorabilir miyiz kendi kendimize.. Sonra da buna bir cevap verebilir miyiz?

*****

İki gün önce Sabah gazetesinin, Evrenin bu sözleri çok tartışılacak diye verdiği manşet haberle gündemimize giren eski cumhurbaşkanlarından Kenan Evren’in sözleri de günün tartışılan bir diğer konusu..

SARSTI NETEKİM (Star)

Evren’in kullandığı belirgin kelimelerden olan "netekim"le manşetini süsleyen Star gazetesi, açıklamaların görev dönemindeki icraatlarıyla taban tabana zıt olduğunu vurgulayarak ortalığı karıştırdığını iddia etti.

Kimileri karşı olmasına rağmen, kimileri bu açıklamaları sevindirici bulduğunu, Türkiye’nin bu tür konuları rahatça konuşup tartışabilecek bir durumda olması lazım geldiğini söyledi.

Elbette Türkiye büyük ve güçlü bir ülke olarak bu gibi şeyleri konuşmaktan ve tartışmaktan çekinmemelidir.

AYIP OLUYOR PAŞAM (Bugün)

Evren’in sözlerinin her kesimde tepki yarattığını öne süren bugün gazetesi, böyle bir başlık attı. Genellikle muhalif görüşlere yer verilen gazetede, ATO Başkanı, söyledikleri kendi yaptığı Anayasa’ya aykırı. 12 Eylül döneminde bunları söylemiş olsa, Zincirbozan’a sürülürdü diyerek ironi yaptı. Ancak Evren için söylenen bunadı, yaşlandı, ne dediğini bilmiyor gibi yaklaşımları şık bulmadığımı söylemeliyim.

*****

Öteki başlıklar da şöyle:

İNTİHAR ARTIŞININ NEDENİ CAN BEDELİ (BirGün)

Siirt’te sağ şakağından vurularak ölen ve intihar ettiği bildirilen genç kızın solak olduğunun ortaya çıkmasından sonra, Doğu ve güneydoğu Anadolu’da özellikle kadınlarda meydana gelen intihar vakalarının altında dolaylı bir cinayet veya zorlamanın söz konusu olabileceği gündeme getirildi.

Konuyla ilgili olarak hazırlanan raporda ailelere verilen bir bedel karşılığı, olayların güvenlik kuvvetlerine aksettirilmediğine de dikkat çekildi.

AKDAMAR JESTİ (Hürriyet)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD Temsilciler Meclisi’nde oylanacak olan Ermeni soykırımı iddialarına anlamlı bir yanıt vermek için restore edilen Van’daki Akdamar kilisesini hizmete açacak.

Dört milyon lira harcanarak restore edilen kilise 15 Nisan’da açılacaktı ama, o tarihte başbakan yurt dışında olacağı için açılış 29 Mart’a alındı.

Açılışa Türkiye’deki Ermeni cemaati, Hrant Dink’in cenazesine katılan Ermeni diasporasından bazı bakanlar, siyasiler ve aydınlar da davet edilecek.

BOMBALAR TEKİN DEĞİL (Star)

Cumhuriyet gazetesine atılan bombalarla, Danıştay saldırısından dolayı gözaltına alınan Muzaffer Tekin’in işyerindeki bombalar aynı çıktı.

BU MU VATANSEVERLİK (Vakit)

28 Şubatla ilgili bir açıklama daha, o günlerde Stratejik Araştırma, Geliştirme ve Teknolojik Değerlendirme Başmüşavirliği görevinde bulunan Doç. Dr. Sedat Çelikdoğan’dan geldi.

Çelikdoğan, Genelkurmay başkanı ve kuvvet komutanlarına verdiği brifingde, tankların modernizasyonu için İsrail’e muhtaç olmadığımızı söyleyip projelerimi sıraladım. Brifingten sonra bütün komutanlar beni tebrik edip boynuma sarıldı. Sonra ne olduysa, ortalık karıştı. 1. derecenin 4. kademesinde üst düzey bir bürokratken görevimden alınıp 6. derece daktilo memurluğuna getirildim, dedi.

CİNAYETİN FATURASI BASIN'A (Yeni Asya)

Üç ayrı haberde Hrart Dink cinayetinin katil zanlısı olarak bir kişinin fotoğrafının yayınlanması üzerine gazeteye 50 bin liralık ceza kesilmiş.

HAKK ŞERLERİ HAYREYLER (Milli Gazete)

10 Yıl Sonra 28 Şubat panelinden bölümler sunan Milli gazete, değişik bir manşet atmış bugün.

İŞ DÜNYASI KÖŞK SEÇİMİNDE GERİLİM İSTEMİYOR (Zaman)

TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, sağduyulu bir yaklaşımın siyasete egemen olmasını istediklerini söyledi. Cumhurbaşkanlığı seçiminin toplumsal uzlaşmayla gerçekleşmesi gerektiğine dikkati çeken Yalçındağ, toplumda bir kez kutuplaşma tahrik edildiğinde bunu geriye döndürmek çok zordur, dedi.

Yüksek İstişare Konseyi başkanı Mustafa Koç da yaptığı konuşmada, toplumda bir gerilim ve kutuplaşmaya izin verilmemesini istedi.

ZEHİR İÇİYORUZ (Türkiye)

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan Adıyaman’da yaptığı konuşmada, dünün 28 Şubat olduğunu hatırlatarak şunları söyledi: "Bazı televizyonlara baktım, hâlâ bunların tartışmalarını yapıyorlar. 10 yıl öncesinin bugüne uygulanması gibi yanlışlarla uğraşıyorlar. Biz düne takılıp kalmayacağız. Dünün yanlışlarından ibret alacağız, bugünü farklı dokuyacağız, yarına bir başka zenginlikle gireceğiz. İşte bizim iktidarımızın anlamı budur. Bütün bunları yaparken ülkemize bir toplumsal mutabakat, bir kurumsal mutabakat sağlayacağız, bunları da olgunlaştırmaya çalışıyoruz."

Erdoğan, "Bir çok şeyi görmezden geliyoruz, duymazdan geliyoruz. Bir çok şeyleri de baldıran zehiri olarak içiyoruz. Niye? Çünkü ülkenin huzura ihtiyacı var. Mutluluğa ihtiyacı var" dedi.

Başbakan’ın neden baldıran şerbeti içtiğini ve bunu neden söylediğini merak ettim. Benzetme güzel değildi, hoş da değildi. Sanırım huzursuzluk çıkartmamak için bile bile bazı acılara, üzüntülere katlanıyoruz demek istedi herhalde. Baldıran şerbeti çok tehlikeli bir zehir. Allah korusun..

Yarın yeniden beraber olabilmek umuduyla…

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..