Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '20

 
Kategori
Futurizm
 

21.Yüzyıl Büyük Kırılmalar-II

E. 21.YÜZYILDA TÜRKİYE’Yİ TEHDİT EDECEK OLASI KIRILMALAR

E.1- GİRİŞ:  

Bu makalede, Türkiye’yi tehdit edecek olası kırılmalar arasında, yukarıda belirtilen tüm dünya ile ilgili olanlardan çok, ülkemizde muhtemel kırılmalar başlıklar halinde tek tek ele alınacaktır. Bunlar adı üzerinde olacağı tahmin edilen şeylerdir. Yoksa mutlaka gerçekleşecek diye bir kayıt yoktur. Burada yapılan bir nevi kâhinlik değil, ilmik ilmik örülen bazı bilimsel verilerden, geçmişte kalan olaylardan çıkarımlar yapmak suretiyle olması muhtemel bazı kırılmalardan söz etmek ve bunların önlenmesi, ya da mümkün mertebe en zararla atlatılması, bir daha tekerrür etmemesi için neler yapılabileceğine parmak basmaktır. Bize göre Türkiye’yi en çok etkiliyecek olanı güncel de olması bakımından “Küresel Epidemidir”

E.2-  Küresel Bir Pandeminin Türkiye’ye Sıçraması :

2020 Şubat ayında Çin’in Wuhan kentinde başlayan yeni tip bir Korona Virüs (Covid-19) salgının Çin ve komşularıyla sınırlı kalacağı sanılıyordu. Çünkü daha önceki Sars ve Mers salgınlarında böyle olmuştu. Ancak zamanında alınan karantina tedbirleri dolayısıyla ülkenin tamamına yayılmadan ardında 3000’e yakın ölü bırakarak sönmeye başlarken, önce İran, ardından da İtalya ve İspanya’da patlak vermeye başladı. Bu ülkelerde yüzbinler enfekte olurken, ölü sayıları binlere tırmanmaya başladı. Bu satırların yazıldığı Nisan ayı ortasında başta ABD olmak üzere enfekte olan test uygulanmış kişi sayısı 2 milyona, ölü sayısı da 150 binlere ulaşmış durumdadır. Bu ülkelerde neredeyse bir aydan beri karantina uygulanmasına rağmen salgın durdurulamamakta, ekonomiler SOS vermekte, sağlık sistemleri neredeyse çökmeye yüz tutmuş durumdadır. Türkiye’de ise test yapılmış hasta sayısı 350 bine, ölü sayısı da 1500’e ulaşmıştır. Buna karşılık halkın çoğunluğunun bilinçsiz olması nedeniyle, sokaklardaki taşıyıcı sayısının milyonlara ve ölümlerinin de en az 50 – 60 bine ulaşması beklenebilir. Bu arada işyerlerin büyük bölümünün 2 haftadır kapalı olması nedeniyle ekonomi S.O.S vermekte, işsizlik çığ gibi artmakta ve belirgin ekonomik göstergeler olan borsa hızla düşerken, altın ve döviz gemi azıya almış bir haldedir.

Türkiye’nin mevcut direniş gücüyle bu ürkütücü durumlardan çöküntüye uğramadan çıkacağına inancımız tam olmakla beraber mayıs ortaları gibi salgının hızını kaybetmesi de beklenebilir. Eğer en kötü senaryo gerçekleşir de epidemi 2022’ye kadar devam ederse en güvendiğimiz dal bir aşı bulmaktır. Aksi halde olabilecekleri tahmin etmek bile ürkütücüdür.

Bu tür küresel epidemilerle gelecekte de karşılaşmamız kuvvetle muhtemel olması nedeniyle, (Buna antibiyotiklerin etkisini kaybetmesini de ekleyebiliriz) bu tür salgınlarla savaşmak üzere AFAD İdaresi benzeri güçlü ve daimi bir yapının kurulması (Epidemiyle Mücadele Başkanlığı gibi), hazır bekletilen veya derhal dönüştürülebilen tedavi merkezlerinin inşa edilmesi, böyle durumlarla karşılaştığında ekonomiye kanalize edilecek büyük bir “Kara gün fonunun“ hazır olması, bu paraya asla dokunulmaması, gıda, temizlik maddesi, tıbbı malzeme ve ilaç, ventilatör gibi tıbbı cihaz stoklarının her durumda yeterli olması ve bunun ülke çapında denetimi, ilaç ve aşı üretim yeteneğinin yeterli hale getirilmesi, karantina metodları hakkında aynen deprem de olduğu gibi mahalle bazına kadar inen yönetmelikler hazırlanması, zaman zaman tatbikatlar yapılması hayati bir önemdedir.

Galiba uzun yıllardır konuştuğumuz deprem tedbirlerini artık epidemi için de almak zorundayız.

E.3- İstanbul Depremi:

"ÖLEN KURTULACAK"

Marmara depreminin sonuçlarının neler olabileceğine ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Ersoy, “İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bu bölgede olabilecek zararlar konusunda yabancılarla birlikte çalışıp, kaç kişi ölebilir, kaç kişi yaralanabilir senaryosunun bize maliyeti ne? Mesela maliyetinin 100 milyar TL olduğu düşünülüyor. Bakın ne kadar büyük para. Ama bunun çok azıyla Marmara’da pek çok şeyi halletmek mümkün olabilir. Bunun dışında ölen kurtulacak. 2 milyon insana her gün bakacaksınız, yedireceksiniz, barındıracaksınız ve bunu bir gün değil bir yıl, iki yıl yapacaksınız. Çok büyük bir maliyet ve çok büyük bir kumar. Bu kumarı oynamamak gerekiyor. Bu partiler üstü bir konu. Bütün partilerin, bütün karar vericilerin kol kola girerek bu işi çözmeleri gerekiyor. Türkiye’nin en büyük projesi deprem projesidir. Son zamanlarda sevdiğim bir söz var. Bir şey alırken ihtiyaç mı istek mi diye kendimize sormamız istenir. Diğer projelerin hepsi istek deprem ihtiyaç projesi. Dolayısıyla aklımızı başımıza devşirip bu işi her şeyin önüne almamız gerekiyor. Çünkü 20 yıldan beri söylediğim bir söz var. Marmara depremi milli güvenlik sorunu. Gerçekten bunu inanarak söylüyorum. Büyük bir kaos olabilir. Bu kaosun önüne geçmek ancak hazırlıklı olmakla mümkün olabilir” diye konuştu

"MARMARA TÜRKİYE'YE BAKABİLİR, TÜRKİYE MARMARA'YA BAKAMAZ"

Konuşmasının bir bölümünde Marmara depreminin niye önemli olduğunu da anlatan Prof. Dr. Ersoy, “Birincisi sadece İstanbul’da 17 milyon insan, etrafındaki illeri de saydığımızda nüfus yaklaşık 28-29 milyon. Türkiye’nin önemli kesimi burada yaşıyor. İstanbul’da 4 milyon konut var. Marmara genelinde 6 milyon konut var. Türkiye’de 22 milyon konut var 6 milyonu burada. Bütün ekonomik girdi burada. Eğitim burada, kültürel yapılar burada. Yani bunu söylerken Marmara’nın insanı, Anadolu’nun insanından daha kıymetli demiyoruz. Marmara Türkiye’ye bakabilir, Türkiye Marmara’ya bakamaz. Bu anlamda bu çok önemli bir proje” dedi. ( Prof.Dr.Şükrü Ersoy – Marmara Depremi ve Tsunami Potansiyeli Semineri)

            Yukarıda daki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere İstanbul ve çevresini etkiliyecek bir depremin nitelkiğini, ne zaman olabileceğini, dev metropolünasıl etkiliyeceğini uzun uzadıya anlatmaya gerek yoktur. Bu gerçek çok çeşitli mecralarda uzan uzadıya, enine boyuna konuşuldu, tartışıldı. Burada asıl önemli olan şehrimizin Türkiye Ekonomisi içindeki çok önemli yeri, hafızamız, milli varlığımız, kültürümüz, velhasılı  “Her şeyimizin her şeyi “ olması hasebiyle uğrayacağımız büyük yıkımın Türkiye’nin de bel kemiğini kırabilecek kadar devasa sonuçlar doğurabileceğidir.  Başka bir deyişle olay sadece şu kadar kişinin öleceği, şu kadar binanın yıkılıp, şu kadar ailenin evsiz barksız kalması meselesi değildir.Bu nedenle 21.Yüzyılın gelecek on yıllarında veya çok daha yakın bir tarihte karşılaşacağımız bu acıklı kırılma için her şeyi bir yana bırakıp, var gücüyle çalışmamız icab eder.

            Ancak üzülerek görüyoruz ki devasa projeler deprem için değil, “Çılgın düşler” için yapılmakta. İstanbul’u ve dolayısıyla Türkiye’yi böyle bir tehlikeden kurtarabilecek on milyar dolarlar bu rüyalara yatırılmak istenmektedir. Halbuki bu parayla İstanbul’un yıkılmaya aday tüm semtleri acil olarak yenilenilebilir, alt yapı tesisleri, okullar, hastaneler sağlamlaştırılabilir ve erken uyarı sistemler bazında yapılmadık şey kalmazdı.

            E.3-  Suriyeli Nüfus Bombası:

            Suriye’de yıllardır devam eden iç savaştan kaçan (Bir araştırmaya göre gerçekten canını kurtarmak için kaçanların oranı % 25’tir. Geri kalanlar iç harb şartlarında çok zorlaşan geçim şartlarından bunalanlar, Türkiye’ da iş hayatına atılarak mal mülk edinmek isteyenler ve Avrupa’ya geçiş için Türkiye’yi basamak olarak kullanmak isteyenlerdir) 5 milyona yaklaşan sığınmacının hangi şartlarda ülkemize geldiğini biliyoruz. Savaş uzadıkça 7-8 milyon gibi ürkütücü rakamlara varabilecek bu akın ülkenin hâlâhazırdaki dengesini bozması yanında, geleceğimiz için de büyük riskler taşımaktadır. Bu risk, Suriyelilerin hemen tamamının eğitimsiz, toplumumuzla uyum sağlaması mümkün olmayan, çatışma ve kavgaya eğilimli, çok yüksek oranda bir doğurganlık oranına sahip olmasından kaynaklanmaktadır. Eğer mevcut 5 milyona, 2 milyon daha eklenirse, bu 7 milyonluk kütlenin (Suriye’nin nüfusunun 3/1 i) 2030’lu yıllarda 15 milyonu geçeceği, Türkiye’nin hem toprak bütünlüğü, hem de iç barışı ve istikrarı için çok büyük bir risk taşıyacağıdır.

            Böylesine büyük bir kırılma riskini bertaraf edebilmek için acilen, katil ve despot olduğu su götürmez olan Esad’la anlaşma yolları aramalı ve karşılıklı mutabakata varılarak Suriyeli sığınmacılar ülkelerine geri gönderilmelidir. Ya bile bile bu dev kırılma riskini göze alacağız, ya da bu insanları kendi ülkelerine göndereceğiz. Bu meselenin üçüncü bir çözüm şekli yoktur.

            E.4- Bölgesel Bir İç Savaşa Girilmesi:

            Son vukubulan İdlib krizi göstermiştir ki, içinde bulunduğumuz netameli Ortadoğu coğrafyası her an patlamaya hazır bir barut fıçısı gibi bir yerdir. Böyle bir coğrafyada hiç niyetiniz olmasa bile, Suriye iç şavaşında olduğu gibi oluşan bataklığın içine çekilebilir, beklenmedik saldırılara uğrayabilir veya yerinden yurdundan koparılmış milyonların kitlesel göçlerine maruz kalabilirsiniz. Hatta bu, sık sık yersiz yersiz tekrarlandığı gibi bir beka sorunu haline bile gelebilir. Bulunduğumuz coğrafyayı değiştiremiyeceğimize göre, burada “Tek parça” yani istikrarlı, gelişmiş, refah içinde özgür bir ülke olmanın yolunu ileri teknoloji ile desteklenen güçlü bir ordudan geçer. Bu meyanda çok güçlü bir orduyu eksiksiz donatacak ultrasonic savaş uçakları,aktif korunmalı tanklar, balistik füzeli hava savunma sistemleri, son model savaş gemileri ve hatta lazer silahlarına sahip olmamız bir gereklilik değil, tabiri caizse hayat-memat meselesidir. Böyle bir ordu etkili caydırıcılık sağlayarak ani düşman saldırılarından koruyacak, dibi görünmez savaş bataklığına çekilmemizi önleyecektir.

            E.5- Fetö Misali Tehlikeli Bir Tarikat Darbesi:

            Türk Tarihi’nin Hassan Sabah Fedaileri ile birlikte en tehlikeli örgütü olan Fetö’nün uzun seneler boyunca ilmik ilmik dokuyarak devletin bünyesine yerleştirdiği kanser urları, 15 Temmuz 2016’da patlayarak tüm vucüdü yok etmek üzereyken vatansever halkımız ve güvenlik kuvvetlerimizin gayretiyle püskürtüldü. Elebaşlarının çoğu yakalandı, diğerleri yurt dışına kaçtılar. Aradan 4 yıl geçmesine rağmen bünyeden temizlenmesine devam edilen bu cerahatın hâlâ mikrop ürettiği ortadadır. Buna rağmen yeni Fetö adayları,ne yazık ki aynı metodları uygulayarak bünyeyi sarma ihtimali; geleceğimiz için ciddi bir tehdittir. Çünkü bunlar için Türkiye Cumhuriyeti Devleti, bir an önce yıkılması gereken bir “Dar-ül Harb” alanı kabul edilmekte, bu uğurda savaşıp ölenlerin şehid sayılacağı militanlarına empoze edilmektedir. Bazı cihatçı-Selefi örgütlerle iç içe olan bu yapı, kendini yeteri kadar güçlü gördüğünde Fetö misali bir kalkışmaya girişmekle tereddüt etmez. Böyle bir ürkütücü ihtimal ülkemiz ve devletimiz için tam bir beka meselesi ve kırılmadır.

                        E.6- Çok Şiddetli ve Derin Bir Ekomomik Kriz Meydana Gelmesi:        

Cumhuriyet Tarihinde bazıları çok şiddetli, birçok ekonomik kriz meydana gelmiştir. Hatta rahatlıkla denebilir ki Atatürk Dönemi hariç, her dönem kendi kriz dinamiğini içinde taşımış ve bu dönemlerin bitişi, ya askeri darbeler ya da seçimle  iktidarın kaybedilmesiyle sonuçlanmıştır. Bu açıdan ülkemizin krizlere karşı şerbetli olduğu söylenebilir ama büyük olaylar (Pandemi, savaş, doğal afet) sonunda meydana gelecek devasa bir kriz; geçmiş krizlere rahmet okutabilir. Böyle bir kriz ekonomik ve toplumsal yapıyı temelinden sarsabilecek, sosyal patlama ve hatta iç karışıklıklara neden olabilecektir.

Böyle bir krizi önleyebilmenin çok fazla bir yolu yoksa da mümkün mertebe az zararla atlatmanın tek yolu “ Böyle bir krizi iyi idare etmekten “ ve “Böylesi kara günler için yeterli milli para ve döviz stokunun“ olması gereklidir. Böyle bir stok yoksa İMF ve Dünya Bankası gibi uluslararası kurumlara da mutlaka başvurulmalıdır. Bu başvuru zamanında yapılmazsa uğranılacak tahribat daha büyük ve katlanılan şartlar daha ağır olacaktır. Ancak bu işin en garantili yolu “ İleri teknoloji Ağırlıklı” bir kalkınma stratejisine ağırlı vererek bu mallarda dünyanın tedarikçisi olmalı ve bu sayede büyük ölçüde döviz biriktirerek kara günlere hazırlıklı olunmalıdır.

E.7 – İsrail’in (Beyneminel Siyonizm) Kıyameti Hızlandırmak Safsatası ile Mescidi Aksa’yı Yıkması:

Bilindiği gibi Beyneminel Siyonizm ve onun türevi Evengelizmin Hazreti İsa Mesih’in dünyaya gelişini sağlamak için kıyameti hızlandırmak gibi safsata dolu bir görüşü ve bu görüş çerçevesinde uyguladığı derin ve gizli çabaları vardır. Bu çabalar zaman zaman açıkça, zaman zaman da üstü kapalı olarak yapılmakta, Yahudi ırkının dünya hakimiyeti için dünya çapında oyunlar, desiseler, darbeler( Fetö darbesi bile bu kapsamda idi) ve hatta savaşlar (Suriye İç Savaşı’na bu gözlükten bakılabilir) çıkarılmaktadır.

Beyneminel Siyonizmin ve onun devletleşmiş şekli İsrail’in bu “Megalo İdea” uğrunda son dönemeci; “Armageddon–Son Savaş” adını verdiği kampanya oluşturmakta ve bunun fitili de Müslümanlar için çok büyük önemi olan Küdüs’teki Mesdcidi Aksa’yı yıkması olacaktır. Bilindiği gibi Mescidi Aksa’nın temellerinde Davut Tapınağı’nın olduğuna inanılmakta ve onu meydana çıkarabilmek için yer altında büyük kazı çalışmaları yapılmaktadır. Bu çalışmalar esnasında temelleri yokolan Mescidi Aksa birden bire yıkılırsa tüm dünya bir anda barut fıçısına dönebilir. Müslümanların ilk Kıblenin yıkılışını içilerine sindiremiyecekleri, İran, Pakistan, Endonezya ve Kuzey Afrika ülkelerinde büyük olayların patlak vereceği ve hatta Suudi Arabistan ve Mısır gibi pasif ülkeler rejimlerinin devrilebileceği çok büyük bir ihtimaldir.

Böyle bir durumda da Türkiye’de büyük halk hareketlerinin olması, bazı aşırı uçların bu olayları şiddet olaylarına kanalize etmesi, İsrail’e verilecek pasif bir cevabın kitlelerce kabul edilmemesi ve hatta Ortadoğu’da çıkacak büyük bir bölgesel savaşa “Armageddon”, Türkiye’nin iştiraki bugünlerde çok göze çarpmayan ama ülkemizin geleceğini büyük çapta sarsabilecek bir kırılma olabilecektir.

F. SONUÇ:

Tüm iktisadi, bilimsel ve teknolojik gelişmelerin amacı dünyayı daha iyi bir yer yapmak içindir. En azından bu amaç doğrultusunda çalışıldığı ifade edilir.Hatta laboratuarlarda zehirli gaz veya biyolojik silah olsun diye virüs üretenler bile insanlık için çalıştığını söyleyebilirler. Ancak ortaya çıkan sonuçlara bakıldığında hiç de böyle olmadığını görüyoruz.İnsan oğlunun bitip tükenmeyen hırsları ve hakim güç olma isteği eninde sonunda ülkeleri, bölgeleri ve hatta tüm kıtaları ateşe atabilecek bir kırılmaya yol açabilmektedir. Bu bakımdan dünyada ve ülkemizde olabilecek olası kırılmalara karşı uyanık olunması, izleme grupları kurularak şimdiden tedbir alınması hayati bir konudur. İçinde yaşadığımız dehşetli pandemi, “Bir musibet bin nasihatten evlâdır” atasözünün boşuna söylenmediğini ispatlamıştır.

 
Toplam blog
: 343
: 446
Kayıt tarihi
: 19.02.11
 
 

Marmara Üniversitesi İktisadi İdari Bilimler Fakültesi mezunuyum. Teknoloji Yönetimi dalında mast..