Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '18

 
Kategori
Ekonomi - Finans
 

2019 Yılı “Tarım ve Gıda” Sektör Raporu ile İlgili Bazı Görüşler

2019 Yılı “Tarım ve Gıda” Sektör Raporu ile İlgili Bazı Görüşler
 

Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Strateji ve Bütçe Başkanlığı tarafından hazırlanan Cumhurbaşkanlığı 2019 Yıllık ProgramıResmi Gazete’nin 28 Ekim 2018 tarihli mükerrer sayısında yayınlanmıştır[1]. Tüm sektörlere yer verilen raporda, “Tarım ve Gıda” başlığı, tarafımdan detayı ile incelenmiş ve bazı konulara değinmenin yararlı olacağı kanısına varılmıştır.

Türkiye’nin son yıllarda tarımsal katma değerin GSMH içindeki ağırlığı yüzde 6’lara düşmüştür. Tarımın sabit sermaye yatırımlarındaki payı 2017, 2018 ve 2019’da yüzde 2 civarındadır.  Tarımsal ürünlerin, toplam ihracatta payı %6’lar civarında, İşgücü istihdamında ise tarımın payı %19dır. Yıllık kalkınma göstergelerinde tarım diğer sektörlerin gerisinden gelmektedir. Hatta 2016 yılında tarımsal kalkınma eksilerde (% -2,6) seyretmiştir.  2006 yılında kabul edilen Tarım Kanunu’na göre, GSMH’nin en az yüzde 1’i tarım desteği olarak verilmesi gerekirken, 2019 yılında tarımsal destekleme bütçesinin 16 milyar 989 milyon TL olarak, yani yasa öngörüsünün ancak yarı seviyesinde uygulanması, acaba tarımın yukarıdaki pek olumlu görünmeyen performansından mı kaynaklanıyor? Bu durum, Türk tarımı için hiç de iyiye işaret değildir.   

27 milyon hektarlık tarımsal arazimizin 3,6 milyon hektarının işlenemez duruma düşmesi ve özellikle son 7 yılda, 1 milyon hektar tarım arazisini kaybetmiş olmamızda, girdi fiyatlarındaki artışın yanında, birçok köyde 40 yaşından daha genç kimse kalmamasının büyük payı vardır. Türkiye’nin tarım arazisi varlığı 2010 yılında 24,4 milyon hektar iken 2017 yılında 23,4 milyon hektara gerilemiştir. Buğday ekim alanları son 30 yılda 2 milyon hektar daralmıştır. Çiftçi sayımız 5,5 milyon kişi olarak, toplam istihdam içindeki payı 2018 yılında 18,8’e gerilemiştir. Gelişmiş ülkelerde bu oran%  5’in altına inebilmektedir (ABD’de %1,5). Bu gerçekler, Türkiye’nin de çiftçi sayısını daha aşağıya çekmesi gerektiğini ortaya koymaktadır. Peki, bir tarafta arazilerin işlenememesi, diğer taraftan çiftçi sayısının azaltması ikilemi nasıl çözümlenebilir? İşte bu konu, tarımsal stratejilerle ilgili idari birimlerin uğraş alanına girmektedir.  Bu konuda aile işletmelerini teşvik veya genç çiftçiyi destek programları çözüm olamayacaktır. Arazileri işleyecek yeni stratejiler saptanmak zorundayız. Yarınların tarımsal işletmeleri, rekabet gücüne sahip olabilmek için,  ekonomik bakımdan optimum büyüklükte olmak ve profesyonelce yönetilmek zorundadırlar. Gerek bugüne kadar tarım dışı kalan ve gerekse bundan sonra boşalacak arazilerin tekrar tarıma kazandırılması için “orta” ve “büyük” işletmelere dönüşüm kaçınılmazdır. Bu konuda öne çıkabilecek bazı seçeneklere bir göz atalım: Teşvik ve desteklerle yerinde, kendiliğinden büyüyen işletmeler; Ticari amaçlı özel yatırımlar (binlerce dönüm arazilerde yeni yatırımlar devam ediyor); Kamu-özel sektör-vatandaş işbirliğinde yeni model yatırımlar (Yozgat Kabalı Köyü Meyvecilik Projesi” başlığı altında ORAN (Orta Anadolu Kalkınma Ajansı)[2].

Kuru tarım devrini tamamlamıştır. Türkiye’nin ekonomik olarak sulanabilecek alanı ise 8,5 milyon hektardır. Söz konusu alanın halen ancak yarısı sulanabilir durumdadır. Bu alanın ancak 3,2 milyon hektarı DSİ’ye aittir. Sabit sermaye yatırımlarda 2017, 2018 ve 2019’da ortalama payı yüzde 2 olan tarımın, belirtilen hedefe ulaşması pek kolay görünmüyor.    

Raporda teknoloji kullanımına yeterince değinilmemiştir. Hâlbuki ABD’de son 40 yılda uygulamaya alınan yeni tarım teknolojileriyle ekim alanında herhangi bir genişleme, işgücünde ve diğer girdilerde herhangi bir artma olmadan tarımsal üretim iki kat artmıştır. Yine tarımda çalışan sayısını yarıya indirmiş, işlenen alan %16 azalmıştır.Türkiye’de de teknolojiden yararlanma hususundabazı olumlu adımlar atılmıştır. Nitekim daha 30-40 yıl öncesinde 100 kg/da civarında olan buğday verimimiz, bugünlerde 330 kg/da’lara ulaşmıştır. Mısır, pamuk gibi bazı bitkilerin dekara veriminde, dünya sıralamasında en önlerde yer almamız (Grafik!), bu bitkilerin üretim aşamalarında, yüksek verimli çeşitlerin kullanımı ve diğer teknolojik yenilikleri adapte edebilmemizle sağlanmıştır. Ne var ki tohumculuğun özelleştirilmesindeki gecikmeler, bitki ıslahında hala Brezilya tarımını şahlandıran, özel sektör, üniversite ve diğer kamu araştırma kuruluşlarını tek çatı altında toplayamamamız, hala yüzbinlerce doların, ıslahçı hakkı (royalite) olarak yurt dışına ödememize neden olmaktadır.

Tarımımız, geleceği ile ilgili bilimsel bir hedef çizememiş olmamız, teknolojik yeniliklere yeterince hızlı yaklaşamamız, arazi dağılımı, kırsal kesimde nüfusun yaşlanması, üreticinin tahsil durumu, kooperatifleşmede geçmişte yaşanan olumsuzluklar, endüstriyel işletmeciliği bir tarafa bırakıp, hala aile işletmeciliğine ağırlık vermemiz gibi nedenlerle yeterince ilerleyememektedir.

Bu 2019 raporunda üretim planlaması hiç değinilmemiştir. Desteklerle ilgili olarak geçmiş yıllardaki aksaklıklar ve yaşanan sorunların analizi, ayrıca etki analizleri gibi, tarımımızı ileri taşıyacak konulara yer verilmemiştir.

Türkiye uygun ekolojik ve yüksek tarımsal potansiyeline rağmen dünya tarımsal ürün ticaretinden tam manası ile yararlanıyor diyemeyiz. Oysa ki sahip olduğu iklim, toprak, nüfus ve biyolojik çeşitliliği ile ülkemiz rakipsiz bir tarımsal ürün ihracatçısı konumunda olabilirdi. Tarım ihracat potansiyeli çok yüksek olan bir sektördür. Ancak, bu potansiyelin harekete geçirilmesi için “Yeni Stratejilere” de gereksinim vardır. Ulusal düzeyde tarımsal geleceğimizin stratejisini belirlememiz aşamasında, öncelikle AB ve küresel rekabete adaptasyon bakımından konuya yaklaşmak gerekmektedir. Bu da; politikacıların, sivil toplum örgütlerinin, bürokrat ve düşünürlerimizin tarımın gerçekleri ile bilgilendirmesiyle olasıdır.  Örneğin Tarım ve Gıda araştırmaları ve üretim planlamaları yarınların değişen tüketimine odaklanmalıdır[3]. Örneğin tahıl tüketiminde kişi başına yıllık tüketimin azalacağı, baklagil ve sebze tüketiminde ise  tersine artacağı tahmin edilmektedir[4].  Bu durum Türkiye için çok önemlidir, çünkü coğrafi avantajı ve milyonlarca hektar potansiyel baklagil ve sebze ekim alanı ile coğrafi açıdan avantajlı ülkelerden biridir.Ve yarının tarım programları şekillenirken, bu ve benzeri ön görülerden yararlanmak zorundayız.

Nazimi Açıkgöz

 

Not:  Bu makale https://nazimiacikgoz.wordpress.com de aynı başlıkla yayınlanan yazıdan özetlenmiştir.

 
Toplam blog
: 145
: 432
Kayıt tarihi
: 04.01.12
 
 

1964 yılında Ankara Üniversitesini bitiren Nazimi Açıkgöz, doktorasını 1972 yılında Münih Teknik ..