Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '12

 
Kategori
Güncel
 

21.12.2012'de ne olacak?

21.12.2012'de ne olacak?
 

Google'dan alıntıdır.


2012 foton kuşağı geçişinin en üst sadmesine yaklaşırken…
Tarih de giderek yaklaştıkça
herkes daha da bir fazla, bunu konuşur oldu.

Öyle ki, hemen herkes de bu konuda bir yazı yazdı gibi sanki.
Hani bir tek ben kaldım yazmayan galiba!
E yani, benim başım da kel değil hamdolsun.
Ben de yazayım da bari, tam olsun:)

****

İnanan var, inanmayan var…
Çünkü zaten kimsenin bu konuda bir şey bildiği de yok!!
Onun için böyle oluyor zaten.
Neye inansın, neye inanmasın… veya nasıl olup da inansın, nasıl olup da inanmasın?
O yüzdendir ki  ben mesela,
İnanana da gülmem, inanmayana da gülmem!
(Çok çok ender olarak boş bulunup -gerçi hiç hatırlamıyorum da öyle bir durumumu ama:)-, ben de o hataya düşmemişsem tabii)
Zira ben de zaten bilmiyorum ki bu konuda bir şey, nesine güleyim?!
Ben başka bir şeye gülerim.

Böyle şeylere gülmek, yani herhangi bir şey zaten bilinmediği-bilinemeyeceği halde kimi insanın buna inananla, kiminin de inanmayanla dalga geçmesi, alay etmesi filan, olsa olsa sadece bir “kibir”in ve aymazlığın göstergesidir, biliniz bunu da bu arada!

Yani o “inananla veya inanmayanla” alay eden insanın, son derece salakça bir şekilde kendini alık alık “bilir” zannetmesinin bir sonucudur bu sadece.
E bu durumda da kime gülünmelidir? Ona mı, inanıp-inanmayana mı?
:))))))))))))

Yani işte insanın, insanoğlunun garip tutumları, tuhaflıkları!
Kendi bilmezliğinde yok olup, kaybolup,  bilmezliğini dee, kendini de bilmeyip, kendi ağlanacak hallerine gülme sendromları.

****

Herneyse, onun için de ben işte, şu meşhuuuur 13. Baktun sonu ve insanlığın-medeniyetin 6. boyutuna/safhasına… yani sonuncu evresine/aşamasına (hani Allah da 6 günde yarattım der ya, onunla da bir bağlantısı vardır çünkü bunun, Kur’an ehli olanlar da hatırlasın) geçiş tarihi olarak yaygarası koparılan 21.12 mevzuuna ne inanıyorum tam, ne de inanmıyorum.  Tamamen bilinmez ve belirsiz bir noktadayım, mesafeliyim bu konuya, nasıl öyle olmayayım? 21.12 konusunda da, Mayalar hakkında da ne biliyorum, ne kadar biliyorum ki karar vereyim?

Ben n’apıyorum?

“Bilim”e bakıyorum, etrafıma bakıyorum… çevreme, dünyaya, bu konudaki şu güne kadar açıklanmış, bilinen ve de olan bitenlere, olmakta olanlara, bilimsel verilere, bulgulara, haberlere, açıklamalara bakıyorum, herzamanki gibi araştırıyorum, daha doğrusu araştırmaya çalışıyorum. Çünkü vakit dar ve güvenilir bilgi-açıklama da az! Bir taraftan terazinin bir kefesine birikimlerimi de koyuyorum, bir taraftan da gözlemliyorum, irdeliyorum, mevcut duruma da bir bakıyorum, tartıyorum bunları şöyle bir. “Din”e de bir bakıyorum, harmanlıyorum bunların hepsini ve bir sonuca varıyorum.

Detaylara, hele de asıl, “neden” şuymuş, niyeymiş vs.ye hiç girmeyeceğim, çünkü herkes zaten yazdığı için yok şu olacakmış, bu olacakmışları ve de herkes kendince nedenlerini, benim de bunları hele de olacağı söylenen şeylerin nedenlerini anlatmama, tekrarlamama gerek yok artık. Hani o yok foton kuşağıymış, yok marduk-muş, maya takvimiymiş, eskiden zaten bizden çok daha gelişik medeniyetlerin ve insan türünün yaşamış oluşuymuş, kara deliklermiş, güneş patlamaları, güneş fırtınalarıymış, yok öyle değil efendim sıfır noktasıymış, gezegen dizilimleriymiş vs. vs… zaten bunların hepsi yazıldı çizildi, herkes de bu söylencelerin hepsini biliyor durumda artık, haberdar zaten.

Evet, ben napıyorum?

Bilime bakıyorum…  ve hemen de şu gerçekle karşı karşıya kalıyorum: Bilim de peki bu konuda zaten ne kadar, ne biliyor?

Ancak şu var, pekalâ atmosferin, uzayın, belli birtakım gözlemlerin ve bilimsel tespit, hesap ve bulguların sonucunda güneşin durumunun, kutupların durumunun, manyetik alanların, dünyanın eksen eğimi ve sapmalarının, yörünge bilgilerinin, eskiye oranla şu anki iklim değişikliklerinin (hatta kaymalarının-düzensizliklerinin) veya o sıfır noktasının ya da o noktaya gelindiği tarihteki sair gezegen hizalanmasının vs vs… bu konuyla ilgili olarak zaten mevcut ve de OLUMSUZ verileri de var. OLUMSUZ bir evveliyat ve de  mevcut bir durum zaten var. Yani hiç kimse, şu anda dahi herşeyin yolunda ve gayet normal ve alışageldiğimiz bir şekilde hiç değişmeksizin seyrettiğini de, her zamankinden “hiç farksız”, yine sıradan bir oluşum-düzen içinde olduğumuzu filan iddia edemez de bu konuda bence. HERŞEY, eskisi gibi mi veya 5-10-20 sene önceki gibi mi “aynen”, şu anda bile?

Üstelik kimse demiyor zaten sadece bir günde, birşeyler olacak ve bitecek diye. Keza yine aynı şekilde sadece o tarih ve hemen sonrasında çok önemli ve ciddi boyutta birşeyler olacak ve herşey bitecek, yani  bu kıyamettir, dünyanın-insanlığın sonudur diye de bir şey söylenmiyor.

Sadece “bir şey” olacak, OLABİLİR deniyor. Belki de gayet önemsiz ve çoğu insanın hiç farketmediği bir şey de olabilir yani, neden olmasın?  Var mı olmaması için bir garantimiz, “kesin bir kanıtımız” elimizde?  YOK!  E o halde? Neye dayanarak inanmayacağız? Veya neye dayanarak inanacağız?

Ve sonrasında da “belli bir süreçten” söz ediliyor…  Hem olay vukuundan sonra olumsuz bir dönemden, ya da giderek olumsuzlaşan bir dönemden, hem de o dönemden sonrasında da olumlu ve çok daha iyi, gelişkin ve özlenen, sevinçli ve mutlu bir dönemden, bir “altın çağ”dan, yani asıl mantalitede, gelişmişlikte bir sıçrama’dan söz ediliyor, hepsi bu.

E ne güzel işte, nesi kötü ki bunun zaten? Yani olumlu düşünüp inansak, daha iyi değil midir sizce de? Mesela yani:))  Yani o olumlu düşünce enerjisiyle, olumlu olanı, iyi olanı çağırmış-çekmiş oluruz, belli mi olur:)) Bakmayın güldüğüme, her ne kadar yaşam koçuydu ,NLP’cisiydi filan, tümüyle kandırılmış- aldanmış zihniyetler olduğunu bilsem de, vardır da yani böyle şeyler… Sadece o tayfa (ya da çoğu diyeyim), bu olumlulukmuş, düşünce enerjisiymiş, çekim yasasıymış vs.nin tam ne olduğunu, tam koşullarını, tam asıllarını, muhteviyatını bilmiyorlar, o yüzdendir ki zaten, yine sanrılarda, abuk subuk, yarım yırtık bilgileriyle ahkâmlar keserken bir taraftan, bir taraftan da tutarsız ve çelişkili bir dolu şeyler hem yapıyor, hem de söylüyorlar… Böylece de onların kendi yanıldıkları yetmiyormuş gibi, bu yanılgıları vesilesiyle insanları da yanıltmış oluyorlar. Bu da insanların da yanıltılması açısından  evet, beni çok çok çok rahatsız ediyor!

İnsanların yanılmasını, yanıltılmasını istemiyorum, sevmiyorum. Zira insanlara da, insanlığa da, toplumlara da, ülkeye de, dünyaya da hep ve sadece “yanılgılar” zarar veriyor! Bu yönümü, yani beni artık tanımış olmalısınız.

İşte 21.12.2012 konusu da yine aynen bu şekilde.
Yanılmayalım, yanıltmayalım da kimseyi.
Ve
Ne yalnızca “olacak” diyebiliriz kimseye, ne de olmayacak diyebiliriz. Bu kesin ve nettir!
Bir İHTİMAL vardır sadece ortada. Bir belirsizlik ve bilinmezlik!

Nedir o ihtimal de?
Birden bire veya giderek daha da bir hızla ve artan bir düzeyde bir kötü durum, bir düzensizlik olabilecek, sonrasında da bizim çağımızdakilerin hiç görmediği, yaşamadığı denli pespembe, hayal gibi, rüya gibi bir düzen, bir güzellik, bir iyilik… bir görü, bir bilgelik, bir bilinç hali ihtimali.

Tanrım ne kadar hoş, ah keşke, keşke..! Dileklerim kabul mu oldu yoksa, ya da olacak mı yoksa ne!?

Üstelik bu, fizik bilimi açısından da, kozmik bilim açısından da, keza bazı sosyal bilimler nezdinde de zaten bilinen bir kuraldır. Düzensizliğin bir EN DİP yapıp hemen onun akabinde de düzenin, aydınlığın, iyiliğin, güzelliğin gelmesi, başlaması DÖNGÜSÜ!  Ve belli bir süreç ve (ilginçtir ki onun da yine) bir düzen içinde, düzensizliğin düzen, düzenin de bir düzensizlik getirme olgusu. Yani bir anlamda da, her başlangıcın bir sonu, her sonun da aynı zamanda başka bir şeylerin de başlangıcı olması durumu.

En basitinden, şunları hatırlayalım, denizler durulmaz deriz dalgalanmadan… Ve yine, her gecenin bir sabahı, her gündüzün bir sonu, bir gecesi olduğunu hem söyler, hem biliriz de zaten. Bir de şöyle denir hani, “gecenin en karanlık anı, şafağa en yakın andır”..!
Unutmayalım.

Onun için, o  ikinci dönemi düşününce… valla değer, keşke olsa. Razıyım ben mesela 3-5 gün karanlık, soğuk vs. olacakmış, tüm iletişim ve elektronik  veya elektirikli aygıtlar, sistemler çökecek, hiçbir şey işlemez olacakmış; su yok, yiyecek yok, görüntü yok, ses yok, dışarı bile çıkamayacaksın, hem zaten  market de açık değil :) vs. vs. bir dolu şey… Tam bir ilkel ve işlevsiz bir durum, yokluk, yoksunluk, çoğu alışık olduğumuz şeyden mahrumluk ve de “zorluk” yaşanacakmış.  E yani ne olacak, varsın olsun, sonrası gerçekten de güllük gülistanlık olacak ise 3 gün 4 gün, bilemedin 3-5 ay ne ki,  idare ediveririz de yani bir şekilde, neden olmasın?

Bu süreç de Şubat’a-Mart’a kadar filan sürecekmiş… Hatta asıl “olan”, 13 Şubat’ta mı ne olacak-mış, 2013 yani asıl. Olsun yaaa, sürsün de yani dert mi, “alırız tedbirimizi”, dayanırız. Allah insanı dayanıklı yaratmış, kılmış… kimler nelere dayanmıyor? Nelere dayanmıyoruz şu anda bile zaten, bence çok daha ağır şeylere dayanmaktayız… neler yaşıyor insanlar-insanlık! Hem üstelik, kaz gelecek yerden tavuk da esirgenmez, esirgemem, lafı mı olur?!

Ve bilim dünyası da bunu ciddiye alıyor da zaten.

Mesela geçtiğimiz Eylül ayı sonlarında arkeolog ve antropologların ağırlıklı olduğu bir grup bilim adamı Meksika'nın Merida kentinde bir araya gelip, “MayaTakvimi ve 21.12.2012  Zirvesi” düzenliyor ve bunu tartışıp, onlar da  bir sonuca varıyorlar. Kararlarını da şöyle açıklıyorlar:

“Maya takviminin ve 21.12.2012 tarihinin Dünya'nın sonuna işaret etmediği, Güneş patlamaları, kuraklık ve benzeri doğa olaylarına işaret ettiği konusunda hemfikiriz.”

Hemfikirler…!??? Yalnızca bir kısmı değil, “hepsi” yani… birşeyler olacağından eminler!

Bu önemli bir açıklamadır, öyle ki NASA’nınkilerden bile önemli. Çünkü Nasa politik oynuyor, her bildiğini zaten açıklamıyor.

Hatta, o zirveye katılanlardan arkeolog Alfredo Barrera, "13, Maya Takvimi'nde çok önemli bir sayı, kesinlikle bir dönüm noktasına işaret ediyor ama sona değil" diyor.

Yani işin bilim, gözlem ve gösterge cephesi zaten böyle!

Bir de, ben kendimce,
“din”e de bakıyorum… Din derken, Kur’an’a pek tabii ki… Ve kıyamet göstergeleri bunlar değil zaten.
O başka bir tarihte, ama kimbilir hangi tarih… Allah biliyor sadece onu da, biz kimiz ki ve dediğim gibi işte, ne biliyoruz ki, asıl kıyameti de veya bunu da ve bunun ne olduğunu da, olup olmayacağını da bilebilelim? Onun için, 21.12 de veya 13 Şubatta birşeyler olursa da eğer, bu, olsa olsa “ara bir durum” olur zaten… ki bazı ayetlerdeki ayrıntılara baktığımızda, o da böyle bir duruma ters kalmıyor, ters düşmüyor, hatta  işaret ediyor da zaten… Bu da var yani!

Şu ana kadar, tartımız ne etti? Elde var iki! Bilime de ters bir durum yok, Kur’an’a da ters bir durum yok. Veee akla göre, yani zaten varolan mevcuda ve göstergelere-gözlemlere, bazı bilimsel verilere göre de esasen ters bir durum, olmamasına aykırı bir durum yok aslında. Yani, “hayır, kesinlikle olmaz böyle bir şey” diyecek bir durum da yok ortada!

Dolayısıyla da  sonuç… değişmiyor işte, halâ aynı: yani olabilir de, olmayabilir de… fifty/fifty!

İnanmak da çok normal, inanmamak da çok normal, ama her ikisi de yanlış!

Böyle bir durumda da insana düşen sadece tek şey kalır, inanmasan da, inansan da sen gene al da tedbirini, hani ne olur ne olmaz durumu!

Tedbir almanın insana bir zararı var mı peki? Koskocaman bir “YOK!”tur bunun cevabı da. İnsanın kendi kendine, abartmadan, yani sakin sakin ve olabildiğince tedbir almasının ne zaman bir zararı görülmüş ki insana? Hiçbir zaman! E o halde? Varsa eğer insanda akıl, aklın yolu birdir bana göre!

Ben tedbir alırım arkadaş. Olmazsa da öyle bir şey, ne gam… ne kaybederim ki, hiçbirşey! Amaaaa (olmaz ama) ya olursa bir de… iyi ki derim tedbir almışım. Çünkü  almazsam eğer, ola ki o sonradan pişman olmak var ya, işte en kötüsü o olur zaten o zaman!

Ben hep de böyleydim ve böyleyimdir zaten, hayatım boyunca da bu özelliğim ve niteliğim, bu doğru düşünme, düşünebilme ve doğruyu yapabilme yetim ve yeterliliğim sayesinde, sadece “iyi ki”ler biriktirmişimdir, keşkelerim ve pişmanlıklarım ise neredeyse hiç yoktur. Hele de “kendi yaptıklarım ve yapmadıklarımla” ilgili olarak, (şimdi buna da inanmayacaksınız biliyorum ama), hiç hiç hiç, hiç yoktur. Bilir miydiniz, ya da bilir misiniz veya zaten bilebilir misiniz… gerçekten de öyle olup olmadığını? Böyle yani, ister inanın, ister inanmayın, ama “gerçek” bu işte hamdolsun ki.

****

Yani, korkuya, telaşa, paniğe de gerek yok. Şartları öyle zorlamanın da anlamı, mantığı yok! Sadece “ufak ve kendince” tedbirlerdir sözünü de ettiğim. Ne bileyim mesela 2-3 damacana daha su alırsın eve, un bulundurursun. Ocaktaki tüpü dolu tutar ya da yedeklersin, mum-kibrit-fener-pil vs bulundurursun; keza yine tıpkı depremdeki gibi, önemli belgelerini bir araya toplar, birer kopya da alırsın, ikisini ayrı ayrı ama belli bir yere koyarsın, acil durum çantası gibi mesela, hepsi bir yerde durur. Bu arada bilgisayardaki senin için önemli detayları da yedeklersin, varsa sürekli kullandığın ilaçların onları da yedekler, hepsini belli bir yerde tutarsın, falan filan. Daha fazla ne yapabilirsin ki… Dünyadan söz ediyoruz çünkü, kaçsan nereye kaçacaksın, korkunun ecele de faydası yok! Böyle durumlar, ihtimaller karşısında korkmak saçmadır, işin sadece o yönü işte komik! Korku-panik yönü komik. Ve de tabii kendini bu düşünceye, bunun olacak olmasına ya da olmayacak olmasına fazlaca kaptırma hali ancak olsa olsa komik!

Mantık ve muhakeme her zaman devrede olmalıdır. Verilere dayalı, doğru bilgilere, gerçeklere dayalı, zaten olan bitene, olmakta olanlara dayalı mantıktan söz ediyorum!

****

Üstelik “sırf benim cephemde” bir de şu var:

Ben asıl şu “Cern” denen deneyden, taa en başından beri zaten fena halde kıllanıyorum.

Bilim adamları karanlıkta göz kırpıyor orada.

Tamam, bilim adamlarına tabii ki saygım var ve güveniyorum da onlara ama, yazımın başlarında  bir yerde dediğim gibi işte, bilim zaten ne kadar neyi bilir durumda ki halen?

Yani sorun bilim adamında değil, bilimde; bilimin halen erişmiş olduğu noktada, henüz yetersizliğinde. Bilimin de henüz yeterince yeterli olmayışında.

Hâl böyleyken, bilimin zaten hiç bilmediği bir konuda da üstelik, müthiş “riskli bir deney” yapılıyor orada bana göre. İşin riski, çok ciddi boyutta, çünkü mevcut bilmeyişin de ötesinde, daha daha hiç bilmedikleri bir konuda, üstelik “big bang” gibi bütün şu kâinatın zaten oluşumunu tetikleyen bir maddeciğin veya  “BU VARSAYIMIN” deneyini yapmaktalar, düşünsenize işin boyutunu! Ve riskin de boyutunu! Zaten bilmedikleri bir konuda en en en ufak bir hatada veya herhangi ufacık bir şeyi “hesaba katmadıklarında!”, Kİ ZATEN HERŞEYİ BİLMEDİKLERİNDEN DOLAYI, HERŞEYİ HESABA KATAMAYACAKLARI İÇİN  riskin de ne “yüksek bir ihtimal” boyutunda olduğunu da, düşünün bir!

Deney ve ortam zaten nükleer nitelikte. Ve Higgs alanı, Higgs bozonu derken, müthiş bir enerji açığa çıkmakta; neyi ve nasıl tetikleyeceği, tetikleyip tetiklemeyeceği de “bilinmeyen” çok yoğun ve yüksek bir enerji söz konusu!! Yerin altındaymış-üstündeymiş, farkeder mi sizce öylesi bir enerjiyi kontrol edebilmek açısından ve o enerjnin etkilerini sınırlamak veya dışa taşmasını-kaçmasını önlemek açısından, nasıl risksiz ve emin, güvende olunabilinir ki bunun birşeyleri tetiklemeyeceğinin garantisini verebilecek kadar?! Onun için güneşteki patlamalara, gezegenin tekinin gelip de dünyaya çarpmasına filan bile ne gerek? Cern bize yeter de artar bile bir aksilik vukuunda zaten. Yani Cern, ama yalnızca bu açıdan, böyle bir tehlikeye-riske “her an” gebe durumdadır da zaten, maalesef.

Ve işte buna bağlı olarak da EN ÖNEMLİ HAVADİS, en önemli ayrıntı: Cern’de tüm sistemin 16 Aralık'ta durdurulup, 4-5 gün sonra da tekrar ve tüm hız, tüm devrelerin açılıp, yani enerjinin birdenbire ve çok yoğun bir şekilde devreye sokularak, deneyin “yeni bir aşaması” için start verileceği açıklanmış! Gel burdan yak işte!  Mış diyorum, çünkü 16’sında tüm devrelerin stoplanması kesin bir bilgi, onda bir sorun yok da, ama o yeni deneyin başlangıç tarihi ne zaman, işte bunun tam ve resmî bir açıklamasına da ulaşamadım maalesef… Ama böyle bir “ihtimal” dahi ve aslında da sadece bu haber dahi, “tek başına bile” ve tarihi her ne olursa olsun, ister 21’i, ister 25’i, isterse Ocak’ın bilmem kaçında olsun, benim 21.12. 2012 diye adlandırılan söylencelere hepten duyarsız kalmamam için zaten yeterlidir!

Sizi bilmem ama, ben böyle düşünüyorum.

Hem ayrıca bir şey daha var, yine bir veri! Üstelik çok yakın bir zamanda, 2 ay kadar önce olmuş ve gerçekleşmiş, ama hala da açıklanamayan bir olgu, bir olay daha! Onu da bundan sonraki yazımda yazacağım.

*****

Şimdi biraz da ciddiyetten sıyrılayım:)
Aslında bence, Mayalar da teknik ve de estetik bi hata yapmışlar. Ya da onlar değil de, o takvimi çözüp hesaplayan ŞİMDİKİ İNSANLARDA yine bir yanlışlık var mutlaka bence… ne bileyim… 20.12.2012 olmalıydı  mesela o tarih… veya 21.12.2112. Bence öyle daha simetrik, daha şık, daha estetik olurdu yani:)) Hem üstelik, bundan sonraki nesillerin akıllarında tutması da daha kolay olurdu böylece. Öğrencilik yıllarımızda, ezberlediğimiz o yüzlerce, tonlarca tarihi hele düşünecek olursak… :)

(hemen ve tekrar yine ciddiyet:)
Hoş, belki de öyledir, dediğim gibi asıl tarih 20.12’dir belki de gerçekte, kimbilir? Şöyle mesela:

“Olay”(o her ne ise artık), belki de minicik bir şey (kelebek etkisi gibi hani) 20’sinde olmuş olacaktır da, (ya da çok daha önce başladı belki de) ama haliyle etkileri de 21’inden itibaren görülmeye başlayacaktır belki… kimbilir? O yüzden belki de 21.12 denmiştir… Hani bir de yine şu var ya, üstelik en kesini de budur zaten, en uzun gecedir ya bir de o tarih, ekinoks hani… dedim ya, kimbilir?

Evet, kimbilir? Kim bilebilir ki işte ne olduğunu ne olacağını?.. KİMSE!!

Olur ya da olmaz… çok da önemli de değildir. Ya ölürüz, ya kalırız; belki olur, belki de hiçbir şey olmaz, aynen devam… ama en önemlisi  şudur: OLANa “göre” de pozisyon alırız! Verilere, “GERÇEKLERE” göre de yani. Öyle hiçbir şey olmayacak-olmaz diyerek oturup da durulmaz,  işte o kadar:)

Sizi bilmem, bilemem;
Ama ben hem çok cesur, korkusuz, ÇÜNKÜÜÜ:
Hem de tedbirli kadınımdır, vesselâm:)

Bana bağlı olsun, elimden gelsin yeter ki.
Zira daha ötesi zaten benim irademin dışındadır… ama,
İnsanın kendine karşı mesuliyeti de bağlayıcıdır!
Onun için, inanıyorum demek kadar, inanmıyorum demek de, iş değildir.
Ya da şöyle söyleyeyim:
İnanmıyorum demekle bitmez iş!

 

 

Filiz Alev
04.12.2012

 

 

 
Toplam blog
: 157
: 3152
Kayıt tarihi
: 03.03.11
 
 

Ekonomistim, emekliyim. İki evlat annesiyim. Müzikle ilgilenirim, bestelerim vardır. Düşünürüm, a..