Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ekim '12

 
Kategori
Siyaset
 

28 Şubat'ın bütün hesabını da yine TSK mı ödeyecek?

28 Şubat'ın bütün hesabını da yine TSK mı ödeyecek?
 

Canlı organizmalar gibi sosyal olayların da bir anatomisi vardır. Bir olayın gerçekleşmesi bir çok unsurun bir araya gelmesiyle mümkündür. Tabii ki burada asli unsurlar, feri unsurlar söz konusu olabilir.

Canlı organizmalarda beyin ne kadar hayati bir organ olursa olsun, diğer organlar olmayınca varlığını sürdürmesi mümkün değildir.

Sosyal olaylarda da feri unsurlar olmadan aslı unsurun fonksiyonunu yerine getirmesi imkânsızdır. Hatta o kadar ki bazen hangisinin asli unsur, hangisinin feri unsur olduğunu ayıklayabilemezsiniz. Pasif gibi gözüken bir unsurun gerçekte aslı unsur olduğu; aktif olduğu için asli unsur sanılan unsuru da pasif unsurun yönettiği görülebilir. Burada ölçü, olayın amacı neye dönükse ve sonuçları en çok kime yarıyorsa, asli unsur olarak da onu kabul etmek gerekir diye düşünüyorum.

Darbeler de işte böyledir. Geçmişte yaşanan darbelerden yola çıkarak darbelerin anatomisini ve bütün darbelerde mutlaka var olması gereken unsurları önceki bir yazımda(*) ayrıntılı olarak ortaya koymuştum.

Kısaca tekrar etmek istiyorum. Bir darbenin oluşması için 6 ana unsurun bir araya gelmesi gerekiyor:

1- Merkez Medya

2- Etkin STK'lar

3- Yüksek yargının da içinde yer aldığı üst bürokrasi

4- Üniversiteler

5- Siyaset (Anamuhalefet partisi)

6- Silahlı güç (TSK'yı ele geçiren CUNTA)

Bu anatomik yapı içerisinde darbenin planlarını yapan, hazırlık ve icrai hareketleri gerçekleştiren ve yönetime el koyan yada yönetimi değiştiren askerdir. Görüldüğü gibi vitrinde hep asker vardır. Bu görüntüye bakarak darbenin asli failinin ve esas sorumlusunun TSK olduğunu söyleyebiliriz.

Fakat detaylı bir analiz yaptığımızda durumun hiç de böyle olmadığı görülecektir. Öncelikle darbenin yapılış ve açıklanan amacı, halkın mevcut kötü yönetimden kurtarılmasıdır. O halde arkasında belli bir halk desteği olmayan hiçbir darbenin başarı şansı yoktur. Profesyonelce uygulanan psikolojik harekâtla halk desteğinin, olduğundan çok daha fazla olduğu yansıtılır. Bunun için taraf medyadan olabildiğince yararlanılır. Karşı medya ise bir şekilde susturulur veya güvensizleştirilir. Üniversiteli gençlerin ve işçilerin sokağa döktürülmesi ise  ülkede topyekün bir huzursuzluk ve memnuniyetsizlik varmış algısını güçlendirir. Burada anamuhalefet partisi ve STK'lardan yararlanılır. Yüksek yargı ve üst bürokrasi ise, darbecilere hukuki zirh giydiren, darbeyi hukuken meşrulaştıran ve mevcut iktidarın hukuki tasfiyesini yapan çok önemli bir araçtır.

Buradan anlaşılıyor ki, diğer unsurlar olmadan ordunun darbe yapma şansı imkânsızdır. Bir de darbeden kimlerin esas kârlı çıktıklarına baktığımızda, darbelerin asli failinin ordu olmadığı anlaşılacaktır.

Bütün bu unsurları bir araya getiren sebep, kurucu iradenin korunmasıdır. Bu amaç, ülkenin gerçek sahiplerinin kendileri olduğu iddiasını da güçlendirmektedir. En azından kendilerini o konumda görmektedirler.

Ortak amaç, bireysel anlamda üyelere avantajlar sağlamaktadır. İş adamıysa devlet ihalelerinde aslan payını alır. Bürokratsa kısa sürelerde en tepeye yükselir. Akademisyense, yetersiz de olsa, kolaylıkla akademik titrlerine kavuşur ve stratejik koltukları ele geçirir. Medyadaysa baş köşeler onlara tahsis edilir. Yargıdaysa cımbızla çekilerek yüksek yargıya atanır. Burada kariyer ve yeterlilik ikinci plandadır.

Sadece bu sonuçlara bakarak bile darbelerin gerçek sebebini anlayabiliriz. Kaybedilen iktidarın ve statükonun yeniden ele geçirilmesi.

Şimdi bütün bunlara bakarak darbelerin asli failinin asker olduğunu söyleyebilir miyiz? Türk ordusu Atatürk ilke ve inkılaplarına sonuna kadar bağlıdır ve bu ülkü ile yetiştirilir. Darbelerle ilgili olan cuntacılarda ise bu hassasiyet daha fazladır. Atatürk de Batı medeniyetini işaret ettiğine ve Batı'da da demokrasi olduğuna göre, Türk ordusunun kalıcı iktidar amacıyla darbe yapması imkânsızdır. Nitekim yapılan her darbeden hemen sonra demokrasiye geçilmiştir. Cuntacılardan bazılarının daimi senatör yapılması, yine bazılarının da emekli olduktan sonra KİT'lerde görevlendirilmesi, koca bir ordu düşünüldüğünde çok cuzi ve istisnai yararlanmalardır.

Darbelerin esas ganimetlerini ise diğer unsurlar paylaşmaktadırlar. Emeklerinin kat be kat fazlasıyla karşılığını almaktadırlar.

28 Şubat sürecinden itibaren ve bugün yaşadığımız olaylardan açıkça anlaşılıyor ki, bütün darbelerin ana sebebi olan Atatürk ilke ve inkılaplarının korunması, irticanın önlenmesi iddiaları gerçekçi bulunmamaktadır. 

O halde Türk ordusu neden, neredeyse 10 yılda bir, elindeki millete ait silahı yine millete doğrultmaktadır? 

Bunca darbelere rağmen ben genel anlamda Türk ordusunun samimiyetinden kuşku duymuyorum. Askerler, modern eğitim almış olsalar da, askerlik mesleğinin doğasından gelen sebeplerle fiilen toplumun dışında yaşamaktadırlar. Toplumun kalkınmasıyla ve ideolojik siyasetiyle ilgili gidişatı yakından takip etmek istiyorlar. Burada da görünüşte kendi hassasiyetlerine yakın siyasi oluşumları ve köşeleri izliyorlar ve onları kendilerine yakın bulduklarından kolayca onlara inanıyorlar.

Onların "Laiklik aşındırılıyor, adım adım şeriata gidiyoruz" sözleri ve "Ordu Göreve" nidaları askerlerin durumdan vazife çıkarmalarına neden oluyor.

Sonuçta iktidar değişiyor, birileri yeniden baş köşelere oturuyorlar. Ne hazindir ki, "Ordu Göreve" diye orduyu çağıranlar bu defa da "Ordu Kışlaya" diyerek onu kışlasına gönderiyorlar. 

Şimdi tekrar soruyorum: Darbelerin asli faili kim? Orduyu azmettirip onu adeta bir taşeron gibi kullananlar mı yoksa darbeleri fiilen yürüten ordu mu?

Ordu da, eldeki yüksek yargıya güvenerek bu açık hukuksuzluğu pervasızca denemeye devam edip gitmekteydi. Fiili dokunulmazlığından olacak, kendisine hesap sorulamayacağından adı gibi emindi... 

Ta ki Ergenekon, Balyoz davalarının açılması ve 12 Eylül referandumuyla yüksek yargının değişmesine kadar.

Son darbe girişimleri ellerinde patladı ve suçüstü yakalandılar.

Şimdi az sayıdaki siville birlikte asli fail ve tek suçlu olarak yargılanıyorlar.

Allah için sivil unsurlar, açılan davaların gönüllü avukatlığında ellerinden gelenin fazlasını yaptılar ve yapıyorlar

Bu bir vefa duygusu mudur yoksa sıranın kendilerine geleceği korkusu mudur, bilemiyoruz.

Şimdiye kadar davaların tamamen haksız olarak açıldığından bahisle bunun, iktidarın muhaliflerini susturma planı olduğunu iddia ediyorlardı.

28 Şubat soruşturmasıyla birlikte Ertuğrul Özkök'ün telaşla köşesini bir genel af kampanyasına dönüştürmesi ise çok ilginç bir rastlantıydı. Verdiği örnek de 12 Mart dönemi. Güya o dönemde cuntacılar af çıkararak toplumsal barışı sağlamışlardı. Oysa aynı dönemin sanıklarından Hasan Cemal, "Ucu bazı cuntacılara dokunduğu için bizleri de affetmek zorunda kaldılar" itirafını yapmıştı!

28 Şubat, darbelerin anatomisindeki sivil unsurların eylemlerinin en belirgin olduğu ve deşifre edildiği bir darbe girişimidir.

28 Şubat iki koldan soruşturuluyor. Birincisi Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu, İkincisi yargı.

Burada da 28 Şubat'ın asker aktörleri tutuklanmış vaziyetteler.

Oysa 28 Şubat'ta, Sincan'da yürütülen tankları saymazsak, medya bir silah olarak kullanılmıştı.

O zamana kadar birbirleriyle kıyasıya bir savaşın içinde olan ve birbirlerinin kirli çamaşırlarını ortalıklara seren merkez medya organları, ne hikmetse bir anda sulh olmuşlar ve "Kartel Medyası"nı kurmuşlardı.

Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'nda konuşan medya patronları ve köşe yazarları çok ilginç ve komik şeyler anlatıyorlar...

- Meslekte yükselmek istiyordum...

- Güçlüden yana olmayı kim istemez ki...

- Kimseden baskı görmedik...

- Kimseden talimat almadık...

diye devam edip gidiyorlar.

Şu anda istenen o ki; tıpkı Ergenekon gibi, tıptı Balyoz gibi, 28 Şubat'ın hesabını da askerler ödesinler!

Sivil unsurlarla ilgili benim yukarıdaki tespitlerim afaki gelebilir. Bununla ilgili bir de askeri kişilerin sözlerine yada itiraflarına kulak verelim.

12 Eylül darbesinden sonra bir emekli general, "Siviller olmadan biz darbe yapamayız" demiştir.

Yine 12 Eylül darbesiyle ilgili Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu'na bilgi veren eski Genelkurmay Başkanı emekli Org. Hilmi Özkök, "Bazı sivillerin kendilerinden yardım istediğini" açıklamıştır.

Emekli Koramiral Atilla Kıyat, Hazıran 2009'da 32. Gün programında Mehmet Ali Birand'a bakın neler söylemişti:

"Sivil, askeri taşeron olarak kullanmayı seviyor. Başarılı olursa kendinden, başarısız olursa askerden, diyor.

Rütbeniz büyüdükçe, "Paşam, daha ne bekliyorsunuz" diye kapınızı çalan o kadar çok olur ki! Bunun içinde siyasetçisi, bunun içinde basını, bunun içinde en çok da iş adamı.

TSK içinde "Darbe yapalım" diye düşünenlerden daha fazlası dışarıda var."

Zaten 27 Mayıs darbesinden hemen önce anamuhalefet partisi CHP'nin lideri İsmet İnönü'nün Meclis kürsüsünden söylediği, "Şartlar hasıl olduğunda milletler için ihtilal, meşru bir haktır" sözleri darbelere meşruiyet kazandırıp, darbelerin kapısını açmamış mıdır?

Darbelerde sivillerin günahı çok. Ama Atilla Kıyat'ın da dediği gibi; başarılı olursa kendinden, başarısız olursa askerden...

Sivillerin açıklamalarına ve içerideki tutuklu generallere bakılırsa...

Şimdilik 28 Şubat'ın hesabını da TSK ödeyecek gibi gözüküyor.

Birileri 28 Şubat'ın kaymağını yediler, birisi de bütün bu hesabı ödeyecek?

Ama yine de sön sözü yargı söyleyecek.

Zira yargı somut deliller olmadan hareket edemez. Sanırım şu an yargı sessiz ve derinden bağlantıları ve somut delilleri araştırıyordur.

(*) http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=176188

6 Ekim 2012

Hasan Basri Özgen

 
Toplam blog
: 337
: 4184
Kayıt tarihi
: 03.08.07
 
 

Hukukçuyum... Hukukun üstünlüğünün ve hukukçunun saygınlığının ülkemde gelişmesini ve kalıcı olma..