Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Eylül '14

 
Kategori
Blog
 

22.Eylül.2014.Pazartesi

22.Eylül.2014.Pazartesi
 

 Bugün Erdek’ten Bandırma’ya döndük…

Kim döndü? Biz döndük… Ben eşim ve emektar arabamız… (Artık o da evladı iyal’dan birisi oldu çıktı..) Ondan kolay kolay vazgeçemeyiz.. Öyle sanıyorum ki , “Mavi Kuş”la aramda , birisini kıskandıracak özel bağlar oluştu… Ne o beni yarı yolda bırakıyor; ne de ben onun ihtiyaçlarını anlamamazlıktan gelmiyorum. Geçen gün onun yüzünden en iyi servis elemanlarıyla kapıştım. Niye? Onu anlamıyorlar, ona kötü davranıyorlar diye.. Gelecek sefer dünyaya geldiğinde bu araba mutlaka mavi gözlü bir dişi olur. Ben de eğer bir kez daha gelebilirsem, ona daha başka gözlerle bakar ve başka türlü yanaşırdım!

Tabii, taşınmanın yükünü sevgili karım çekiyor. Onu nasıl yadsırım. Zavallı sabah altıdan beri çalışıyor. Aslında bir gün önce, Salı günü hareket etmeye karar vermişti. Ama bu sabah (Pazartesi) gece üşüdüm, artık gidelim demesin mi!?

Der.. der .. der… Vallahi der. Ben de hiç sesimi çıkaramam. Çünkü öyle küçük meselelerde her zaman karar almaya onu yetkili kıldım. Üçüncü Dünya Savaşı’nı çıkarmak ise benim işim..! O işe de hiçbir zaman girişmiyeceğime göre, bütün dünya rahat olabilir.

Evet eski masamda, eski bilgisayarımda, şimdi çok daha rahatım. Bunu görüyorum. Ve galiba mutluyum. Alışıldık bir çevrede insan daha mı rahat ediyor ne?

Fakat bu taşınma işi başlı başına bir YABANCILAŞMA olayı. Bir kere Yazlık’a geldik mi.. Yazlık deyince ahım şahım bir şey sanmayın. İşte bizim fakirhane… O geniş evden sonra oraya alışmak bir felaket düzen değişikliği… Aslında yakınmak istediğim bin tane şey var da; gel de şikayet et. O zaman hemen hanım tarafından bazı iş bölümüne davet edilirim ki, o da benim hiç işime gelmez.

Ben Blog’ların adamıyım… (O da beni öyle sanıyor…!)  “Bizim herif koskoca “Milliyet Blog” da yazıyor…”  Az iş mi! Benim yazılarımı okudukça, oldukça hoşuna gidiyor. Bazen gıdaklıyor (yani gülüyor) bazen de dudakalarını büküp, bazılarına çok kızıyor.. yumruklarını sıkıp, mutfağa ihtilal yapmaya gidiyor (Bu demektir ki akşama yine Bulgur Pilavı var… Yaşasın!) Ama geçen gün ne dedi:

“Ben eskiden şiirden hiç çakmazdım; anlamazdım da; hoşlanmazdım da… Ama senin şiirlerini okudukça artık içimde bir şeyler kıpırdıyor… Hoşuma gidiyor… Bana şiirlerini hep oku” demesin mi! Canım benim… Benim en sadık okurum.  Onu nasıl kırarım. Zaten en güzel şiirlerimi okuyan (15)  (yazıyla :Onbeş)  kişi… İşte o kadar!

Evet, dostlar nereye gitsem bir süre kendi kendime yabancılaşıyorum. Sanki, o yeni çevre içinde yeni bir ben oluyorum. Neredeyse kendime, kendi dışımdan bakacağım (Ne demekse..!) Sağa sola dokunuyorum. İçeri, dışarı girip çıkıyorum… Kimin bu ev, bu eşyalar… Her şey … Halbuki buraya yıllardır gelip gidiyoruz..  ama her keresinde o yabancılaşmayı yaşıyorum. Sanki çevredeki eşyaları hiç görmemişim. Sanki o yatakta hiç yatmamışım… Başkasının yatağında yatmak benim için felaket bir olaydır. Duymasınlar ama, çocuklarımın evinde bile rahat edemiyorum. Yatak batıyor yahu… Sanki , bildik bir yerde değil, oteldeyim.

Bandırma’ya ; EVİMİZE döndük ama bende işte garip duygular..  her şey bambaşka. Alışık olmadık. Benim değil… Kimin bunlar, duygusu.

Gerçi insan bir süre bu çevreye de, evine de alışıyor. Eski düzeninini kuruyor ama asıl kötü olan insanın bu toplum içinde yabancılaşması. Dönüşte, arka bahçemizin orada, bir Halk Eğitim Merkezi beklerken, şimdi oraya başları bağlı bazı ortaokul, lise öğrencileri girip çıkıyor. Halk Eğitim Merkezi’nden bir İmam Hatip Okulu yaratmışlar. Helal olsun bu akla.

Bu çevreye alışamıyorsun… Bazıları içlerinden (Alışırsın… Alaşırsın…Türkiye nelere alışmadı ki!) diyebilirler. Doğrudur.. Ama her şey yavaş yavaş değişiyor. Gençliğimizdeki gibi değil. Sanki yabancı bir ülkede yaşıyormuşum gibi…

Büyük daireler, Bankalar; şirketler… Parayla oynuyorlar… Ama sonunda gelip insanın elini sıkıyorlar. Hem de nasıl sıkıyorlar. Kurtulmak mümkün değil. Her gün gazetelerde okuyoruz. Kredisini ödeyememek yüzünden, onuncu kattan kendini atanlar; intiharlar, intiharlar… Delirenler.

Çevre desen… Artık devasa binalar çoğalıyor… O binalar insanı eziyorlar. Durmadan birilerinin evleri, tarlaları alınıyor ve sonra dev gibi bir bina daha… O insanlar kaybolup gidiyorlar. Dostluk ahbaplık, insanlık silinip gidiyor. Dev gibi binalar ve onun içindeki bu dünyaya yabancılaşmış, birbirine yabancılaşmış, zavallı insanları.

Belki insanlar bu duruma bildiklerinden düşmüyorlar. Tabii  tahmin edemiyorlar. Her keresinde onlara çok güzel sözler söyleniyor. Şöyle olacak, böyle olacak derken… İnsan kayıp….

Ondan sonra zavallı küçük küçük çocuklar esrar, eroin içiyorlar; onu bulamazlarsa , tüpgaz,  tiner, çakmak gazı… ne bulurlarsa onu ciğerlerine çekip, kendilerinden geçiyorlar.. Niçin, çünkü onlara sunulan çevre insani bir çevre değil ki… Bu toplum onları insandan kabul etmiyor ki… Onları durmadan iteliyoruz veya sınıflara kapatıp, gerçek olmayan şeylerden söz ediyoruz. Onlar, çocuklar, gençler, nasıl bizlere inansın, nasıl güvensin.. Çünkü yalan içinde bir toplum yaratmışız. Her şeyimiz yalan. Ve gençler bunu görüyorlar fakat hiçbir şey yapamıyorlar. Ne yaparlarsa kendilerine yapıyorlar. Genç yaşta ölüyorlar. Zavallılar.. Aslında hepimiz zavallıyız, bize sunulan garip bir dünyada YABANCILAR olarak, yalancıların dünyasında yaşamaya çalışıyoruz.

İşte bu gün BLOG’da kendi kendimi şikayet ediyorum. Çevreme “Yabancılaşmışım” evime ve bu dünyaya… Onu söylüyornum. Yalan mı? Peki, yakınmayayım da ne halt edeyim.  Görüyorum bu dünya benim dünyam değil;  bu insanlar benim istediğim insanlar değil… Peki, ne yapayım… Söyleyin dostlar  NE YAPMALI? ÇARESİ NE?

 

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..