Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '18

 
Kategori
Özel Günler
 

23 Nisan 1920 Aydınlığı

23 Nisan 1920 Aydınlığı
 

23 Nisan'da çocuklar


 23 Nisan 1920’nin Aydınlığı   
 
Egemenlik Bayramı
 
Egemen bir milletin, 
Coştuğu bir gündür bu!    
Yurduma hürriyetin, 
Koştuğu bir gündür bu...
 
23 Nisan'ı veren, 
Bugünleri gösteren, 
Büyük Atam diyor ki: 
"Türk, çalış, övün, güven!"
 
(Ali Püsküllüoğlu)
 
"Bugün 23 Nisan /  Neşe doluyor insan/ Kamutay bugün doğdu / Saltanatı boğdu..." diye başlayan ve küçücük yüreklerimizi sevinçle, umutla dolduran.” Kamutay”,Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir.  Çocukluk yıllarımızda öğrenmiştik. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı son yıllarda, tüm yurt düzeyinde değil, sadece okullarda kutlanması, ulusal egemenlik kavramının yeterince önemsenmediğinin kanıtıdır; ama çocuklar bu 23 Nisan günü de sevinip, mutlu olacaklar.
 
23 Nisan 1920’ye değin egemenlik, padişahların elindeydi. Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılmasıyla egemenlik , padişahtan  alınıp  halka  verilmiştir. 
Çocuk Bayramı savaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşır.
 
Kurtuluş Savaşı’nda sayısız şehit çocuğu öksüz ve yetim kalmıştı. Bu kutsal emanetlere sahip çıkabilmek için, bizzat Mustafa Kemal’in himayesinde 1921’de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu.
 
23 Nisan 1923’te TBMM’de yapılan Hâkimiyeti Milliye Bayramı töreninde, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı’na protokolde yer verildi.
 
23 Nisan 1924 törenlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım temsil etti.
 
23 Nisanlar cemiyetin tanıtımı için fırsat olarak değerlendiriliyordu.  Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. Gazeteler rozet satışlarını teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek anlamına geliyordu.
 
23 Nisanlar, Himaye-i Etfal ’le özdeşleşmişti. 23 Nisan denilince şehit çocukları, şehit çocukları denilince 23 Nisan akla geliyordu.
 
Milliyet gazetesi 23 Nisan 1926’da “Çocuk Bayramı” manşeti attı. Alt başlığında “bugün istiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim” deniliyordu. Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi.
 
1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması üzerine ilan edilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı, Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından  Çocuk Günü olarak 23 Nisan’1927’den itibaren bir bayram gibi kutlanmaya başlanmıştır.
 
23 Nisan 1927’’de… Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”
 
23 Nisan 1928, artık tamamen “Hâkimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı” adıyla kutlanıyordu.
 
23 Nisan 1929, sadece bir günlük bayramla bırakılmadı, Mustafa Kemal’in talimatıyla yedi güne çıkarıldı, “çocuk haftası” ilan edildi. Etkinlikler çığ gibi büyümüş, tüm yurda yayılmıştı. Himaye-i Etfal’ in bu etkinlikleri tek başına yapabilmesi artık olanaksızdı. Balolar, konferanslar, anne eğitimleri, müsamereler, yarışmalar, şenlikler içeren kapsamlı kutlamaların düzenlenmesi dönemin en büyük sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’na verildi.
 
Himaye-i Etfal, sadece üç kuruşluk rozet satarak başladığı macerada… Yedi sene gibi çok kısa sürede 300 binden fazla şehit çocuğuna ulaşmayı başarmıştı. 1929 itibariyle, 300 binden fazla yetime düzenli olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale gelmişti.
Atatürk, 23 Nisan 1924’te ‘23 Nisan’ gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiş, bu tarihten 5 yıl sonra ise 23 Nisan 1929’da bu bayramı çocuklara armağan etmiştir. 23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır. 
 
Birleşmiş Milletler ’in 1979 yılını “Dünya Çocuk Yılı” olarak kabul etmesinden 59 yıl önce Atatürk, Ulusal Egemenlik Bayramı’nı çocuklara adayarak onlara ne denli önem verdiğini kanıtlamış ve dünyaya göstermiştir.
 
İlk olarak 1979 yılında altı ülkenin katılımıyla uluslararası boyutta kutladığımız bu milli bayramımız artık dünya çapında büyük değer görmekte ve her yıl ortalama kırk ülkenin katılımıyla uluslar arası bir çocuk şenliği şeklinde devam etmektedir. Yabancı ülkelerden gelen çocuklar ülkemizde sevgi ile karşılanmakta ve Türk çocuklarının evlerinde konuk edilmektedir.
 
23 Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” salt Türk çocuklarının değil; dünya çocuklarının da bayramıdır. Bu bayram, tüm dünya çocuklarına açıktır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen çocuklar, bayrama renk ve canlılık katarlar. Onlar, barışın, kardeşliğin, dostluğun simgesidirler. Bayramı el ele kutlarlar. Ülkemiz çocukları, dış ülkelerden gelen çocukları dostça bağırlarına basarlar. Dünya çocuklarla güzel, onların bayramlarını ellerinden alarak donuk kuşaklar yetiştirmeyelim. Cıvıltılarını duyalım. Bu yönüyle de bu bayramın ayrı bir anlamı ve önemi vardır.
 
23 Nisan’a 1920’ye nasıl gelindi?
Manastırlı Hamdi,16 Mart 1920’de,İngilizlerin Şehzadebaşı’ndaki Mızıka Okulu’nu, Harbiye’yi işgâl ettiklerini, Beyoğlu Telgrafhanesi’nde de İngiliz askerleri olduğunu, Mustafa Kemal’e bildirir.(Sabahattin Selek, Ulusal Kurtuluş Savaşı, C.s.5)
 
İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal, Anadolu’da ulusal bir meclisin toplanmasını düşündü. Daha önce 22 Nisan olarak düşünülen açılış günü, özellikle 23 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Cami’sinde kılınan cuma namazından sonra Ankara’da açıldı.23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapan TBMM ’deki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyledir: 115 memur, emekli; 51 kumandan, subay;46 çiftçi; 37 tüccar; 29 avukat; 15 doktor; 10 aşiret reisi, ağa; 8 tarikat şeyhi, 6 gazeteci, 2 mühendis. 
 
İlk TBMM’ i, o yıllardaki toplumsal yapının tümünü temsil eder nitelikte görülmekte; ne var ki mesleklerin dağılımında; memur, emekli, subay ağırlıklı olduğu görülüyor; çünkü o yıllarda, okuryazar bu meslek gruplarında. Ülke genelinde okuryazar oranı kadınlarda % 2, erkeklerde % 4. Ankara Garı’na gelen kravatlılar memur yapılır. Ülkede okuryazarlık düşük olmasına karşın milletvekillerinin eğitim düzeyi oldukça yüksektir.1920-1923 TBMM’deki milletvekillerinin birçoğu yüksek eğitimli, kimisi de birden çok yüksek okul bitirmiştir. 
 
Ülke koşulları dikkate alınırsa yüksek bir eğitim düzeyinde sahip oldukları görülmektedir. Medrese öğreniminin yanı sıra Rüştiye’yi veya İdadi’yi de okumuşlardır. Meclis’te Avrupa okullarını hatta birkaç üniversiteyi bitirmiş doktora yapmış milletvekilleri vardır. Tüm üyelerinin %30,2’si bir yüksek öğrenim kurumunu bitirmiştir. Bu grubun %10,5’i hukuk, %3,7’si tıbbiye ve %4,8’i Harp Akademisi mezunudur.
 
1920-1923 TBMM’deki milletvekillerinin 104’ü Fransızca, 84’ü Arapça,59’u Farsça, 21’i İngilizce, 21’i Almanca, 10’u Rumca, 8’i Rusça, 4’ü İtalyanca, 19’u diğer dilleri biliyor. Yabancı dil bilmeyenler 257
 
23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, ulusu demokrasiye, özgürlüğe, bilimsel düşünceye yöneltmiş; ulus olma bilincine ulaştırmıştır.
Ankara, Anadolu’nun ortasındadır. Buradan ülkeyi, Kurtuluş Savaşı’nı yönetmek –tüm zorluklara karşın-daha kolay olmuştur. Ankara ve çevresi, düşmanların egemenlik alanında da değildir. Bu nedenle, ulusal egemenlik bayrağı burada açılmıştır. Bu Meclis, gücünü toplumun her kesiminden almış; Misak-ı Milli sınırları içindeki topraklarımızın düşmandan temizlenmesi için gece –gündüz çalışmış, Türk ordusuna destek olmuştur
 
Ülkemizin gelişmesi, kalkınması Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yoludur. Bu yol, ülkemizi aydınlatacak; çağdaş, gelişmiş, kalkınmış ülkeler düzeyine çıkaracaktır. Hatta bu yol, ülkemizi Atatürk’ün de amaçladığı gibi çağdaş uygarlığın da üstüne çıkarmada rehber olmalı.
“Olağanüstü yetkilerle toplanan Büyük Millet Meclisi, tüm ülke işlerine el koyarak çalışmaya başladı. Meclis; kanun yapacak, yürütme ve yargı yetkisini elinde bulunduracaktı.”(Sabahattin Selek,2011,s11) Bu bir “Kurucu Meclis”ti, yasama, yürütme, yargı yetkilerinin mecliste toplanması doğaldı. 
 
Bu Meclis’in önemini, özelliklerini, görevini kavramak için 19 Mayıs 1919’a ve sonrasına bakmak gerekir.19 Mayıs 1919’da emperyalizmin ağlarını yırtarak Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, bu tarihte Kurtuluş Savaşı’nın temelini atar. Bu tarih, Anadolu insanının silkinişi, uyanışı, emperyalizme başkaldırışıdır.19 Mayıs 1919 Anadolu insanına yeni bir yön verme, ulusal benliğimizi bulma tarihidir. Bu tarih, bir bakıma Atatürk’ün doğuş tarihidir; çünkü bu tarihte kendisini ulusuna adamış, yurdunun kurtuluşu, bağımsızlığına kavuşması için özveriyle çalışmış; ülkemizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmanın yolunu açmıştır. Kendisine de doğum günü sorulduğunda kesin olarak bilmediğini belirtmiş ve şöyle demiştir:”Benim doğum tarihim 19 Mayıs 1919’dur.” 
 
Emperyalizmin olduğu yerde; umursamazlık, kadercilik, her şeye boyun eğiş vardır. Erzurum (23 Temmuz 1919)ve Sivas (4 Eylül 1919)  Kongreleri’nin amacı, ulusu bu düşüncelerden kurtararak yurt savunmasına yöneltmektir. Mustafa Kemal, Türk ulusunun vatanını ne denli sevdiğini Çanakkale Savaşları’nda görmüştür. Türk ulusunun, tarihin hiçbir döneminde tutsaklığa boyun eğmediğini bilir. İnönüler (I.İnönü 6 Ocak 1921,II. İnönü 31 Mart 1921),Sakaryalar (13 Eylül 1921),Büyük Zaferler ’la kurtuluşun yolu açılır. 30 Ağustos 1922’de mezar olur düşmana Anadolu. 9 Eylül 1922’de, Türk ordusu İzmir’dedir. Dokuz günde –o yıllardaki koşularda- Afyon’dan İzmir’e savaşarak ulaşmanın zorluklarını düşünmek bile bu ülkenin hangi koşullarda kurtarıldığını, Türk askerinin kahramanlığını, Mustafa Kemal’in kumandanlık ve önderlik gücünü gösteriyor.
 
Hepsi bu kadar mı? Değil elbette. ”Mustafa Kemal Atatürk, düşmanı denize döktüğü gün asıl savaşın başlamakta olduğunu haber vermişti yakınlarına. Gerçekten de öyle oldu. Atatürk biliyordu ki, asıl düşman içimizdeydi, kanımızdaydı. Onunla amansız bir savaşa girişecekti. Kurtarılmış yurdu ayakta tutmanın, yüzyıllarca korkunç bir sefalet içinde çırpınmış olan ulusunu Batı’nın mutlu ulusları düzeyine çıkarmanın tek yolu, gerilik ve hurafeler üzerine kurulu bir toplum düzenini topyekûn değiştirmekle mümkün olacağını anlamıştı.(Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir ’in önsözünden)
 
Doğru yol gösterenin bilim ve fen olduğunun bilincinde olan Atatürk, Anadolu insanını, eski yazıdan kurtarmak için çalışmalara başlamış; bunun için Anadolu gezisine çıkmıştır.
“. Halka yazı öğretmenliği yapıyordu. Ankara’ya döndükten sonra bazı işaretlerin halka güç geldiğini, alfabeyi daha sadeleştirmemizi söyledi. Öyle de yaptık. Bugünkü yazımız meydana geldi.
Yeni yazı yasalaştıktan sonra biri Atatürk, ikincisi İnönü, hiçbir zaman eski yazıyı kullanmamışlardır. Atatürk’e eski yazı gösterildiği zaman:
 __   Okumasını bilmiyorum, derdi.(Falih Rıfkı Atay, Dünya,10.11.1958)
 
Mustafa Kemal Atatürk, çocuklara verilecek eğitimin temel ilke ve hedeflerini şöyle belirtmişti:
“…Okul genç kafalara, insanlığı saymayı, ulus ve ülkeyi sevmeyi, bağımsız yaşamayı öğretir; bağımsızlık tehlikeye düştüğü zaman onu kurtarmak için tutulması gereken en doğru yolu öğreten okuldur. Ülkemiz içinde uygar düşüncelerin, çağdaş ileriliklerin vakit yitirilmeksizin yayılması ve gelişmesi gereklidir. En önemli ve verimli ödevlerimiz eğitim ve öğretim işleridir. Bu işlerde ne yapıp yapıp başarıya ulaşmamız gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu bu yoldadır. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can, tek düşünce olarak belirli bir düşünce üzerinde çalışmamız gerekir. İleri ve uygar bir ulus olarak çağdaş uygarlık alanı ortasında yaşayacağız.”
 
Mustafa Kemal Atatürk’ün niteliğini belirttiği eğitim temeli; insanlığı saymayı, ulus, ülke sevmeyi, bağımsız yaşamayı… içerir. Onun amaçladığı, çağdaş, ileriye dönük; akıl, bilim ve teknolojiye önem veren bir eğitim –öğretimdir. Soyut düşüncelerden, hurafelerden uzak bir anlayıştır bu. Türkiye Cumhuriyeti, dar gelirli aile çocuklarını, Köy Enstitüleri’nde, öğretmen okullarında, yatılı liselerde; devletin güvenli ellerinde, ülke için özveriyle çalışan insanlar olarak yetiştirildi. Bu eğitim politikasında ülkenin geleceği çocuklar, birtakım ne olduğu belirsiz vakıfların ellerine bırakılmamıştır.
 
Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini Cumhuriyet çocuklarına emanet eden Atatürk diyor ki: 
Türk çocuklarındaki kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikirlerini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”
 
Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve Türk halkı bu tarihte egemenliğini ilan etmiştir. Atatürk “Benim amacım, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet egemenliğini güçlendirmek ve sonsuza dek yaşatmaktır ” diyordu.
 
Dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı tüm dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ulusal birliğimizin kenetlenmiş bir anlatımıdır.
 
Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bağımsızlık, özgürlük ilkesine oturtur.. Güçlü bir devleti öngören Atatürk’e göre, Türk Devleti’nin dayandığı temel ilkeler; tam bağımsızlık ve kayıtsız, koşulsuz ulusal egemenliktir. Atatürk tam bağımsızlığı, “siyasal, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel, kısaca her alanda bağımsızlık ve serbestlik” olarak tanımlamaktadır Başka bir deyişle tam bağımsızlıktır. Her konudaki kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiçbir etki altında kalmadan verir. Toplumun tüm kesimlerinin görüş ve düşünceleri bu Meclis’e yansır.
 
23 Nisan 1920’de kurulan Meclis’e ulusçuluk, laiklik, devrimcilik, halkçılık, devletçilik, demokrasi ilkeleri egemen olmuştur. Bu ilkeler doğrultusunda “Egemenlik, kayıtsız, koşulsuz ulusundur.”anlayışı ülkemize yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımla ülkemiz, ümmetçilikten, Osmanlıdan, padişahlıktan kurtarılmış; demokratik kurum ve kuruluşlara kavuşmuştur. Atatürk, özellikle laiklik ilkesiyle ülkenin yönetiminde dinin etkinliğini kaldırmış; akılcı ve çağdaş yönetim anlayışını, ülkeye yerleştirmeye çalışmıştır.”Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Herhangi bir din, mezhep ya da tarikat devlet işlerine kesinlikle karışamaz, kendisi için bir ayrıcalık isteyemez. Devletin yasaları, uygulamaları bir dine ya da mezhebe göre olamaz. Devlet bütün din, mezhep ve inançlar karşısında tarafsız olacaktır.”(hzl: Sina Akşın ve diğerleri, Yakınçağ Türkiye Tarihi,s119)
 
Atatürk, ulusçuydu. Kendi çıkarını değil; ulusun çıkarını, kalkınmasını düşünürdü. Kimileri gibi mal-mülk peşinde de değildi. İsteseydi, ülkenin kaynaklarına sahip olabilirdi. İstemedi. Yurdunun kaynaklarını, ülkesinin kalkınması, gelişmesi için kullandı.
 
Atatürk’ün başlıca ereğinin Türk ulusunu her bakımdan Batılı bir ulus haline getirmek olduğunu kabul edince, bu ereği gerçekleştirmek için konulmuş her birinin bir evrensellik, insancı bir değer kazandığını da kabul etmemiz gerekir. Bu ilkelerin ereği, Türk ulusunu yükseltmek kadar, insanlığı da yükseltmektir. Türk ulusunu korumak için konuldukları kadar insan özgürlüğünü, insan onurunu, insan değerini korumak için de konulmuşlardır.
 
Evrensel ulusçuluk bir alçakgönüllülük, kendini küçük görme ulusçuluğu değildir. Ama insan kendi ulusunun yüceliğini, üstünlüğünü önyargılarla, kuru böbürlenmelerle değil, ancak anlının teriyle, kafasının ve gönlünün zenginliğiyle sağlayabilir (Tahsin Yücel, ”Atatürkçülük”, hzl: Yaşar Nabi, Atatürkçülük Nedir? s.270,271)
 
O’nun ulusçuluğuna yön veren felsefeyi, emperyalizme karşı açtığı savaşın adından da çıkarabiliriz. Milli Mücadele başka bir deyişle Ulusal Kurtuluş Savaşı. Bu savaş sonunda, ulusal bir devlet olma yolu açılmıştır. O halde ulus devlet olmak, ne demektir? Bu sorunun yanıtını Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim yapısına bakarak verebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nun temel dünya görüşü ümmetçiliktir. Türkler, bu ümmetin tarihsel özü; ama bir parçasıydı. Türk dili, Türk tarihi, Türk uygarlığı Osmanlı potası içinde eritilmişti. Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı, bağımsızlık ilkesine dayanır. Bağımsızlık olmayınca ulusçuluk gerçekleşmez. Bu temel ilkeye bağlı olarak da ulusal değerler, yaşar ve gelişir. Bu gelişmenin  bilimsel ve çağdaş düşünce doğrultusunda olmasına özen gösterilir. Bu düşünceyle Anadolu insanı, us dışı ve kaderci özelliklerinden uzaklaştırılır. Batıl ve kaderci felsefenin filizlenip yeşerdiği yerler olan tekkeler kapatılır. Böylece çağdışı yapılanmaya son verilir.
 
Atatürk, batıl düşünceyle bilimsel düşüncenin bağdaşmayacağının bilincinde olduğu için tekkeleri kapatmıştır; çünkü batıl düşünce bilimsel, özgür düşünceye kapalıdır. Onun için Atatürk, bağımsızlığı, özgürlüğü, temel ilke olarak almış; gelecek kuşakların bu doğrultuda eğitim almalarına özen göstermiştir.
 
İslam ülkelerinde, Atatürk’e gelinceye değin, ülkelerin yönetiminde bilimsel yaklaşımlardan, bağımsızlıktan söz eden devlet başkanı göremiyoruz. Hükümdarlar, halifeler kutsallık perdesi arkasından ülkelerini yönetme yolunu tutmuşlardır.(Bugün sözde Arap Baharı olarak anılan birçok Arap ülkesini sarsan, iç savaşa sürükleyen nedeni de sözünü etiğimiz yönetim biçimleridir. Ne var ki bu ülkeler, tek kişi ya da oligarşi yönetiminden kurtulalım derken radikal İslam’ın pençesine düşeceklerinin bilincinde olduklarını sanmıyorum.) Bu yöneticiler, çıkarlarını ön planda tutmuşlar, halklarının istemlerini duymazlıktan gelmişlerdir. Atatürk’se, bu yola sapmayarak ulusal güçten yararlanmayı erek edindiği için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını zorunlu görmüştür. Bu yöntemle ulustan güç almış; Türkiye’yi uygar bir toplum durumuna getiren devrimleri gerçekleştirmiştir. Böylece ulusumuz demokrasi anlayışı, düşünüşü, yaşayışı ve ulusal kurumlarıyla çağdaş, uygar bir ulus olmanın ilk adımını atmıştır.
 
Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti’nin olmazsa olmazı olan laiklik ilkesi, zaman zaman yıpratılmış, yok edilmeye çalışılmıştır.”Ortaçağ düzeninin devamında çıkarı olanlar, laiklik kavramını yıkmak için ellerinden geleni yaptılar; yapmakta da devam ediyorlar. Bağnazlar her toplumda vardır; fakat etkileri bizdeki kadar kötü olabilmek kudretini yitirmişlerdir artık.”(Muzaffer Hacıhasanoğlu, ”Düşünür Atatürk” Varlık, S.585, 1Kasım 1962) 
 
23 Nisan 1920’nin aydınlığı, gün geçtikçe yerini sisli, bulanık bir havaya bırakıyor. Ağaçların, evlerin yüzü de değişti. Gökyüzü de maviliğini yitirdi. Bugünün çocuklarına 23 Nisan’ın aydınlık yüzünü daha iyi anlatmalıyız; çünkü demokrasinin, özgürlüğün, bağımsızlığın, ulus egemenliğinin temeli 23 Nisan 1920’’de, atılır. O ilk Millet Meclisi, tüm ülkeyi kucaklar; kurtuluşa giden yolu açarak Türkiye’yi Cumhuriyet’le buluşturur. Böylece teokratik yapıdan demokratik yapıya geçilir; Atatürk Devrim ve İlkeleri’yle laik, sosyal bir hukuk devleti kurulur
 
Atatürk’ün hedeflediği,”mutlu uluslar düzeyine” ne derece çıkabildik? “Gerilik ve hurafeler üzerine kurulu bir toplum düzenini” değiştirebildik mi? Yoksa “gerilik ve hurafelere” dayalı bir düzenin özlemini çekenler, günden güne daha da güçleniyorlar mı? Çocuklarımızı, gençlerimizi, özetle geleceğimizi bu düşünce mi biçimlendirecek? Bu kaygıları yaşadığımız bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. İlköğretimindeki çocuklara Arapçayı öğretmenin yararı nedir? Arapçanın çocukların bilişsel, duygusal, devimsel gelişmesine yararı nedir? Böyle bir eğitim-öğretim anlayışı, bizi gelişmiş, çağdaş ulus olmaya değil; gelişmemiş, demokratik yaşama geçememiş Arap ülkelerinin düzeyine indirecek; çocukların kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çocuğun gelişimiyle bağdaşmayan bu yapının ülkenin yararına olmayacağını düşünüyorum. Eğitimin amacı, ülke kalkınmasına katkıda bulunmak olmalıdır. Bu da çağdaş, bilimsel, teknolojik bir eğitimle gerçekleşebilir. Bilimin ışığında yetişen kuşaklar, bilgi çağını yakalayabilir. Atatürk, akıl ve bilim yoluna verdiği önem, şu sözlerde en kesin ifadesini bulmuştur:”Dünyada uygarlık için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit (doğru yolu gösteren) ilimdir, fendir.”(Atatürk’ten Düşünceler,1924,s.81)
 
Özetle, Cumhuriyetle Osmanlı İmparatorluğu’yla medrese ve ulema düşüncesi de tarihin derinliklerine gömülmüştü. Ne yazık ki tutucu, gerici çevrelerin egemenliğinde tarikatlar, cemaatler yeniden hortlamış; çocuklara, gençlere kancalarını takmışlardır. Bunlar, genç dimağları şeriatçılık suyuyla yıkayıp ümmetçiliğe kaydırmak isteyenlerdir. Atatürk Devrimlerinin yerini cemaat, tarikat ilkeleri almaktadır. Bu ilkeler doğrultusunda yetişen gençler, elbette ekonomik emperyalizmin bir ahtapot gibi ülkeyi sardığının farkına varamayacak, dünyadaki ekonomik gelişmelerden ve sömürü sisteminden habersiz olarak yetişecek, ülkenin ilerlemesini bir Ortaçağ görüşü olan ümmetçilikte arayacaktır. Bu düşünceyle demokrasi, özgürlük, bilimsellik bağdaşmaz; çünkü bu düşünce sorgulamaya, irdelemeye, incelemeye izin vermez.
Çocuklar,geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir.Geleceğimiz olan çocuklarımızın  ve tüm dünya çocuklarının bayramını kutluyorum.
 
Kaynakça
 
Hzl: Aksin, Sina ve diğerleri, Yakınçağ Türkiye Tarihi, İstanbul: Milliyet Yayınları.
Atatürk’ten Düşünceler,1924,s.81.
Atay, Falih Rıfkı, Dünya,10.11.1958
Aydemir, Şevket, Süreyya, Tek Adam Mustafa Kemal, İstanbul: Remzi Kitabeci,   C.2,1964
Başdoğan, Hüseyin.”Cumhuriyet Bayramı “konuşması, Acıpayam Postası, 2.11.1970.
Bütün Dünya, Başkent Üniversitesi Kültür Yayını, Sayı:2016/04.
Bütün Dünya,1Nisan 2017
Hacıhasanoğlu Muzaffer,”Düşünür Atatürk” Varlık, S.585,1Kasım 1962.
Hzl: Nabi, Yaşar, Atatürkçülük Nedir? İstanbul: Varlık Yayınevi,1963.
Selek, Sabahattin Milli Mücadele I,II, İstanbul: Milliyet Yayınları,2011.       
_______Anadolu İhtilali I,II İstanbul, İstanbul Matbaası, 1965.                                    
 
 
 
 
.
 
 
 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..