Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

2 üzeri 137'nin son rakamı

2 üzeri 137'nin son rakamı
 

Robert Doisneau


“... Bu dünyada asla kalıcı değiliz. Bizler de günün birinde bu topraklar üzerinden kaybolup gideceğiz. Öyleyse, neden bunca koşuşturma, bunca beklenti, bunca umut, bunca hayal? ...” diyerek sözlerini sürdüren sarışın gözlüklü genç kızın karşısında sıklıkla elindeki şarap bardağından birer yudum alıp sonrasında sigarasını dudaklarına götürüp nefesini içine çeken kır saçlı adam oldukça düşünceli gözüküyordu. Onun sözlerini onaylarcasına başını sallıyor, aklına, kendileri içinde bir bütün ve tutarlılık içeren bu sözlere ekleyecek birşey gelmiyordu.

"”... Bir oyun içinde bulunan figüranlar olduğumuzu neden kabullenemiyoruz, kurallarını kendimizin koyamadığı, yönetemediğimiz, gücümüzün sınırlı ve çoğu zaman da yetersiz olduğu ...”

Elindeki sigarasını söndürdükten sonra şarap bardağını masanın üzerine bıraktı ve onun sözlerini dikkatle dinlemeye başladı.

“... Fakat, bu kadar aciz ve zayıf varlıklar olsak da, aslında kendi içimizde tüm dünyaları kurmaya, yaşatmaya ve yönetmeye yetecek bir kuvvetin olduğunu da inkar etmememiz gerekir.” Kır saçlı adamın yüz buruşturan ifadesini gördükten sonra, “Tamam, tüm dünyalar olmasa da, en az bir bireyin dünyası diyebilirim, o da kendisi, tabii ki.” Adamın yüzündeki gülümseme ile onayını aldıktan sonra konuşmasına devam etti.

Bu arada, salonun diğer köşesinde biri esmer diğeri beyaz tenli iki genç alkolün ve müziğin insan aklını ve bedenini rahatlatan etkisiyle birbirlerine sarılmış dans ediyorlardı. Açık büfenin başında biri uzun saçlı diğeri kısa iki kişi ise, hem içkilerini yudumlar, hem de ayrı tabaklar içine yerleştirilmiş birbirinden farklı tatta, şekilde ve renkte çerezleri atıştırır iken, Nato zirvesi, kiliseler, misyonerlik ve üçten fazla seyredilen filmlerden bahsediyorlardı.

Bu geceki toplanmanın amacı, altı aydan beri beraber yaşadıkları ama dostlukları üniversite yıllarına kadar uzanan en yakın arkadaşlarına gönülsüzce de olsa veda etmekti. Ne kadar eğlenceli bir ortam olarak gözükse de, içkiler içildikçe ve eski hatıralar anıldıkça evin içini duygusal bir hava kaplıyordu. Orada bulunan tüm insanlar zamanında bu vedaları birden fazla kez yaşamış olsalar da, hiç kimse, hiç kimsenin bir yere gitmesini istemiyordu artık. Beraberce, yıllar boyunca yaşamak istiyorlardı. Ama, hayat bizim kontrol edemediğimiz bir oyun değil miydi çoğunlukla.

Sarışın genç kızın söylediklerini dinlerken bu duygusal havayı iliklerine kadar hissetmeye başlayan kır saçlı adam, kafasından geçenleri ona sormak istedi. “Nedir öyleyse bu dünyada bizi mutlu kılacak şeyler? En derinden hissettiğimiz aşklar günün birinde küllenip toz olup uçacaksa, sevdiklerimiz günün birinde ansızın bizi bırakıp ayrılacaksa, daha önceden değerli dostlarla, şimdi burada seninle, yaptığımız sohbetler sabahın ilk ışıkları ile son bulacaksa. Diğer dostları kaybettiğimiz gibi yarın onu, seni de iki gün sonra göremeyeceksek. Ben bunları istemiyorum. İstediğim şey sonsuza kadar sürecek birliktelik, sonsuz artı bire kadar hatta. İşte, bu kadar güçlü olmak istiyorum, olamayacağımı bilsem bile.”

Sarışın kız, kır saçlı adamın yüzüne dikkatlice bakıp, hafifçe gülümsedikten sonra “Oyunun kurallarına zıt yaklaşımlar bize mutluluktan ziyade acı ve hüzün getirirler. Amacımız, kendi içimizdeki huzuru bulmak, başkalarına bel bağlamadan. Evet, insanlar olacak etrafımızda ama, kendi mutluluğumuzu gelip geçici şeylere dayandırırsak eğer, bu dünyada çok acı çekeriz. Oyunun birinci kuralı budur. İkincisi ise, kendinle barışık olman. Bu hayatı değerli kılacak üçüncü kural ise yenilikleri keşfetme cesareti ve merakı göstermek olacaktır. Sıralamaya koyamayacağım en önemlisi ise, kendi başına birey olarak düşünmek ve üretmek.” diye cevap verdi. O anda aklına gelen bir örnek ile sonlandırdı sözlerini. “2 üzeri 137’nin son rakamını bulmak ve sonra, bunu 2 üzeri n, (n bir doğal sayı)  için ve en sonunda, m üzeri n (m ve n doğal sayılar) için genelleştirmek, seni dünyanın en mutlu insanı kılabilir. Çünkü bu, senin keşfettiğin bir yol ve yöntem olacaktır, sadece senin.”

Bu anda kapı çalındı. Açtıklarında, alt kattan geldiği anlaşılan yaşlı bir kadın anlamadıkları bir dilde onları gecenin bu saatinde gürültü yaptıkları için azarlıyordu. Kendi dillerinde özür dileyerek kapıyı kapattılar. Nerede olursa olsun, dünyada bazı şeylerin evrensel olduğunu söylediler birbirine.

Bu geceyi kapalı dört duvar arasında geçirmek istemediklerinden, gürültüyle gelen şikayeti de bahane ederek, paltolarını giyip dışarı çıktılar. Planlarında ilk olarak bir kafeye gidip canlı müzik dinlemek vardı. Loş ışıklarla aydınlatılmış kafenin içine girdikleri zaman, karanlık bir köşede hafif bir tonda çalınan gitarın eşliğinde şarkı söyleyen kadını büyük bir dikkat ve sessizlik içinde dinleyen insanlarla karşılaştılar. Oturacak yer olmadığından, ayakta ses çıkarmamaya özen göstererek dinlemeye başladılar. Hayatın genelleştirilmiş döngü kuralını hatırlayarak, hikayenin engin denizlere açılıp da dönmeyen denizciye yakılan bir ağıt olduğunu hemen sonrasında öğrendiler. Söylenilen tek bir sözcüğü anlamasalar bile, yeryüzünde çekilen acının dünyanın bir diğer evrensel olgulardan biri olduğuna kanaat getirdiler. İçilen kırmızı şarabın ve hüzünlü şarkıların sonunda kendilerini dışarı attıklarında, kır saçlı adamın gözüne dünya oldukça farklı görünüyordu.

Bir sonraki durakları ise, ne kadar büyük çelişki olarak gözükse de, amaç eğlenmek ve bu duygusal havayı dağıtmak olduğundan, bir disko oldu. İçeri girdiklerinde ortamın gürültüsünden ve insanların kalabalığından tedirgin oldu kır saçlı adam. Barın yanına gidip içkisini aldıktan sonra, nehir manzaralı balkona çıktı. Bu gürültüden kaçıp birazcık olsun kendisini dinlemekti amacı. Balkonun demirlerine kollarını dayayıp hilal şeklindeki ayın aydınlattığı gökyüzünde yıldızlara ve karşı kıyının ışıklarına bakarken, sarışın genç kız yanına geldi. “Kafandaki düşünceler sana hep acı çektiriyorlar, öyle değil mi?” diye sordu. “Her zaman değil. Bazen.” Peçeteye sarılı içki bardağından bir yudum aldıktan sonra şöyle sürdürdü konuşmasını. “Bana öyle geliyor ki, hani insanlar “Zaman herşeyi unutturur.” derler ya, bunun doğru olmadığını düşünüyorum. Aksine, zaman onları tekrardan ortaya çıkartıyor, hem de ansızın. İşte bu anda, genellikle hazırlıksız yakalanan ben, eski acıları tekrar tekrar yaşıyorum ve ne kadar güçsüz olduğumu kavrıyorum. Hiçbir şeyi ama hiçbir şeyi değiştiremiyorum.” Bunun üzerine sarışın kız “Akıntıya karşı yüzdüğünün farkında mısın?” diye sordu. “Akıntıya karşı yüzmeden birşeyleri değiştiremem ki.” diye cevapladı o da. “Akıntı ile savaşma, onunla birlikte yüz. Göreceksin ki, seni istediğin yerlere daha hızlı götürecektir.” “Belki de istemediğim bir yere, içinde senin olmadığı, onların olmadığı... Anlıyorum dediklerini, tüm söylediklerine de katılıyorum ama...” “Evet, aması?” “Çok yorgunum artık, hem de çok...” derken kendini balkonun demirlerinden aşağı bıraktı. Yere düşerken geçen zaman içinde denildiği gibi tüm hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden akmadı.

Cesedinin başına toplanan insanlar şaşkınlık içinde ne yapacaklarını bilemeden ona bakarken, sarışın kız, bu gece yeni tanıştığı ve az önce intihar etmiş adamın elindeki peçeteyi farketti. Eğilip elinden aldı ve üzerinde 2 ile 9 arasındaki sayıların tüm kuvvetlerinin son rakamını bulan formülleri gördü. QED'nin hemen altında “Neyi değiştirecek ki!” yazılıydı.

 
Toplam blog
: 9
: 106
Kayıt tarihi
: 05.04.12
 
 

Bir sonbahar günü İstanbul'da dünyaya gelen Teoman Aktürk, doktorasını İTÜ'de tamamladıktan sonra..