Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ağustos '18

 
Kategori
Tarih
 

26 Ağustosların Türk Tarihindeki Önemi

26 Ağustosların Türk Tarihindeki Önemi
 

___________Mustafa Kemal Atatürk Kocatepe'de___________


Doğu Roma, her ne kadar siyasal olarak Anadolu’nun hükümdarı durumunda ise de Anadolu toprakları sosyal ve kültürel açıdan Doğu Roma medeniyetine tabi durumda değildi. Doğu Roma bünyesinde yaşayan Ermeniler, Kürtler, Gürcüler, Abazalar, Slavlar ve Bulgar / Hazar Devletleri döneminde Trakya bölgesine yerleşen Peçenek ve Uz Türkleri, Roma Devleti içerisinde hem azınlık olarak yaşamakta hem de Paralı Asker olarak görev almaktaydı. Doğu Roma İmparatorluğu, bu azınlıklar üzerinde siyasal ve askeri baskılar kurmakta ve coğrafyayı politik olarak yönetmekteydi. Bu bağlamda Roma kökenli olmayan bu toplulukların Doğu Roma otoritesi altında yaşaması bir tercih değil zorunluluktu. Bu sebeple Doğu Roma sınırlarını kaleler ve surlarla korumuyor, ileri karakollarla ve toprakları üzerindeki olası tehditlere karşı asker sevk ederek egemenlik sağlıyordu.
 
Malazgirt Savaşı Öncesi Selçukluların Durumu
Bu tarihlerde Selçuklular Anadolu’nun içlerine doğru seferlerini arttırmış, Kars, Ege ve hatta Marmara’ya kadar akınlar yapar duruma gelmişti. Romen Diyojen, göreve geldikten sonra Selçuklu akınlarına karşı koymak için düzenli olarak seferler düzenledi. Selçuklu akınlarıyla düşen ileri karakol kalelerini kontrol altına almak amacıyla 1068 yılında Karsı, 1069’da Pozantı’yı, 1069’da Palu’yu, 1070’de Kayseri’yi kontrol altına aldı. 
 
26 Ağustos 1071’de Doğu Roma İmparatoru Romen Diyojen ile Alpaslan arasındaki savaşta, Alpaslan, Diyojen ordusunu yenerek Anadolu’nun kapısını açmıştır. 26 Ağustos 1071’ “Malazgirt Savaşı” Selçuklulara Anadolu’nun tapusunu vermişti. İleriki yıllarda Türkleştirilen Anadolu, İç Asya’daki diğer Türk devletlerinin de göçleriyle bir Türk yurduna dönüştü. 26 Ağustos 1071’i, Vedat Sadioğlu,dizelerinde dile getiriyor:
 
Tarih 26 Ağustos 1071, yer Malazgirt
Köhnemiş Bizans bir yanda
Selçuklu Türkleri öte yanda
Malazgirt Savaşı, destansı bir kavga
 
943 yıldır hiç değişmedi bu yazgı
Bir ara sekteye uğrar gibi oldu
Başkomutanlık Savaşı’yla tekrar yazıldı
Malazgirt ve Başkomutanlık aynı yazgı
 
İkisinin de başladığı tarih aynı
İkisi de 26 Ağustosta başladı
İkisi de hayati ve önemli savaş 
Malazgirt’le yakıldı bu ateş 
 
26 Ağustos 1071 ‘de açıldı Anadolu’nun kapıları, Türkler Anadolu’ya yayılarak Türkiye’nin temelini attılar. 26 Ağustos 1922’de,Başkomutanlık Savaşı’yla emperyalizmin Türkiye’den, Türkleri atma hayalleri, suya düştü. Mustafa Kemal Atatürk’ün Afyon Kocatepe’den “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir ileri!” komutuyla, düşman 9 Eylül 1922’de İzmir’de denize döküldü. 
 
Tam 300 yıldır duyulmamış bir emirdi bu. Bu emirle ordunun moral gücü en üst düzeye çıkmış; yıldırım gibi düşman üzerine yürümüş, altı ayda yarılmaz denilen düşman cephesi, dört günde dağılmış.30 Ağustos’ta 1922’de savaş Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştı.
 
Türk 2. Kolordusu’nun 26 Ağustos sabaha karşı 4.30 da başlaması planlanan taarruzu, sis nedeniyle ancak 5.30 da başlayabilmiş, yarım saat süren çok yoğun bir bombardıman ile Yunan ön hat mevzileri büyük yıkıma uğratılmış, topçu gözetlemesi ve makineli tüfek mevzileri iş göremez duruma getirilmiştir. 6.00 da başlayan piyade taarruzu, kısa sürede gelişmiş, Tınaztepe, Belentepe, Kalecik Sivrisi’nin ele geçirilmesi ile sonuçlanmıştır. Öte yandan yarma bölgesinin batısında Türk Kolordusu’nun, düşmanın İzmir-Uşak bağlantısını kesmesi, cephe gerisinde büyük kargaşaya yol açmıştır.
 
“Türk topçularının isabetli atışları Mustafa Kemal’i sevindirdi. Akşama doğru Türk birlikleri önemli kazançlar elde etmişler, ama Yunan hatları yarılmamıştı. Mustafa Kemal, 57.Tümen Çiğiltepe’yi alamayınca tümen komutanı Albay Reşat’tan bir açıklama istedi. Reşat, yarım saat içinde tepeyi ele geçirmeye söz verdi. Mustafa Kemal, tümen karargâhını ikinci kez aradığında, Reşat’ın intihar notu kendisine iletildi.”Yarım saatte size o mevzii almak için söz verdiğim halde, sözümü yapmamış olduğumdan yaşayamam” (Andrew Mango, Atatürk, s.329) 
 
Yarım saat sonra mevzii ele geçmiş; ama komutanına verdiği sözü yerine getiremediği için canına kıyan Reşat Çiğiltepe yoktu artık. Bu ülke, ülkesi için canını vermekten çekinmeyen askerlerin kararlı, cesur davranışlarıyla düşmandan temizlenerek bağımsızlığına kavuştu. Bizler, Reşat Çiğiltepeleri unutursak bu ülkede huzurlu, mutlu, özgür yaşama gücünü kendimizde bulamayız.
 
Çarpışmanın ikinci günü, 27 Ağustos’ta durum tümüyle değişmiş, Albay Kemalettin Sami komutasındaki 1.Ordu’nun 4.Kolordusu Yunan hatlarını yarıp Erkmentepe’yi ele geçirmiştir. Aynı zamanda Fahrettin Paşa’nın süvarileri, dağların arkasından bir yol bulup Yunanlılar’ın gerisine ulaşmasıyla Trikoupis komutasındaki Yunan 1.Kolordusu Afyon’a doğru kaçmak zorunda kalmış; kaçarken malzemelerinin büyük bir bölümünü de geride bırakmıştır.
 
General Trikoupis ve kurmaylarının bir kısmı ile 10.000 civarında asker Kızıltaş vadisinden gece karanlığında kaçmayı başarmış; ancak 2/3 Eylül’de Murat Dağı’ndan Banaz Ovası’na inen iki Yunan Kolordusu’nun komutanları olan Trikoupis ile Dighenis tuzağa düşürüldüklerini fark ederek teslim oldular. Bir Türk yüzbaşı, onları teslim aldı. Bundan sonrasında savaş tamamen bir kaçma kovalamaya dönmüş, 9 Eylül'de Türk Ordusu İzmir’i düşmandan kurtarmış.  (Türk askeri sırtında çantası, silahıyla, bir taraftan da yoklukla savaşarak on günde İzmir’e girmiştir.) 17 Eylül'de kalan Yunan birliklerinin Bandırma'dan tahliyesiyle savaş son bulmuştur.
 
Bilmeyen kalmamıştır ki: Ulusumuz, egemenliğini eline aldığı gün, en karanlık yoksulluğun, en derin uçurumun kıyısındaydı Bütün güçleri yıpranmış, bütün savunma araçları elinden alınmış, kutsal varlıkları saldırıya uğramış, pek acıklı bir durumdaydı. Bütün bunları hiçe sayarak varlığını ve bağımsızlığını kurtarmaya karar verdi. Bu kararını başarıya ulaştırabilmek için kendine bir toplu davranış, bir belirli erek seçmesi gerekiyordu. Ulusun bütün varlığı ile bütün inanıyla, canını dişine takarak o yolda birlikte yürümesi ve er geç başarıya ulaşması gerekti. İşte baylar o erek bu yerdi, burasıydı. Umulan ve istenen başarı, işte burada kazanılan zaferdi.” (Atatürk’ün 30 Ağustos 1922’de kazanılan Büyük Zafer’in 2. yıldönümünde 1924 yılında Dumlupınar’da yaptığı konuşmadan alıntı)
 
Türk ulusu, 30 Ağustos 1922’de elde etiği zafer, yalnız bizim tarihimizde değil, dünya tarihinde de az görülen bir zaferdir. Bu zafer, bir ulusun dirilişi; dünya ulusları arasında onurlu yerini alışıdır. Bu zaferle Türk ulusu, kısıtlamasız, koşulsuz; egemenliğine kavuşmuştur. Bu zaferle Türk ulusu, ezilmişlikten; emperyalist güçlerin baskısından kurtulmuş; özgür ve gönenç içinde yaşamanın yolunu aralamıştır.
 
30 Ağustos 1922 Büyük Zafer’in Sonuçları
İzmir’e girişimiz, zaferin çabukluğu, geniş ve kesin neticeleri bütün dünyada büyük hayret, psikolojik ortam yaratmıştır.(İnönü’nün Hatıraları,1998,s.13)
Bu savaşta Yunan Ordusu 70.000 ‘den fazla askerini kaybetmiştir. Türkler, 13 000 civarında şehit,35 000 yaralıydı .(Özakman,464–5) Her iki tarafın sivil kayıpları üzerinde herhangi bir istatistik bulunmamakla birlikte Batı Anadolu'nun büyük ölçüde harap olması maddi kayıplar hakkında bir fikir verebilir.
 
Meydan savaşından sonra, çevreyi gezen Mustafa Kemal Paşa, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü tutsağın kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere,"Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir" demiştir. 
Mustafa Kemal Paşa'nın Anadolu hareketi üzerindeki önderliği bu zaferle pekişmiş, böylece zaferden sonra kurulacak olan siyasi düzenin temelleri atılmıştır. (1922 yaz aylarında Büyük Millet Meclisi'nde Mustafa Kemal aleyhine başlatılan muhalefet hareketinin zaferden sonra etkinliği kalmamış, Mustafa Kemal Paşa tüm ülkede "kurtarıcı" olarak benimsenmiş; liderliği pekişmiştir). 
.
Zafer, Yunan işgaline son vererek Kurtuluş Savaşının kesin bir askeri sonuca ulaşmasını sağlamış, barış yolunu açmıştır. Böylece Türk tarafı Lozan'a önemli bir diplomatik avantajla katılmış, askeri durumun barış görüşmelerinde aleyhte pazarlık kozu olarak kullanılması önlemiştir
Zaferle Anadolu düşmandan temizlenmiş; Türklük yok olmaktan kurtulmuş, varlığını kanıtlamıştır.29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti’yle yeni bir dönem başlamış; padişahlık tarihe karışmış, Cumhuriyet çağdaş dünyadaki yerini almıştır. Cumhuriyet’le laik, sosyal bir hukuk devleti kurulmuş; bu çerçevede devrimler başlatılış; bu devrimler toplumun büyük bir kesimince benimsenerek yaşama geçirilmiş; ancak şeriat, tarikat yanlıları karşı devrim için çalışmalarını sürdürmüşler, Mustafa Kemal’in aydınlık yolunu kapamaya, karartmaya çalışmışlardır
 
Ezilen, sömürülen ülkeler, Zafer’den örnek alarak bağımsızlık savaşlarını başlatmışlardır.
 
“Eğer sosyal olayları durdurma olanağı bulunsaydı, Atatürk’ün Milli Mücadele girişimi durdurulurdu. O zaman ya Orta Anadolu’nun birkaç ili üzerinde bir Osmanlı hanlığı-yarı sömürge olarak-can çekişmesini sürdürür ya da Türkiye’miz bağımlı bir devlet olurdu”.(Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Yol Kesen Irmak, s.159)
30 Ağustos 1922’den sonra adım adım Türkiye Cumhuriyeti’ne giden yol açılmış; ulus olma bilincine ulaşmış; Türkiye, bilim ve uygarlık alanında gelişmeye başlamıştır.
 
Nazım Hikmet’in dediği gibi Uzak Asya’dan gelen bu memleket bizimdir.
 
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket, bizim.
 
Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.
 
Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu dâvet bizim....
 
Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine,
bu hasret bizim... (Nazım Hikmet Ran)
 
Malazgirt de bizim, İzmir’de bizim. Binlerce yıldır bu yurt, bu topraklar bizim;biz Anadolu’da tüm etnik topluluklarıyla barış içinde yaşamak istiyoruz.  Yeter ki,bu etnik topluluklar,çıkar çevreleri emperyalistlerin amaçlarına hizmet etmesin.Nazım Hikmet, “Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,yok edin insanın insana kulluğunu” diyor da “el kapıları” bir türlü neden kapanmıyor,dersiniz? Çünkü Büyük Zafer’in Komutan’ı Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu her alanda tam bağımsız Türkiye Cumhuriyet’inin kuruluş felsefesinden uzaklaştık. Cumhuriyet’in “laik, sosyal, hukuk” devleti ilkesi yıprandı.
 
Türk’ün olağanüstü gayret ve gücünü tüm dünyaya göstermiş olması açısından büyük bir öneme sahip olan 30 Ağustos 1922 Büyük Zaferi, ulusal bir bayram olarak her yıl büyük bir coşkuyla kutlanmaktaydı; ne yazık ki son yıllarda gurur ve övünç kaynağımız olan bu bayramlar unutturulmaya çalışılarak ulusal bilinç köreltilmektedir. 
 
Kaynakça:
  • 1. Andrew Mango, Atatürk, İstanbul,2000.
  • 2.Atatürkçülük Nedir? Varlık Yayınevi, İstanbul: 1963.
  • 3.Falih Rıfkı Atay, Çankaya I,Cumhuriyet Gazetesi Yayınları, İstanbul:1999
  • 4.Hıfzı Veladet Velidedeoğlu, Yol Kesen Irmak, İstanbul,1983.          
  •  5.İsmet İnönü, İsmet İnönü’nün Hatıraları, Lozan Antlaşması I-II, Cumhuriyet Gazetesi    Yayınları, İstanbul:1998.          
  •  6.Özer Ozankaya, Cumhuriyet Çınarı, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ankara:1994.
  • 7.Sabahattin Selek, Milli Mücadele I-II, Milliyet Yayınları, İstanbul:2011.
  • 8.Turgut Özakman, Cumhuriyet, Ankara,2010.
  • 9.Şu Çılgın Türkler, Ankara,2005.   10.Kaya Bozterpe,1.Ağustos 2017,Bütün Dünya)
 
Hüseyin Başdoğan, 26.08.2018
 
 
 
Toplam blog
: 391
: 2555
Kayıt tarihi
: 04.12.12
 
 

Hüseyin BAŞDOĞAN, 1942'de Malatya- Arapgir'de doğdu.Arapgir Ortaokulunu, Diyarbakır Öğretmen Okul..