Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '19

 
Kategori
Özel Günler
 

23 Nisan 1923'ün Önemi

23 Nisan 1920 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı

Padişahlar, ülkenin tek egemeniydiler. İstedikleri zaman meclisi kapatıyorlardı,11Nisan 1920’de, padişah Vahdettin de Osmanlı Mebusan Meclisi’ni kapatır.( (11 Nisan 1920).

Bu meclisin yetkileri sınırlıdır; çünkü egemenlik haklarını padişah kullanır. Gücünü de halktan değil, teokrasiden alır. Oysa 23 Nisan 1920 Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla egemenlik, kayıtsız, koşulsuz halka geçer; kurtuluşun yolu açılır. Egemenlikle yazarlar, şairler duygularını dile getiriyorlar .Oysa,23 Nisan 1920’de açılan Türkiye Büyük Millet Meclisi,gücünü halktan alır.

İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal, Anadolu’da ulusal bir meclisin toplanmasını düşünür.23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi Ankara’da açılır. Ankara, Anadolu’nun ortasındadır. Buradan ülkeyi, Kurtuluş Savaşı’nı yönetmek –tüm zorluklara karşın-daha kolay olmuştur. Ankara ve çevresi, düşmanların egemenlik alanında da değildir. Bu nedenle, ulusal egemenlik bayrağı burada açılmıştır. Bu meclis, gücünü toplumun her kesiminden almış; Misak-ı Milli sınırları içindeki topraklarımızın düşmandan temizlenmesi için gece –gündüz çalışmış, Türk ordusuna destek olmuştur.

Mustafa Kemal 19 Mart 1920’de tüm valiliklere, bir genelge göndererek Ankara’da olağanüstü yetkilere sahip bir meclis toplanacağını duyurur. Bu meclis için seçimlerin nasıl yapılacağını açıklamış ve “seçimlerin en geç 15 gün içinde Ankara’da çoğunlukla toplanmayı sağlayacak şekilde tamamlanmasını” istemiştir. Mustafa Kemal Ankara’da yeni bir meclis açılmasını istemişti; ama Ankara’da toplantıların yapılabileceği bir bina bile yoktu. İttihat ve Terakki Kulübü için yapılmakta olan bir binanın yapımı hızlandırıldı. Yapılmakta olan bir ilkokulun kiremitleri buraya aktarıldı ve hızla bitirilen bina pek sade biçimde döşenerek toplantı için uygun hale getirildi. Nisanın 23üncü Cuma günü Cuma namazından sonra Ankara’da büyük millet meclisi açılması kararlaştırılmış. Açılış gününü için özellikle Cuma günü seçilmiş. Hacı Bayram-ı Veli Camii Şerifinde Cuma namazı kılınır; hazırlıkların tamamlanmasından sonra BMM nihayet 23 Nisan 1920’de açılır. Gerçek anlamıyla bu Anadolu’da yeni bir devletin kuruluşu demekti.

23 Nisan 1920’ye değin egemenlik, padişahların elindeydi.Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşunu gerçekleştiren TBMM'nin açılmasıyla egemenlik , padişahtan  alınıp  halka  verilir.

23 Nisan 1920’de açılan bu meclis, toplumun tüm renklerini içinde barındırır. İstanbul’un işgalinden sonra Mustafa Kemal, Anadolu’da ulusal bir meclisin toplanmasını düşündü. Daha önce 22 Nisan olarak düşünülen açılış günü, özellikle 23 Nisan Cuma günü Hacı Bayram Cami’sinde kılınan cuma namazından sonra Ankara’da açıldı.23 Nisan 1920’de ilk toplantısını yapan TBMM ’deki milletvekillerinin mesleklerine göre dağılımı şöyledir: 115 memur, emekli; 51 kumandan, subay;46 çiftçi; 37 tüccar; 29 avukat; 15 doktor; 10 aşiret reisi, ağa; 8 tarikat şeyhi,6 gazeteci,2 mühendis.

Kurtuluş Savaşı’yla ilgili kararlar, bu mecliste alınır. Bu meclis, bağımsızlığın, özgürlüğün, adaletin, hukukun, demokrasinin, ulusal egemenliğin simgesidir. Emperyalizme karşıdır.

Emperyalizmin olduğu yerde; umursamazlık, kadercilik, her şeye boyun eğiş vardır. Erzurum (23 Temmuz 1919)ve Sivas (4 Eylül 1919)  Kongreleri’nin amacı, ulusu bu düşüncelerden kurtararak yurt savunmasına yöneltmektir. Mustafa Kemal, Türk ulusunun vatanını ne denli sevdiğini Çanakkale Savaşları’nda görmüştür. Türk ulusunun, tarihin hiçbir döneminde tutsaklığa boyun eğmediğini bilir. İnönüler(I.İnönü 6 Ocak 1921,II. İnönü 31 Mart 1921),Sakaryalar(13 Eylül 1921),Büyük Zaferler ’le kurtuluşun yolu açılır.30 Ağustos 1922’de mezar olur düşmana Anadolu.9 Eylül 1922’de, Türk ordusu İzmir’dedir. Dokuz günde –o yıllardaki koşularda- Afyon’dan İzmir’e savaşarak ulaşmanın zorluklarını düşünmek bile bu ülkenin hangi koşullarda kurtarıldığını, Türk askerinin kahramanlığını, Mustafa Kemal’in kumandanlık ve önderlik gücünü gösteriyor.

Mustafa Kemal Atatürk,19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkarak ülkeyi nasıl bir yönetime kavuşturacağını planlamış. Ülkenin kurtarılmasında, halkın desteğini almıştır. Bu amaçla, Amasya Tamimini, Erzurum, Sivas Kongrelerini yapmıştır. Kongrelerde, ülkenin nasıl kurtulacağı konusunda kararlar alınır; Türkiye Büyük Millet Meclisi’nintemelleri atılır.

23 Nisan 1920’de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılmasıyla 29 Ekim 1923’de, Cumhuriyet’e giden yol açılır. Ulusal egemenlik için şair şöyle diyor:

Egemenlik Bayramı

Egemen bir milletin,
Coştuğu bir gündür bu!
Yurduma hürriyetin,
Koştuğu bir gündür bu.

Başımızda Atatürk,
Ülkümüz yüce Türklük,
Milletimin en büyük,
Sevdiği bir gündür bu
. (Ali Püsküllüoğlu)

 “Olağanüstü yetkilerle toplanan Büyük Millet Meclisi, tüm ülke işlerine el koyarak çalışmaya başladı. Meclis; kanun yapacak, yürütme ve yargı yetkisini elinde bulunduracaktı.”(Sabahattin Selek,2011,s11) Bu bir “Kurucu Meclis”ti, yasama, yürütme, yargı yetkilerinin mecliste toplanması doğaldı. Bu Meclis’in önemini, özelliklerini, görevini kavramak için 19 Mayıs 1919’a ve sonrasına bakmak gerekir.19 Mayıs 1919’da emperyalizmin ağlarını yırtarak Samsun’a çıkan Mustafa Kemal, bu tarihte Kurtuluş Savaşı’nın temelini atar. Bu tarih, Anadolu insanının silkinişi, uyanışı, emperyalizme başkaldırışıdır.19 Mayıs 1919 Anadolu insanına yeni bir yön verme, ulusal benliğimizi bulma tarihidir. Bu tarih, bir bakıma Atatürk’ün doğuş tarihidir; çünkü bu tarihte kendisini ulusuna adamış, yurdunun kurtuluşu, bağımsızlığına kavuşması için özveriyle çalışmış; ülkemizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmanın yolunu açmıştır. Kendisine de doğum günü sorulduğunda kesin olarak bilmediğini belirtmiş ve şöyle demiştir:Benim doğum tarihim19 Mayıs 1919’dur.”

Emperyalizmin olduğu yerde; umursamazlık, kadercilik, her şeye boyun eğiş vardır. Erzurum (23 Temmuz 1919)ve Sivas (4 Eylül 1919)  Kongreleri’nin amacı, ulusu bu düşüncelerden kurtararak yurt savunmasına yöneltmektir. Mustafa Kemal, Türk ulusunun vatanını ne denli sevdiğini Çanakkale Savaşları’ nda görmüştür. Türk ulusunun, tarihin hiçbir döneminde tutsaklığa boyun eğmediğini bilir. İnönüler(I.İnönü 6 Ocak 1921,II. İnönü 31 Mart 1921),Sakaryalar(13 Eylül 1921),Büyük Zaferler ’la kurtuluşun yolu açılır.30 Ağustos 1922’de mezar olur düşmana Anadolu.9 Eylül 1922’de, Türk ordusu İzmir’dedir. Dokuz günde –o yıllardaki koşularda- Afyon’dan İzmir’e savaşarak ulaşmanın zorluklarını düşünmek bile bu ülkenin hangi koşullarda kurtarıldığını, Türk askerinin kahramanlığını, Mustafa Kemal’in kumandanlık ve önderlik gücünü gösteriyor.

Hepsi bu kadar mı? Değil elbette.”Mustafa Kemal, düşmanı denize döktüğü gün asıl savaşın başlamakta olduğunu haber vermişti yakınlarına. Gerçekten de öyle oldu. Atatürk biliyordu ki, asıl düşman içimizdeydi, kanımızdaydı. Onunla amansız bir savaşa girişecekti. Kurtarılmış yurdu ayakta tutmanın, yüzyıllarca korkunç bir sefalet içinde çırpınmış olan ulusunu Batı’nın mutlu ulusları düzeyine çıkarmanın tek yolu, gerilik ve hurafeler üzerine kurulu bir toplum düzenini topyekûn değiştirmekle mümkün olacağını anlamıştı.(Yaşar Nabi,Atatürkçülük Nedir ’in önsözünden)

23 Nisan 1920, Türk ulusunu temsil eden Birinci Büyük Millet Meclisi’nin açıldığı ve Türk halkının egemenliğini dünyaya duyurduğu tarihtir.

Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de açılmış ve Türk halkı bu tarihte egemenliğini ilan etmiştir. Atatürk Benim amacım, yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde millet egemenliğini güçlendirmek ve sonsuza dek yaşatmaktır ” diyordu.

Çocuk Bayramısavaş sırasında yetim ve öksüz kalan yoksul çocukların bir bahar şenliği ortamında sevindirmek amacını taşır.

Kurtuluş Savaşı’nda sayısız şehit çocuğu öksüz ve yetim kalmıştı. Bu kutsal emanetlere sahip çıkabilmek için, bizzat Mustafa Kemal’in himayesinde 1921’de Ankara Himaye-i Etfal Cemiyeti kuruldu.

23 Nisan 1923’te TBMM’de yapılan Hâkimiyeti Milliye Bayramı töreninde, Mustafa Kemal’in isteğiyle, Himaye-i Etfal Cemiyeti Başkanı’na protokolde yer verildi.

23 Nisan 1924törenlerinde Himaye-i Etfal Cemiyeti’ni Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım temsil etti.

23 Nisanlarcemiyetin tanıtımı için fırsat olarak değerlendiriliyordu.  Gelir elde etmek için rozet satılıyordu, 23 Nisan törenlerine katılan herkes bu rozetleri takıyordu. Gazeteler rozet satışlarını teşvik edici yayınlar yapıyordu, her rozet, bir şehit çocuğuna destek anlamına geliyordu.

23 Nisanlar, Himaye-i Etfal ’le özdeşleşmişti. 23 Nisan denilince şehit çocukları, şehit çocukları denilince 23 Nisan akla geliyordu.

Milliyet gazetesi23 Nisan 1926’da “Çocuk Bayramı” manşeti attı. Alt başlığında “bugün istiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim” deniliyordu. Bağış patlaması oldu. Cemiyet, yardım kutuları koydu, para atmak için kuyruk oluştu. Ankara’nın lokantacı, kahveci, otomobilci esnafı 23 Nisan hâsılatlarını Himaye-i Etfal’e verdi.

1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılması üzerine ilan edilen Hâkimiyet-i Milliye Bayramı, Himaye-i Etfal Cemiyeti tarafından Çocuk Günü olarak 23 Nisan’1927’den itibaren bir bayram gibi kutlanmaya başlanmıştır.

23 Nisan 1927’’de… Mustafa Kemal Paşa, otomobillerinden birini, törenlerde çocuklara tahsis etmiş, Cumhurbaşkanlığı bandosunun çocuk bayramı için görev yapmasını sağlamıştır. Çocuklarımız ne kadar övünse ve sevinse yeridir.”

23 Nisan 1928, artık tamamen “Hâkimiyeti Milliye ve Çocuk Bayramı” adıyla kutlanıyordu.

23 Nisan 1929, sadece bir günlük bayramla bırakılmadı, Mustafa Kemal’in talimatıyla yedi güne çıkarıldı, “çocuk haftası” ilan edildi. Etkinlikler çığ gibi büyümüş, tüm yurda yayılmıştı. Himaye-i Etfal’ in bu etkinlikleri tek başına yapabilmesi artık olanaksızdı. Balolar, konferanslar, anne eğitimleri, müsamereler, yarışmalar, şenlikler içeren kapsamlı kutlamaların düzenlenmesi dönemin en büyük sivil toplum kuruluşu Türk Ocakları’na verildi.

Himaye-i Etfal, sadece üç kuruşluk rozet satarak başladığı macerada… Yedi sene gibi çok kısa sürede 300 binden fazla şehit çocuğuna ulaşmayı başarmıştı. 1929 itibariyle, 300 binden fazla yetime düzenli olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale gelmişti.

Atatürk, 23 Nisan 1924’te ‘23 Nisan’ gününün bayram olarak kutlanmasına karar vermiş, bu tarihten 5 yıl sonra ise 23 Nisan 1929’da bu bayramı çocuklara armağan etmiştir. 23 Nisan ilk defa 1929 yılında Çocuk Bayramı olarak da kutlanmaya başlanmıştır.

Birleşmiş Milletler ’in 1979 yılını “Dünya Çocuk Yılı” olarak kabul etmesinden 59 yıl önce Atatürk, Ulusal Egemenlik Bayramı’nı çocuklara adayarak onlara ne denli önem verdiğini kanıtlamış ve dünyaya göstermiştir.

23 Nisan “Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” salt Türk çocuklarının değil; dünya çocuklarının da bayramıdır.

İlk olarak 1979 yılında altı ülkenin katılımıyla uluslar arası boyutta kutladığımız bu milli bayramımız artık dünya çapında büyük değer görmekte ve her yıl ortalama kırk ülkenin katılımıyla uluslar arası bir çocuk şenliği şeklinde devam etmektedir. Yabancı ülkelerden gelen çocuklar ülkemizde sevgi ile karşılanmakta ve Türk çocuklarının evlerinde konuk edilmektedir.

Bu bayram, tüm dünya çocuklarına açıktır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen çocuklar, bayrama renk ve canlılık katarlar. Onlar, barışın, kardeşliğin, dostluğun simgesidirler. Bayramı el ele kutlarlar. Ülkemiz çocukları, dış ülkelerden gelen çocukları dostça bağırlarına basarlar. Dünya çocuklarla güzel, onların bayramlarını ellerinden alarak donuk kuşaklar yetiştirmeyelim. Cıvıltılarını duyalım. Bu yönüyle de bu bayramın ayrı bir anlamı ve önemi vardır.

Dünyada çocuklarına bayram hediye eden ve bu bayramı tüm dünya ile paylaşan ilk ve tek ülke Türkiye’dir. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, ulusal birliğimizin kenetlenmiş bir anlatımıdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğini cumhuriyet çocuklarına emanet eden Atatürk diyor ki:

“Türk çocuklarındaki kabiliyet her milletinkinden üstündür. Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, büsbütün Türk çocukları kendileri için lâzım gelen hamle kaynağını o tarihte bulabileceklerdir. Bu tarihten Türk çocukları bağımsızlık fikirlerini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir.”

Atatürk’ün hedeflediği,”mutlu uluslar düzeyinene derece çıkabildik? “Gerilik ve hurafelerüzerine kurulu bir toplum düzeninideğiştirebildik mi? Yoksa “gerilik ve hurafeleredayalı bir düzenin özlemini çekenler, günden güne daha da güçleniyorlar mı? Çocuklarımızı, gençlerimizi, özetle geleceğimizi bu düşünce mi biçimlendirecek? Bu kaygıları yaşadığımız bir dönemde olduğumuzu düşünüyorum. İlköğretimindeki çocuklara Arapçayı öğretmenin yararı nedir? Arapçanın çocukların bilişsel, duygusal, devimsel gelişmesine yararı nedir? Böyle bir eğitim-öğretim anlayışı, bizi gelişmiş, çağdaş ulus olmaya değil; gelişmemiş, demokratik yaşama geçememiş Arap ülkelerinin düzeyine indirecek; çocukların kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Çocuğun gelişimiyle bağdaşmayan bu yapının ülkenin yararına olmayacağını düşünüyorum. Eğitimin amacı, ülke kalkınmasına katkıda bulunmak olmalıdır. Bu da çağdaş, bilimsel bir eğitimle gerçekleşebilir. Bilimin ışığında yetişen kuşaklar, bilgi çağını yakalayabilir. Atatürk, akıl ve bilim yoluna verdiği önem, şu sözlerde en kesin ifadesini bulmuştur:”Dünyada uygarlık için, hayat için, başarı için, en hakiki mürşit (doğru yolu gösteren) ilimdir, fendir.”(Atatürk’ten Düşünceler,1924,s.81)

Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni bağımsızlık, özgürlük ilkesine oturtur. Kapsamlı anlamıyla Atatürk bağımsızlığı; siyasal, ekonomik, adli, kültürel, askeri alanlardaki bağımsızlıktır. Başka bir deyişle tam bağımsızlıktır. Her konudaki kararları, Türkiye Büyük Millet Meclisi, hiçbir etki altında kalmadan verir. Toplumun tüm kesimlerinin görüş ve düşünceleri bu Meclis’e yansırdı.

Atatürk, ulusçuydu. Kendi çıkarını değil; ulusun çıkarını, kalkınmasını düşünürdü. Kimileri gibi mal mülk peşinde de değildi. İsteseydi, ülkenin kaynaklarına sahip olabilirdi. İstemedi. Yurdunun kaynaklarını, ülkesinin kalkınması, gelişmesi için kullandı.

Atatürk’ün başlıca ereğinin Türk ulusunu her bakımdan Batılı bir ulus haline getirmek olduğunu kabul edince, bu ereği gerçekleştirmek için konulmuş her birinin bir evrensellik, insancı bir değer kazandığını da kabul etmemiz gerekir. Bu ilkelerin ereği, Türk ulusunu yükseltmek kadar, insanlığı da yükseltmektir. Türk ulusunu korumak için konuldukları kadar insan özgürlüğünü, insan onurunu, insan değerini korumak için de konulmuşlardır.”

Evrensel ulusçuluk bir alçakgönüllülük, kendini küçük görme ulusçuluğu değildir. Ama insan kendi ulusunun yüceliğini, üstünlüğünü önyargılarla, kuru böbürlenmelerle değil, ancak anlının teriyle, kafasının ve gönlünün zenginliğiyle sağlayabilir      (Tahsin, Yücel,Atatürkçülük  ”,hzl: Yaşar Nabi,Atatürkçülük Nedir? s.270,271)

O’nun ulusçuluğuna yön veren felsefeyi, emperyalizme karşı açtığı savaşın adından da çıkarabiliriz.Milli Mücadele başka bir deyişle Ulusal Kurtuluş Savaşı. Bu savaş sonunda, ulusal bir devlet olma yolu açılmıştır. O halde ulus devlet olmak, ne demektir? Bu sorunun yanıtını Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetim yapısına bakarak verebiliriz. Osmanlı İmparatorluğu’nun temel dünya görüşü ümmetçiliktir. Türkler, bu ümmetin tarihsel özü; ama bir parçasıydı. Türk dili, Türk tarihi, Türk uygarlığı Osmanlı potası içinde eritilmişti. Atatürk’ün ulusçuluk anlayışı, bağımsızlık ilkesine dayanır. Bağımsızlık olmayınca ulusçuluk gerçekleşmez. Bu temel ilkeye bağlı olarak da ulusal değerler, yaşar ve gelişir. Bu gelişmenin bilimsel ve çağdaş düşünce doğrultusunda olmasına özen gösterilir. Bu düşünceyle Anadolu insanı, us (akıl) dışı ve kaderci özelliklerinden uzaklaştırılır. Batıl ve kaderci felsefenin filizlenip yeşerdiği yerler olan tekkeler kapatılır. Böylece çağdışı yapılanmaya son verilir.

Atatürk, batıl düşünceyle bilimsel düşüncenin bağdaşmayacağının bilincinde olduğu için tekkeleri kapatmıştır; çünkü batıl düşünce bilimsel, özgür düşünceye kapalıdır. Onun için Atatürk, bağımsızlığı, özgürlüğü, temel ilke olarak almış; gelecek kuşakların bu doğrultuda eğitim almalarına özen göstermiştir.

İslam ülkelerinde, Atatürk’e gelinceye değin, ülkelerin yönetiminde bilimsel yaklaşımlardan, bağımsızlıktan söz eden devlet başkanı göremiyoruz. Hükümdarlar, halifeler kutsallık perdesi arkasından ülkelerini yönetme yolunu tutmuşlardır.(Bugün sözde Arap Baharı olarak anılan birçok Arap ülkesini sarsan, iç  savaşa sürükleyen nedeni de sözünü etiğimiz yönetim biçimleridir. Ne var ki bu ülkeler, tek kişi ya da oligarşi yönetiminden kurtulalım derken radikal İslam’ın pençesine düşeceklerinin bilincinde olduklarını sanmıyorum.) Bu yöneticiler, çıkarlarını ön planda tutmuşlar, halklarının istemlerini duymazlıktan gelmişlerdir. Atatürk’se, bu yola sapmayarak ulusal güçten yararlanmayı erek(amaç) edindiği için Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin açılışını zorunlu görmüştür. Bu yöntemle ulustan güç almış; Türkiye’yi uygar bir toplum durumuna getiren devrimleri gerçekleştirmiştir. Böylece ulusumuz demokrasi anlayışı, düşünüşü, yaşayışı ve ulusal kurumlarıyla çağdaş, uygar bir ulus olmanın ilk adımını atmıştır.

Güçlü bir devleti öngören Atatürk’e göre, Türk Devleti’nin dayandığı temel ilkeler; tam bağımsızlık ve kayıtsız koşulsuz ulusal egemenliktir. Atatürk tam bağımsızlığı, “siyasal, mali, ekonomik, adli, askeri, kültürel, kısaca her alanda bağımsızlık ve serbestlik” olarak tanımlamaktadır.

23 Nisan 1920’de kurulan Meclis’e ulusçuluk, laiklik, devrimcilik, halkçılık, devletçilik, demokrasi ilkeleri egemen olmuştur. Bu ilkeler doğrultusunda “Egemenlik, kayıtsız, koşulsuz ulusundur.”anlayışı ülkemize yerleştirilmeye çalışılmıştır. Bu yaklaşımla ülkemiz, ümmetçilikten, Osmanlıdan, padişahlıktan kurtarılmış; demokratik kurum ve kuruluşlara kavuşmuştur. Atatürk, özellikle laiklik ilkesiyle ülkenin yönetiminde dinin etkinliğini kaldırmış; akılcı ve çağdaş yönetim anlayışını, ülkeye yerleştirmeye çalışmıştır.”Laiklik, din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılmasıdır. Herhangi bir din, mezhep ya da tarikat devlet işlerine kesinlikle karışamaz, kendisi için bir ayrıcalık isteyemez. Devletin yasaları, uygulamaları bir dine ya da mezhebe göre olamaz. Devlet bütün din, mezhep ve inançlar karşısında tarafsız olacaktır.”(hzl: Sina Akşın ve diğerleri, Yakınçağ Türkiye Tarihi,s119)

 Ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti, olmazsa olmazı olan laiklik ilkesi, zaman zaman yıpratılmış, yok edilmeye çalışılmıştır.”Ortaçağ düzeninin devamında çıkarı olanlar, laiklik kavramını yıkmak için ellerinden geleni yaptılar; yapmakta da devam ediyorlar. Bağnazlar her toplumda vardır; fakat etkileri bizdeki kadar kötü olabilmek kudretini yitirmişlerdir artık.”(Muzaffer Hacıhasanoğlu,”Düşünür Atatürk” Varlık, S.585,1Kasım 1962)

Özetle, Osmanlı İmparatorluğu’yla medrese ve ulema düşüncesi de tarihin derinliklerine gömülmüştü. Milli egemenlik öyle bir ışıktır ki, onun karşısında zincirler erir, taç ve tahtlar yanar yok olur. Ne yazık ki tutucu, gerici çevrelerin egemenliğinde tarikatlar, cemaatler yeniden hortlamış; çocuklara, gençlere kancalarını takmışlardır. Bunlar, genç dimağları şeriatçılık suyuyla yıkayıp ümmetçiliğe kaydırmak isteyenlerdir. Atatürk devrimlerinin yerini, tarikat, cemaat ilkeleri almaktadır. Bu ilkeler doğrultusunda yetişen gençler, elbette ekonomik emperyalizmin bir ahtapot gibi ülkeyi sardığının farkına varamayacak, dünyadaki ekonomik gelişmelerden ve sömürü sisteminden habersiz olarak yetişecek, ülkenin ilerlemesini bir Ortaçağ görüşü olan ümmetçilikte arayacaktır. Bu düşünceyle demokrasi, özgürlük, bilimsellik bağdaşmaz; çünkü bu düşünce sorgulamaya, irdelemeye, incelemeye izin vermez.

23 Nisan 1920’de Ankara’da kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu düşünceyi ve anlayışı silerek ulusu demokrasiye, özgürlüğe, bilimsel düşünceye yöneltmiş; ulus olma bilincine ulaştırmıştır. Ülkemizin gelişmesi, kalkınması Atatürk’ün çizdiği çağdaş uygarlık yoludur. Bu yol, ülkemizi aydınlatacak; çağdaş, gelişmiş, kalkınmış ülkeler düzeyine çıkaracaktır. Hatta bu yol, ülkemizi Atatürk’ün de amaçladığı gibi çağdaş uygarlığın da üstüne çıkarmada rehber olmalı.

Bugün 23 Nisan /  Neşe doluyor insan/ Kamutay bugün doğdu / Saltanatı boğdu..." diye başlayan ve küçücük yürekleri sevinçle, umutla dolduran.” Kamutay”,Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Çocukluk yıllarımızda öğrenmiştik. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı son yıllarda, tüm yurt düzeyinde değil, sadece okullarda kutlanması, ulusal egemenlik kavramının yeterince önemsenmediğinin kanıtıdır; ama çocuklar bu 23 Nisan günü. de sevinip, mutlu olacaklar.

23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” salt Türk çocuklarının değil; dünya çocuklarının da bayramıdır. Bu bayram, tüm dünya çocuklarına açıktır. Dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen çocuklar, bayrama renk ve canlılık katarlar. Onlar, barışın, kardeşliğin, dostluğun simgesidirler. Bayramı el ele kutlarlar. Ülkemiz çocukları, dış ülkelerden gelen çocukları dostça bağırlarına basarlar. Dünya çocuklarla güzel, onların bayramlarını ellerinden alarak donuk kuşaklar yetiştirmeyelim. Cıvıltılarını duyalım. Bu yönüyle de bu bayramın ayrı bir anlamı ve önemi vardır.

1929’da ilkokul çocukları da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün bayramını kutlamışlardır

 İstanbul’daki ilkokul öğrencileri 23 Nisan 1929’da,”Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı” nedeniyle Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e şu telgrafı çekmişlerdir:

Bugün Hâkimiyet-i Milliye Bayramı, Bayramınızı tebrik ederiz. Biz, bütün Türkiye çocukları, büyük bir sevinç içindeyiz. Bu mübarek Hâkimiyet-i Milliye gününde çocukların da hâkimiyetini kabul ettiğiniz için size ayrıca teşekkür ederiz.(C.Sönmez, Atatürk ve Çocuk Sevgisi, s.44)

 Çocuklar, geleceğimizin güvencesi, yaşama sevincimizdir. Geleceğimiz olan çocuklarımızın ve tüm dünya çocuklarının bayramını kutluyorum.           

 

  • Kaynakça
  • Hzl: Aksin, Sina ve diğerleri,Yakınçağ Türkiye Tarihi, İstanbul: Milliyet Yayınları.
  • Atatürk’ten Düşünceler,1924,s.81.
  • Atay, Falih Rıfkı,Dünya,10.11.1958
  • Aydemir, Şevket, Süreyya,Tek Adam Mustafa Kemal, İstanbul: Remzi Kitabeci,   C.2,1964        
  • Bütün Dünya,1Nisan 2017.
  • Bütün Dünya,1Nisan 2018.
  • ”Hacıhasanoğlu Muzaffer,”Düşünür Atatürk” Varlık, S.585,1Kasım 1962.     
  • Hzl: Nabi, Yaşar,Atatürkçülük Nedir? İstanbul: Varlık Yayınevi,1963.
  • Selek, Sabahattin Milli Mücadele I,II, İstanbul: Milliyet Yayınları,2011.
  • Anadolu İhtilali I,II İstanbul, İstanbul Matbaası, 1965.
  • Hüseyin.Cumhuriyet Bayramı “konuşması,Acıpayam Postası,2 Kasım 1970.

              

 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..