Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '11

 
Kategori
Fotoğraf
 

21.Asır san'at fotografı dediğin köy, kuzu, çoban, dam kokmalı ki san'at olsun

YAZI DİZİSİ: 10

Türk insanı – Türk’ün san’at anlayışı – Türk fotograf tarihçesine özet bakış –  Türk’ün Dünya ülkeleri önünde medeniyet katına çıkamama sebepleri – San’at dünyasında acı rekabetin vurduğu piyasa ve iş adamları – Adı rekabet olan, aslı rezaleti aşamayan işler sonunda, bugün Türkiye’nin vardığı olumsuz  neticeler.

Fotograf müzesi açılışı için hazırlanan muhtelif ve çok kalitesiz matbuu evrak arasında, bir de üzerinde Haluk (Doğanbey) Konyalı’ya ait bir fotograf var. Bazı kadir bilir arkadaşlar, bu evrakın birine, müteveffa Haluk’a bir vefa borcu olarak, bu fotografını koymayı düşünmüşler demek ki; İlk bakışta çok hoş, çok zarif bir yaklaşım.

Ancak ben bu yaklaşıma değinmeden önce, Haluk ile aramda geçen, çok nahoş bir olaya değinmek isterim. Meslek hayatımın ilk günlerindeydim. Ve de herkesin bildiği gibi almış başımı, tüm duayenlere rağmen, yeni yetme biri olarak, epeyi önde gidiyordum. Ve öncekilerin sıkıntılarını da sağdan soldan dinliyordum. Ama benim derdim Onlarla değil; benim derdim yoktan yonga yaratmakta idi. Muhtelif çeşitte kâğıt yok. Renkli banyo yok. O yok bu yok. Fotograf için var olması gerekenlerin çoğu yok. Üç Beş mankenin dışında kimse yok. Onlar da model değil manken. Onları model yapabilmek için göbeğim düşüyor. Bir gün eve geldim ki; eşim burnundan soluyor. Tabiî ne olduğunu sordum. “- Fotografçı olduğunu söyleyen biri telefon etti. Senin mankenleri soyunurken gözlediğini söyledi. Mankenler Seni Ona şikâyet etmişler. Bana da iyi niyet ile Sana sahip çıkmam için, tembihte bulundu. Bu rakibinin adı da Haluk Doğanbey’miş.” dedi.  Eşi vurursan başı vurursun. Başı vurursan, işi vurursun. İşi vurursan, aşı vurursun. Aşı vurursan, eş zaten gider! Bu durumda da tabiî hayat terse döner. Bu gerçekten çok sert ve vasıfsız bir rekabetti. Böyle bir rekabeti ben, hiç kimseden beklemezdim. Çok kötü olmuştum. Eşime ne cevap verdiğini sordum.  “- Haluk Bey Siz zannımca eşimi hiç tanımıyorsunuz. O iş arkadaşları ile kastettiğiniz manada hiç ilgilenmez, kaldı ki; çok yakışıklı bir adam olduğu için, sadece modeller değil; tüm kadınlar, Onun önünde soyunmaya can atarlar, dedim.” dedi. Cevap çok sağlam gitmişti ama hanım da bitmişti. 

Biz yine dönelim broşüre.  Dağdan inen kuzular ve sürünün önünde bir de çoban var.  Şayet fotografın negatifi bu ise; Belli ki, Haluk bu olayla karşılaştığı ilk an, kamerayı kaldırıp, basın fotografçısı gibi, hesap kitap yapmadan kadraj dolunca deklânşöre basmış. Bu fotografın bu hali ile hiçbir san'at değeri yok. Rahmetli Haluk’u da bu fotograf bana yansıtmıyor. Yok negatif bu değil de grafik değerleri tamamen doğru ama, pozitifi bu ve bu iş için, bu şekilde mizanpaja uydurulmak istenmiş ise; bu da çok ayıp. Ez cümle bu İki hâl de abes. Adama sorarlar? “-Hangi grafik kurala göredir, o çobanın yeri? Negatif bu ise, soldaki boşluktan çalınıp çobanın önüne nefes payı konulamaz mıydı?” diye. Bu mesleğe onca senesini vermiş Rahmetli Haluk’a karşı yapılan bu densizlik ayıptır. Oğlundan istense, mutlaka çok makul fotograflarla broşür kapağını değerlendirebilirdi. Haluk için bugün bir kez daha, gerçekten içim sızlamıştır.

Aradan yıllar geçti. Bir toplantıda Hakk’ın rahmetine kavuşan, muhabbetle, saygıyla,  içtenlikle senelerimizi geçirdiğimiz bir tanıdığımızın cenazesini, gece yarısı Eyüp’ten alıp, bir cankurtarana yükleyip, Küçükyalı’daki evine getirip, eşine teslim etmek görevi bana düşmüştü. Allah kimseye vermesin. Hem olay hem de görev sıkıntılıydı. Saat: 02:30 gibi evin önünde olup, şoförle birlikte sedyeyi yüklenip eve girerken, bir anda karşımda Haluk’u gördüm. Azrail’i görsem bu kadar şaşırmazdım. Mevtayı yerine yerleştirdikten cankurtaranı da savdıktan sonra, Haluk yanıma geldi, çok zarif bir şekilde teşekkür etti. Ve Hakk’ın rahmetine kavuşan kişinin Kırk yıllık bacanağı olduğunu söyledi. Sonra eşi ile evime ziyarete geldi. Ve bu şekilde kötü anıları da düzeltmiş oldu. Ancak O bunu yaparken, O da ben de ileride ve daha çetin bir mesele üzerinde, Multivizyon konusunda, yine rakip olacağımızı tahmin bile etmiyorduk.

Tabiî beklenmedik işler olunca, herkes giderken mersine, Sen gitmeye başlayınca tersine, normâl olarak sıkıntılar hasıl olmaya başlıyor. Bu müze olayında da açıkça belli olduğu üzre: Bir eli yağda bir eli baldayken, SeksenSekiz senede henüz Cumhuriyeti hazmedememiş, demokrasiyi öğrenememiş bir toplumda, bu sıkıntılar da kolay kolay çözüme kavuşamıyor. Bu broşür kapağına bakarak, o müzenin nasıl bir müze olduğunu, tahmin etmem, hiç de zor olmuyor. Zîra hayatta her şey bir anlayış meselesidir. Şayet insanlar anlayışlarını zamana, şartlara ve çağa uyduramazlarsa; ağızları ile kuş tutsalar, hiçbir yere varamazlar. En tersime giden ve Türkiye’de sarî olarak yaşanan cehalet türüdür. Değişim, gelişim, evirilmeye ve öğrenime karşı olan, cehalet türüdür.  Cumhuriyetin 100.Yılını idrak ederken, bu huyumuzdan da İnşâallah vazgeçeriz.

Türk fotografçılığına çok büyük değer vermiş, bu konuda ve ciddi manada ön almış kurum, Eczacıbaşı’dır. “Kurum” derken saçmalamıyorum. Türkiye’nin diğer konularda da kurumlaşmış olarak temayüz eden çok az markalarından biridir, Eczacıbaşı. Efendim bu işe Şakir Bey sebep olmuştur. Tabiî her işe birileri iyi ya da kötü anlamda sebep olacaktır. Bu sebeple Şakir Beyi ya da Eczacıbaşı’nı  yermek ya da övmek yerine, Onlara hak ettikleri gerçekler ile hitap etmek, çok daha doğru olmaz mı? Evet Şakir Beyin Fotografa merakı olmasa, Eczacıbaşı Holding bu işlerle uğraşmayabilirdi. Şakir Bey olduğu halde de, bu işlere bu kadar bulaşmaz, daha uzak da durabilirdi. Ama öyle yapmadılar. Türk fotograf ve fotografçısına kendi bildikleri, belledikleri ve değiştirmedikleri kurallar çerçevesinde, adam gibi sahip çıktılar. Şakir Eczacıbaşı’nı ele aldığımız zaman, informatif fotograf çekmekten çok daha fazla ve değerli işler yapmış, ciddi olarak san’at fotografçılığına soyunmuş, bu işi de çok mükemmel başarmış bir insan olarak Onu tanıyoruz. Kendisinin bu sayede Türkiye’nin tanınması için çektiği fotograflar ve şahsı ile ilgili olarak yaptıkları bile, pek fevkâlade işler muvacehesindendir. Bu sebeple kendisini saygı ve muhabbetle anıyor, Rabb’imden kendisini  Rahmetine nail etmesini temenni ediyorum.

Diğer Bir yanda, her yıl başı merakla beklenen, geleneksel Eczacıbaşı ajandası, bir tarihin fotografçıları için, ciddi bir prestij göstergesi olarak da kabul edilmiş olan, çok yararlı bir faaliyettir. Bu konuda içimi sızlatan olay ise; benim o ajandada hiçbir şekilde yer alamamış olmamdır. Tabiî bu yer alamamaya sebep, Onlar değil; benim basiretsizliğimdir. Yoksa bu organizasyonu yapanlar, Rahmetli Şakir Eczacıbaşı da dahil olmak üzre, beni bu ajandanın sayfalarına davet etmemiş değildirler. Onlar büyük bir zarafetle beni davet etmişler ama benim salak tarzım, o sayfalara girmeme müsait düşmemiştir. Onlar Bir sene “Çeşmeleri” konu olarak düşünmüşler, ben işeyen bir çocuk fotografı teklif etmişimdir. Onlar diğer Bir sene “Satıcıları”  konu olarak seçmişlerdir. Ben Onlara parlamentodan Bir fotograf önermişimdir. Ne bileyim Beş On sene Onlar konu seçmiştir. Ben Bir öneride bulunmuşumdur. Öneri hoşlarına gitse bile kalıp değiştirmedikleri için fikir Onay almamıştır. Ben de inatla mesaj değiştirmemişimdir. Beni hiçbir mesajı olmayan, o tür bir yaklaşım, tatmin etmeyeceği  için, sonunda karşılıklı ümit kestik birbirimizden. Ve fakat bu durum, bazı tiplerin çok fena işine yaramıştır. Onlar işin ana yüzünü bilmedikleri için, benim oraya kabul edilmediğimi zannedip, kendilerince havalanmışlardır.  Oysa insan, ajandaya giren o fotograflarla, ancak delikanlılık yaşlarında havalanır. Yaşlıyken havalanırsa, havası çok fena alınır. Ayrıca hemen ilâve edeyim. Ha simitçi ha parlamento fotografı, hiçbirinin san'atla falan Bir ilgisi yoktur. Ancak satıcılar bahsinde parlamento fotografı ciddi bir mesaj verir. Sadece o kadar. Yoksa ben koca İstanbul’da, fotografını çekecek satıcı mı bulamam? Tabiî çekerdim. Onlar da tabiî koyarlardı. Ancak beni orada göremediği için, sağı solu havalananlar, yeni seçilen konuda, fotograf çekmek için, tırım tırım tırmanıp, perişân olurlardı. Zaten öyle olacakları da, hatta oldukları da, bu Müzede bencileğin fakîre ve de benim gibi birkaç kişiye, yer veremeyişlerinden alenen belli de olmuyor mu?

Tekrar bakalım o broşürdeki fotografa. Bir çoban öncülüğünde tepeden inen koyunlar ve bir ev ya da bir dam var. bir de ortalarda bir yerlerde, sürüye mukayyet olan köpek görünüyor. Gerçekten bu fotografın Bir “Fotograf Müzesi” broşürü ile acaba ne ilgisi olabilir? Artistik olarak tabiî hiç bir ilgisi olmaz, olamaz da; Bir müze ile ilgili bu fotografı kullanan hele bir fotografçı ise, herkes Ona güler ya da acır. Ancak bu fotografın kullanılmasında, yukarda bir miktarına değindiğim, ciddi psikolojik sebepler vardır. Birileri tüm fotograf zanaatkârlarını ve san'atkârlarını bir sürüdeki koyunlar gibi görüyor. Kendisine de bu koyunların çobanlığına atamış oluyor. O çobanın sürüsüne mukayyet olan köpeğin görevi de çok zor. Çünkü bu sürü, o damın altına giremeden kurtlar gelip, hepsinin başına dert olabilir. Çobana baksanıza. Aceleden bir miktarı kadrajın bile dışına çıkmış. Esasen yıllardır kabahat  o çobanda değil; baba evlât hatırı için o çobanı, bu güne kadar ısırmayan, kurt ya da kurtlarda.

Fotograftan, san'attan anlasın anlamasın, herkese hatta fotograftaki o yarım çobana soruyorum. Haluk Konyalı gibi bir fotografçının, yaklaşık yarım asırlık arşivinden, çıka çıka bu fotograf mı çıkar? Hadi “-O fotograf çıktı!..” desek; o fotograf o broşüre mi konur? Dünya’daki en tatsız ve biz Türk’lere has, en önemli mesele: Hep bir taraf olmak ama bîtaraf olamamaktır. Bu sebeple de, sayın Belediye başkanı, bu önemli hususu gözden kaçırarak, o işin başına Gültekin Çizgeni, hatta tek taraf birini getirmekle, bilmeden ve tabiî günahsız olarak, büyük bir  hata yapmıştır. Bu işin başında ben olsaydım, hem bu tür basılı evraka girecek her ne varsa, hem de müzeye konulacak her fotografa, en azından o kişilerin hayatta olanlarının tümünü bir araya getirip, birlikte bir karar almalarını sağlardım. Gültekin Çizgen ile Sayın Başkana, bir müze için ön ayak olmalarından dolayı tekrar minnetlerimle teşekkür ediyorum. Ancak, Gültekin Çizgen’e hiçbir meslektaşımızın, bunun üzerinde Bir  yetkiyi tanıdığını ya da Onu üstlendiği bu görevi yürütebilecek bir basirette gördüğünü ya da Ona herhangi bir konuda inanıp güvendiğini hiç sanmıyorum. Ve şayet bir fırsat hasıl olursa; bu garabeti düzeltmek için, Haluk Konyalı’ya söz veriyor, bu sözüme iştirak edecek, daha çok duayen de bulunacağına inanıyorum. Her iş ve yaşam için: Rekabet başkadır asalet başkadır. Rakibini minderde tuş edebilirsin. Ama o minderden inerken rakibine yol vermesini de bilirsin. Zira, en ucuz yaklaşımla, asaleti de bırakalım bir yana;  minder ve rakip halen karşında durdukça, Senin akıbetin çok tartışma götürecektir. Bir de zaten yenemediğine ve hep yenildiğine art arda faul yapıyorsan; Senin akıbetin zaten nicedir?!. Hele desdurmasını bir bilsen, Dünya alem gerçekten sevinecektir.

Haydar Volkan,

Çiftehavızlar: 04.12.2011

Bu yazı dizisi, başlığındaki konularla ilgili olarak, devam edecektir. Lûtfen takip ediniz. Ki; bilmediğiniz çok enteresan konulara vakıf olunuz. Hem kendinizi hem de çevrenizi tanıyınız. 

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..