Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '06

 
Kategori
Dünya Şehirleri
 

2000 yılından Amerika izlenimleri (2)

2000 yılından Amerika izlenimleri (2)
 

Sokakta yürürken bozuk para isteyen yoksullara ve evsizlere rastlamak çok olası. Ama otobüs terminalinde bir adamın hem de elinde 2 dolu paket alışveriş yaptığı halde benden $10 istemesi şaşırtıcıydı. Burada herkes bir kere şansını deniyor herhalde; ne de olsa demokratik memleket. Boyle durumlarda en iyisi yabancı olduğunuzu belli etmek. Dillerinden anlamadığınızı düşünerek uzaklaşıyorlar.

Ulaşım oldukça kolay burada. Metro pratik ama kolay adaptasyon açısından Avrupa metrosu tecrübesi tercih sebebi. Washington D.C. metrosu gerçekten çok pratik olmakla beraber New York metrosu için aynı şeyi söyleyemeyeceğim. Tüm durakları takip etmeme rağmen 15 dakika içeriden dışarıya çıkamadım. Üç kere başladığım yere geri döndüm. Meğerse turnikelerden geçmem gerekiyormuş. Bu tip dalgınlıklarım oluyor tabii. Buraya alışana kadar da olacak muhtemelen.

Ulaşımdan söz açılmışken taksilerle ilgili birkaç not ileteyim hemen. Taksi şoförlerine de mutlaka bahşiş vermelisiniz. Bahşiş oranı da öyle çok düşük değil; genel olarak kabul edilebilir oran %15 civarında. Tabii vermek zorunlu değil ama adamlar taksi şoförünün koltuk arkasına da yazmışlar; 'İyi servisi bahşişle ödüllendirmek iyi birşeydir' gibilerinden bir cümle. Gece gündüz tarifesi ayrımı yok ama binen kişi sayısına göre veya katedeceğiniz mesafeye göre ücret değişiyor. Bir diğer farklılık da, taksi şoförü taksinin içinde müşterisi varken kendi insiyatifiyle ikinci bir müşteri alabiliyor. İçerideki müşterinin burada hiç söz hakkı olmamakla beraber ilk önce tabii ki ilk binen müşteri gideceği yere götürülüyor. İyi ki benim bindiğim taksiye ikinci bir müşteri alınma tecrübesi yaşamadım, kesin papaz olurdum şoförle. Ama benim ikinci olarak alındığım taksideki bayanlar taksiciyle papaz oldular ve tabii taksici de onları indirdikten sonra arkalarından sağlam şekilde kalayladı. Burada taksiciler genelde Asya ülkelerinden. Benim rastladıklarım sorarsa Türk olduğumu söylüyorum ve hoşlarına gidiyor. Yine de bence Türkiye'yi fazla sevdikleri söylenemez. Avrupa Topluluğu'na girme çabalarımızı hoş karşılamıyorlar. Bizi kendilerinden görüyorlar.

Diğer bölgelerde de geçerli mi bilmiyorum ama Virginia ve Washington'da sokakta gözgöze gelirseniz hafif bir kafa selamı veriyor insanlar birbirine. Bunu buradaki bir arkadaşımdan öğrenene kadar selam aldığımda "bu adam / kadın beni nereden tanıyor" paranoyasına girmiştim. Meğerse adettenmiş. Ayrıca tanımadığınız birisi de olsa bir diyaloğa başlamadan önce mutlaka hatır soruluyor; "hello, how are you" gibi.

Bence bu medeniyeti sağlayan da biraz kurallar. Bizde hiç rastlamayacağımız türden uyarı levhaları var. Örnek mi: "Çeşmenin içinden geçmek yasaktır" (demek sıcak havalarda Amerikalılar da çimiyorlar sulu yerlerde). "Yayalar 34. caddeden yürürse daha iyi olur" vb.

Restoran veya 'fast food'larda kürdan pek ortalarda bulunmuyor, ancak sorarsanız veriyorlar. Barların çoğunda canlı müzik var ve girişte sembolik bir para alıyorlar ($3-5). Aldıkları paraya göre müzik gerçekten çok kaliteli (blues, jazz, rock). İçeride ise bira en çok tercih edilen içki. Bize kıyasla fiyatlar daha pahalı. En ucuz bira yine $3-4 civarında. Yerine ve gününe göre $7'a kadar çıktığı oluyor.

Buranın KDV'si çoğunlukla %4.5 civarında ve fiyatlara dahil değil. Markete, restorana veya herhangi bir yere gittiğinizde liste fiyatı kesinlikle vergisiz fiyat. Buna alışmak biraz güç oluyor ama alıştım sanırım.

Akşam saat 10:30 sıralarında Türk gazeteleri internette yeni tarihe geçmiş oluyor. Yani Türkiye'dekiler sabahın 5:30'unda uyurken, buradan ertesi günün gazetesine bakmış ve daha önce haberdar olmuş oluyoruz. Bu işin avantaj kısmı. Bir de Türkiye'den geride kalmışlık hissiyatı da doğmuyor değil. Sabah kalktığımızda Türkiye'dekiler işten çıkmak üzere oluyor. Biz akşam yemeği yerken Türkiye'dekiler çoktan uyumuş olabiliyor. Buna da alışılıyor zamanla.

Burada mekanların kapıları hep içeriden dışarıya doğru açılıyor. Zamanında bir yangında kapının dışarıya değil de içeriye açılmasından dolayı birçok insan hayatını kaybetmiş diye duydum. O günden beri kanunen tüm Amerika'da mekan kapılarının içeriden dışarıya açılması gerekiyormuş. Yani dışardan kapıyı iterek boş yere zorlamayın.

Burada hiç 'değnekçi' yok. Arabalar park etmek için makinelere para atıyorlar. Süresi geçenlerin veya hiç para atmayanların cezaları ise bir hayli yüksek. Yine de park sorunu burada da had safhada. Dikkat çekmek istediğim konu buraya da 'değnekçilik' sektörünün getirilme imkanlarının olması. Bununla ilgili bir ön çalışma yaptım bile, birkaç 'değnekçi' repliği düşündüm: "come come come come (gel gel gel), do right do right (sağ yap), sum sum sum sum (topla topla), stay like that elder sister (oyle kal abla), leave the keys on (anahtar üstünde kalsın)." Yurt dışında çalışabileceğine inandığınız, analitik düşünebilen, ekip çalışmasına yatkın, insiyatif sahibi, orta derecede İngilizce bilen, sizlerin referans olabileceği 'değnekçiler' varsa lütfen bana resumelerini göndersinler :)))

İzlenimlerime son vermeden önce yaşadığım birkaç ilginç olayı da aktarmak isterim:

Evden metroya doğru yürürken yanından geçtiğim ankesörlü telefonun çaldığını duydum. Meraklı adamım ya, baktım tabii. Karşıdaki ses: "Sezar?" Ben:"Hello?" Ses:"Who are you?"(kimsiniz) Ben: "Whom did you call?" (Kimi aradınız) Ses: "Never mind"(boşver) dedi ve kapadı. O günden beri oradan geçerken o telefonda birini görürsem Sezar bu mu diye düşünmekten alamıyorum kendimi. Belki de farkına varmadan mafyaya bulaştım, sezar bir parolaydı belki de...:)

Sokakta adres sorduğum bir adam paltomu cok beğendigini ifade etmek için "nice coat man, completely wool"(guzel palto, tamamen yün) dedi. Yine bir akşam bir barda üç kişilik bir grubun içinden bir adam ceketime iltifat etti "hey flying jacket, nice jacket guy"(hey uçan ceket, guzel ceket bilader) dedi. Tabii Türk tekstilinin dikkat çekmesi beni de gizliden onurlandırdı.

New York'a gittiğim gün anormal bir soğuk vardı. Yanımda götürdüğüm yün Fenerbahçe şapkamı takarak dolaştım New York sokaklarında. Sarı lacivert eldivenler de cabası. Bu şapkayı buradan daha rahat nerede takabilirim artık diye düşünüyordum ki karnımı doyurmak için girdiğim yerin personeli Türk çıktı!!! Ben daha içeri girerken "Seni taa yolun karşısında şapkandan teşhis ettik" dediler. Sahibi Galatasaraylı, çalışan çocuklardan biri de Malatyalı. O da eldivenleri görünce şaşırdı "abi sen tam fanatikmişsin" dedi. "Yok" dedim, "soğuktan takıyorum"… Yalnız dönerleri gerçekten güzeldi. Bu arada sakın yanlış anlamayın, ben Fener'in durumundan buralara kaçmadım. Kulübe finansal kaynak bulmaya geldim :).

Birgün yine otobüs terminalinde önce yaşlı bir adam, sonra da iki genç delikanlı bilet satış yeri sordular bana. Maalesef ve tabii ki art niyetsiz olarak her ikisini de yanlış yönlere gönderdim. Tabii iş işten geçtikten sonra farkettim ama onlar da elinde turist rehberiyle yön bulmaya çalışan bir adama adres sorarak şanslarını zorlamışlardı zaten..:)

 
Toplam blog
: 66
: 2742
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

MBA değil ama HBA (Herşeyi Bilen Adam) yapmış birisiyim. Hemen her konuda fikrim var ama hiç fikr..