Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '11

 
Kategori
Güncel
 

27 Mayıs'ı hatırlamak

Bir ülke düşünün…1950’de ulusal geliri 25 milyar 298.2 milyon. 1955’te, 34 milyar 288.2 milyon, 1960’ta ise 46 milyar 362.9 milyon. 

0 çok övülen devletçilik politikaları yıllarında bile ulusal gelirin ancak yüzde onu yatırımlara ayrılırken 1960 yılına gelindiğinde GSMH’nın yüzde on beşi yatırımlara ayrılıyor. 

Bu ülkede 1948 yılında 328.463 işçinin sadece yüzde 16’sı sendikalıdır. 1960 yılına yaklaşırken işçi sayısı 701.231’i aşarken sendikalı sayısı yüzde 40’ı geçiyor. 

Yine bu ülkede 1940 yılında 1.066 traktör ve sadece 57 biçerdöver varken 1957 yılına gelindiğinde 44.144 traktör ve 6.523 biçerdövere ulaşılıyor. 1950’den önce 11 kamu işletmesi varken sadece 1950-1960 arası dönemde 17 kamu iktisadi teşekkülü kuruluyor. 1950’den sonraki ilk dört yılda ülke yıllık yüzde 13 gibi yüksek bir oranla büyüyor. 

Şimdi bir başbakan düşünün…Uçaktan indirilirken sille tokat dövülen. Soğukta palto giymesine izin verilmeyen. Gece uyurken aralıklarla uyandırılıp hakaret edilen, bağırılıp çağrılan. Mahkeme öncesi vücuduna iğneyle uyuşturucu verilen. 

Bir başbakan düşünün… İdam edilmeden hemen önce prostat kontrolünden geçirilen. Savcının ve hakimin ağır hakaretlerine uğrayan. İdam edildiğinde ipi çeken celladın ve idam ipinin parasının ailesinden istendiği bir başbakanı düşünün… 

Ve bir mahkeme düşünün… Mahkeme başkanının “sizi buraya tıkan kuvvet böyle istiyor” diyebildiği bir mahkemeyi. Mahkeme salonunun ortasına komutan için özel kürsünün ayrıldığı ve o komutanın beğenmediği ifadelere hemen müdahale ettiği bir mahkemeyi düşünün. 

Sanıklara, “sizi, on beş dakikadan fazla dinleyemeyiz” diyen bir mahkeme bu. Savcının, sanıklara, avukatlarına tehditlerin savurduğu, mahkeme başkanının açıkça taraf olduğu, sahte metinlerin kanıt niyetine kullanıldığı, siyasi öfkenin adaleti boğduğu bir mahkemeyi düşünün. 

Anladınız sanırım, bu ülke Thomas More’un “Ütopyası”nda ki ülke değil. Campenella’nın”Güneş Ülkesi” de değil. Martin Luther King’in hayalindeki ülke de değil. O ülke Türkiye, bizim ülkemiz yani. 

O Başbakan bu ülke insanlarının karda kışta meydanlarda karşıladığı, girdiği ilk seçimde yüzde 53, ikini seçimde yüzde 58 oy alarak halkın gönlünü kazanmış, bu ülkenin, bu halkın yani bizim Başbakanımızdı. 

Ama o mahkeme bizim değil. O mahkeme, Sokrates’e baldıran zehrini içiren, Galileo’i yargılayan, Nesimi’nin derisini yüzdüren, Dreyfus’u haksız yere tutuklayan mahkemelerdendi. 

Ama bunlar nasıl olabildi diye düşünmeyin sakın. Bu yaşananlar hem de 1980 yılına kadar bu ülkede “Anayasa ve Özgürlük Bayramı” olarak kutlanan 27 Mayıs darbesiyle oldu. Üstelik bazı kesimlerde hala 27 Mayıs darbesinin “ilerici” “hukuk ihtilali” ve “hürriyet mücadelesi” olarak değerlendirildiği ülkemizde oldu. 

27 Mayıs’ın yargılanarak aktörlerinin mahkum edilmesi gerekirken 27 Mayıs’ın artıkları karşımıza 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’da tekrar çıktı. Ülkenin darbecilerden çektiği yetmezmiş gibi Balyoz, Kafes ve Ayışığı planlarıyla yeni darbecilerimizle tanıştık. Darbecilerin işini kolaylaştıracak yargı üyeleri, medya patronları ve sokaklarında sözüm ona cumhuriyete sahip çıktığını iddia eden “bir avuç gürültücü elitistle” karşılaştık. Menderes’i zor durumda bırakarak darbe koşullarını hazırlamaya çalışan üniversite hocalarının, köşe yazarlarının ruhları aramızda dolaşmaya, öğrenci eylemleri tekrar yapılmaya başlandı. 

Yassıada Mahkemesinin başkanı Salim Başol’un yeni versiyonu tam bulunmuşken hükümet Menderes’in düştüğü hataya düşmedi. Menderes, darbe hazırlığında yakalanan 9 Subay olayını “uzlaşma”ya kurban edip örtbas ederken şimdiki hükümet cesur davranarak darbe heveslilerinin de, darbeye çanak tutanların da üzerine gitmekten çekinmedi. 

Artık ne olduysa bu sefer birileri halkın gücünü fark ederek askere selam çakmak yerine posta koymayı hatırladı. “Ordu göreve” pankartı altında yürüyen profların, askeri kışkırtarak darbe hevesinde olanların gücü kırılmaya başlandı. Yeni bir Yassıada hayali kuranlar kendilerini birden Silivri’de bulunca da hukuk hatırlanmaya, zindan edebiyatı yapılmaya başlandı tabi. 

Belirtelim, kanmıyor, oyuna gelmiyor, darbecilere de, darbe yanlılarına da acımıyoruz. Düşünüyor ve kanmıyoruz, çünkü bu ülkenin Başbakan’ına acımayarak asanlar, 12 Mart’a bu ülkenin üç fidanına da acımadı. Bu ülkenin insanlarına, aydınlarına, yazarlarına Mamak’ta, Metris’te, Diyarbakır’da da acımadılar. 

Evet, 27 Mayıs darbesini 38 arkadaşıyla gerçekleştirip 38 arkadaşının imzasıyla Çankaya’ya çıkan Cemal Gürsel tesadüfe bakın ki 38 doktorun imzaladığı “vazife yapamaz” raporuyla Çankaya’dan inmek zorunda kalmıştı. Tıpkı Osmanlı hanedanının ülkeyi terk etmek zorunda kaldığı saat ile Mustafa Kemal’in vefat ettiği saatin 09.05 gibi bir tesadüfte buluşması gibi. Tıpkı Yassıada Mahkemesinde Menderes’in yanı başında duran asker Halil Yavuz’un torununun bugün Silivri mahkemelerinde yargılanan darbecilerin yanı başında görevli olması gibi… 

 
Toplam blog
: 36
: 476
Kayıt tarihi
: 26.03.11
 
 

Üniversite mezunuyum. Yerel bir gazetede çalışıyorum...