Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '07

 
Kategori
Dünya
 

23 Nisan üzerine oynanan oyunlar...

23 Nisan üzerine oynanan oyunlar...
 

23 Nisan 1923 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı..!

24 Nisan? Sözde Ermeni soykırım anma günü...!

Başka gün yok mu?

Anlamı yalan olan bir şeyin günü, doğruya saldırmak için kullanılabilir ancak..!

23 nisandan önce olsa gölgede kalacak, o zaman bir sonrasına al, son olan akılda kalandır de propagandanı yap..!

Tüm dünyada halk devrimi ile kurulmuş ve kuruluşu çocuklara, tüm dünya çocuklarına bir armağan ve kutlanması için bayram ilan etmiş, tek ülke Türkiye’dir.

Bu bayramın felsefesi “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” üstüne kuruludur.

Bir çocuğa bundan daha güzel, daha olumlu, daha sevecen, sevebileceği bir mesaj verilebilir mi?

Verilemezdi tabi ki..!

Peki, siyah beyaz sarı şu bu, ne olursa olsun, hangi ırktan, hangi dilden olursa olsun, tüm dünya çocuklarını bir araya toplayan bu organizasyonun, Türkiye’nin imajına katkısı ne kadar yüksektir, düşünebiliyor musunuz?

Tartışılır gibi değil..!

Bu çocuklar yarının sanatçısı, iş adamı, üreteni, bilim adamı, devlet adamı hangi alan yada branş olursa olsun, neyi seçerse seçsin, ülkesinin geleceği olan nesillerin başlangıcı ve böyle bir bayramda bir araya geldiği ülkeyi, yaşadıklarını, arkadaşlıklarını, dostluklarını unutabilir mi?

Hangi çocuk unutur ki?

Kuruluş felsefesini, insanını, yaşıtlarını, bayramını, yaşadığı hayatın en özel en önemli günlerinde hafızasına yer etmiş bu ülkeye, kin, nefret, düşmanlık, fesatlık düşünebilir, ya da yapabilir mi?

İmkansız..!

Bu kadar net, bu kadar başarılı bir yaklaşımın dünyada üst üste beş kuşak üstünde yaratacağı etki bir daha silinebilir mi?

Tabi ki hayır!

Ama birileri bunun olması gerektiğini düşündü, planını yaptı, bu organizasyonun amacına vahşice saldırdı ve neticede aldı...

Nasıl..?

Bizim tüm dünyada bilinen en temel özelliklerimizden birisi, misafirperverliğimiz değil midir?

Tabi ki!

Komşu köyden, dünyanın öbür ucundan fark etmez, kapımıza gelen misafirimizdir, yemeğimizi olduğunca paylaşır, oda yoksa salona döşek atılır, aile içi sevgimiz saygımız bile paylaşılır, yansıtılır. Bu tarihin derinliklerine kadar uzanan bir gelenek, kültürdür.

Bahsedeceğim durum öncesine kadar bu dünyada aynen böyle bilinirdi, bilenler yaşayanlar, onların anlattıklarından dinleyenler tarafından...

Misafirimiz kimdir bu bayramda, çocuklar..!

Dünyanın farklı farklı ülkelerinden de olsa kendi çocuğumuzdan ayırt etmeyi bırak, aman üzülmesin, aman bir şey olmasın, çerden çöpten sakınır halde emanet edilen bu çocuklara gösterilen ihtimam, sevgi, şefkat, zaten olması gerekende budur, geleneğimiz, göreneğimiz, Türklüğün doğası olan misafirperverliğin yansıması da bu olacaktı, başka ne olabilirdi ki?

Gelen çocuklardan bu güne kadar hiçbir şikayet, ailelerden hiçbir olumsuz yaklaşım da yansımadı zaten.

Ayrılırken ağlayan, üzüntüden neredeyse kahrolan çocuklar, evlerine döndüklerinde ailelerine anlattıkları, yaşadıkları ile ilgili masalsı ortam, çocuk, anne, baba herkes ama herkes ayrılığın getirdiği o buruk mutluluk haricinde, hiçbir sıkıntı yok!

İyi de bunun barışa, huzura, insana, çocuklara, geleceğe faydası var, derin ilişkiler imparatorluğuna, kulüplerine, tazılara, uluslar arası terörden beslenen rant çetelerine, çakallara, sırtlanlara, leş kargalarına, kan ticaretinden kazanan semiren ...... lere ne faydası var?

......?

O zaman bu bozulmalı, sadece bozulmakla kalmamalı, ikinci, üçüncü çıkar oyunları içinde ilave faydalar yaratmalıydı..!

O pis oyun devreye sokuldu!

“ÇOCUK İSTİSMARI, PORNOGRAFİSİ”

İlkinden sonra farklı zaman aralıklarıyla faklı illerde, farklı kimliklerde bu konuda sapkınlıkları tespit olan kişiler birer birer piyasaya sürüldü.

Basın-medya sürekli olarak, > bu olayı gündem de tutarak, vahameti en üst düzeye tırmandırdı.

İlk mesaj!

“Bakın, Türkiye’de hem de, misafirperverlik ülkesinde, Müslüman ülkede, çocuk pornografisi, istismar, tecavüz, duyun ey milletler...”

..Tamam, biz de Katolik ve sair kiliselerde mezheplerde bunlar asırlardır oluyor, aşırı bir saplantı ve sapıklık ve yaygın, kabul, ama bakın Türkiye’de!

İnfiale kapılan milletimiz, ne oluyor nedir durum dediğinde, çok hızlı geliştirdiğimiz sanal dünya (internet) becerimizi kullanarak, basın-medya blokajı sayesinde, adeta başlangıcı itibariyle saldırır bir halde, bu başlıkları, sorguladı, araştırdı (?)..?

Tuzak tutmuştu!

Neredeyse Türkiye’deki tüm bilgisayarlardan bu konuda sorgulama araştırma(?) yapılıyordu.

Muazzam bir istatistik çıkmıştı ortaya...

İyi de insanlar bu konuda ne oluyor araştırmak için baktı, sapkınlık, saplantı amaçlı değildi ki?

Peki!

Mutfakta ekmek bıçağınız var ve belki de tüm hayatınız boyunca ekmek ve sair kesmek, mutfak işeri için kullanacaksınız, yada kullandınız.

Bir gece uyandığınızda evde hırsızla karşılaştınız, saldırdı, canınıza kast etti, korunmak için elinize aldınız, arbede esnasında hırsıza sapladınız ve ölümüne sebebiyet verdiniz.

Sonuç..?

Bıçağı ne amaçlı alıp kullandığınız ve bunun tüm hayatınız boyunca bu amaçla kullanılmış olmasının bir önemi kaldı mı?

Hayır, artık o bir suç aleti..!

Evet, mutfağınızdaki ekmek bıçağınız artık bir cinayet silahı!

Ama ben meşru savunma amaçlı kullandım.

O sizin iddianız!

Olay gelişip sonuçlanana kadar siz ve maktul var, başkası yok. Tamam o evinize hırsızlık amacıyla girmiş bir yabancı, bağır, kendini odana kitle, camdan bağır, yardım çağır, bir sürü alternatif, niçin gidip de boğuştun, bıçağı amacı, esas amacı dışında kullandın..?

Hadi buyur buradan yak, ispatla!

Olayımızda ne oldu?

Herkes kendi kişisel bilgisayarından utana sıkıla, gizli saklı yazdı arama hanesine, çağırdı.

Bilgisayar da size tamamen masum ve iyi amaçlanmış hizmetler için sunuldu, aldınız ve kullandınız.

Bir gün, bir kez, bir an birkaç karakter yazıp çağırdınız, sonuç..?

Suçlu!

Siz artık istediğiniz kadar savunun kendinizi, tuzak kuruldu, düştünüz, maalesef bu pis oyunun kurbanı oldunuz...

Çocuğunu Türkiye’ye 23 Nisan 1923 Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramına göndermek için niyeti olan tüm anne babaların Türkiye hakkında yaptıkları Sosyolojik-Psikolojik-Kültürel araştırmada, eğilimler bölümünde, gözüne gözüne girecek bir veri verdiniz, istemeden de olsa!

Neredeyse Türkiye’de yaşayan herkes bu konuda saplantılı, sapkın, potansiyel suçlu.

Birde bu güne kadar bu organizasyona çocuğunu gönderen anne babayı düşünün..?

Bu hadise öncesindeki tüm olumlu bakış son nokta son hareket vuruşuyla lekelendi.

İkinci mesaj!

Ya olduysa, ya çocuğumuz böyle bir duruma maruz kaldı ve anlatamıyorsa..?

Allah hiçbir anne-babaya bu ruhsal durumu yaşatmasın ama, bu kan ticareti saplantılı sapıklar, bunu da başardı.

Üçüncü mesaj!

Aman çocuklarınızı bir daha göndermeyin, ilişkide olduğunuz, görüştüğünüz ailelerden de uzak durun, liste çok kabarık, isteseniz şuradaki şu şu istatistiklere bakın.

Toplum psikolojisi kendi ülkemiz adına, toplumlar psikolojisi, ülkeler adına korku, endişe, ya varsa, iyice yerleştirildi.

Peki bu sorun yok mu? Var...

Özellikle son 20 yıldır insanlarımız üzerinde çok yoğun oluşturulan ahlaki yozlaştırma, medyadan, basından, katmerli ve kontrolü olmayan kısmı da bilgisayar ve sanal dünya’dan olmak üzere, planlı, ahlaki çöküşün, son dönem yansımasını konuşuyoruz.

Bu durumu sadece iftira ve karalama kampanyası şeklinde bir yerlere taşımaları mümkün olmadığından, insanlarımız üzerinde oluşturdukları “hayvansı”/ “tavşansı” blokajla iftira propagandasını da beraberinde götürüyorlar.

Yakın bir tarihte, gerekli önlemler alınmadığı takdirde, çok daha ağır sonuçlarla karşılaşacağımızdan korkar bir halde olduğumu bilmenizi isterim.

Konunun ulaşabileceği aşamanın neler olduğu, geniş bilgi ve mesaj sayısını artırarak, planlananı daha da açmak mümkün, ancak faydadan çok zararı artıracak bir yaklaşım olur.

Bence, en önemli beklentinin ne olduğunu, bu pis oyunun en önemli çıkar hedefinin ne olduğunu aktaralım isterseniz.

Hedeflenen ne demiştik?

23 Nisan 1923

Niçin?

24 Nisan, sözde Ermeni soykırımını anma günü, öncesinde olan ulusal/uluslararası bayramımızın, propagandalarındaki olumsuz etkisini ortadan kaldırmak..!

Bu başarılı olamaz demeyin, başlı başına tabi ki değil ama Arjantin-Şili(Atatürk devrimlerinin-kurtuluş mücadelesinin hayranı olan) bile evet diyebiliyor ise, varın boyutunu siz düşünün.

Ulusal bayramımız, kuruluşumuzun simgesi, çocuklarımızın bayramı bile zehir edilmek istenmiş, kısmen de olsa başarılı olunmuştur.

Bu emelden vazgeçtiklerini sanıyorsanız kötü yanılırsınız, her şartı zorlayarak devam ediyor, her türlü desiseyi de devreye sokuyorlar.

Koskoca bir yalan, başka yalanlarla birleştirilerek, ulusal kuruluş felsefemizi yansıtan, çocuklarımıza armağan bu bayramın, son derece onurlu bir milli mücadelenin beratı olan bu bayramın, önüne taşınmak için yapılmış bir çalışma, bütündeki detay olan bir çalışmadır.

Bu, psikolojik savaşta diğer propaganda malzemeleriyle iptaline, kısıtlanmasına, kutlanmamasına varacak kadar beklentiler vardır.

Olamaz demeyin!

Bir avukat elinde silahla Danıştay’a girip görevi sebebiyle, sadece ve sadece hukukun üstünlüğüne inanan insanları, hukukun mabetlerinden birisinin içerisinde, gayet net bir fiille öldürmeye kalkacak, öldürecek deseydim, gene olmaz, olamaz öyle şey, hem de bir avukat mı diyecektiniz..?

Bir hukukçu, bir Profesör, Anayasa hukukçusu milletvekili olacak, ilk işi yemin bile etmeden “Anayasadan Atatürk’ün izleri silinmeli, renksiz bir Anayasa olmalı” diyecek desem, hadi oradan hem de Profesör bir hukukçu, Anayasa hukukçusu üstelik mi diyecektiniz?

Peki, 23 Nisan 1923 Ulusal Egemenlik ve Çocuk bayramı kutlamaları, Uluslar arasından, Ulusala, sonrada rafa kalkacak, ama 24 Nisanlar Ermeni Soykırımını anma ve yas günü ilan edilecek, bu gidiş o gidiştir dediğimde de, aynı tepkiyi mi vereceksiniz?

Tarih neden tekerrürden ibarettir, tekerrürün içeriğinde, aktörlerinde, şöyle böyle değişikler olur, zamanı uzar kısalır, mekan yer farklılıkları olur, ama tekerrür eder dediğimizde, senin söylediğin öngörü değil, tespit değil, falcılık mı diyeceksiniz?

Sonra da ilk içtiğiniz Türk kahvesinin alt tabağını üstüne çevirip, şööööyle, kalbinize doğru üç kere sağdan sola çevirip, sonrada kendinize doğru tepe taklak yapıp, soğumasını bekleyip hep falına baktığınız, sizinde falınıza bakana uzatıp “ne olceeek” bu 23 Nisan işi, bak bakalım falımıza mı diyeceksiniz?

Burası İran değil, bizde biraz sıkar, Askeriye adama öyle bir yapar ki, nerden geldiğini şaşırır “efsanesinin” arkasına sığınıp, Molla ihtilalinin olmayacağı, olamayacağını, Amerika’daki zatı muhteremin, benzerinin Fransa’dan İran’a gittiği gibi, bir gün Türkiye’ye gelme şansı olmaz mı diyeceksiniz?

Siz diyeceksiniz, ben dinleyeceğim?!

Süreç devam ediyor, gazetelere bakın...

Saygılarımla

 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..