Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 
 

Kağan Bahadır Küçükalcan

http://blog.milliyet.com.tr/kaganbahadir

08 Eylül '13

 
Kategori
Tarih
 

3 Mayıs sürecinin kısa tarihi

3 Mayıs sürecinin kısa tarihi
 

Değerli arkadaşlar

Yarın bildiğiniz gibi 3 Mayıs… Zannediyorum ki değil Türkiye’de dünyada bile bir günün ismi üzerinde bu kadar çok ihtilaf içerisinde olunduğu bir durum yoktur. Herkes, ideolojik sebeplerle yahut başka sebeplerle bu günü farklı isimlerle anıyor hatta bir gaflet eseri olarak bu günü kutluyor. Türkçülük Günü, Türkçüler Günü, Türkçüler Bayramı, Milliyetçiler Günü, Milliyetçiler Bayramı… Sekiz farklı isim var benim tespit edebildiğim…

Burada 3 Mayıs anılır mı yoksa kutlanır mı sorusu akıllarla gelecek. Naçizane görüşüm 3 Mayıs’ın kutlanmasından ziyade anılmasının daha makul olacağıdır. Çünkü ortada kutlanacak değil, anılacak bir gün vardır. Eğer bu güne net bir isim vermemiz gerekiyorsa bence bu günün adı Atsız Bey’in de ifadesiyle “3 Mayıs Türkçüler Günü” olmalıdır. Yani bizler burada doğru bir isim kullanmış oluyoruz.

“3 Mayısta ne oldu?” sorusuna cevap vermeden evvel, bu tarihin biraz gerisine gitmek gerekiyor. Her şeyden önce söylemek lazım gelir ki, 3 Mayıs gayri resmi adı “Irkçılık – Turancılık Davası” olarak geçen davanın başladığı gün değildir. Bu gün davası görülen kişi sadece Nihal Atsız’dır ve Sabahattin Ali’nin açtığı davanın ikinci celsesinin görüldüğü gündür. İlk celse 26 Nisan 1944 günü gerçekleşmiştir.

Dava ertelendiği için 3 Mayıs 1944’te yapılan ikinci oturumda yaşanan nümayiş sonrası bugün Türkçüler Günü olarak seçilmiştir.

Davanın öncesinde ne oldu? Nihal Atsız’ın Başvekil Şükrü Saraçoğlu’na yazdığı ve Orhun’da yayınladığı iki mektup herhalde herkesin malumudur. Atsız Bey bu mektuplarda isim vererek devlet kadrolarına yerleşmiş komünist yapılanmayı eleştirmiştir. Hedefine de isim vererek bazı kişileri koymuştur. Bu isimlerden biri de Sabahattin Ali’dir.

Sabahattin Ali kimdir?

Sabahattin Ali’nin geçmişi Atsız Mecmua’da şiirlerinin yayınlanmasına dayanır. Yani bir Türkçü geçmişi vardır Sabahattin Ali’nin… Fakat nedendir bilinmez, daha sonra Nazım Hikmet tarafına geçmiştir ve komünist olmuştur.

Sabahattin Ali, Atsız’ın Orhun’da yayınladığı mektuplara karşı Falih Rıfkı Atay ve Hasan Ali Yücel’nin tavsiyesi ve telkini üzerine dava açmıştır.

Peki Atsız Sabahattin Ali’nin hangi davranışlarını eleştirmiştir?

Cevap: Atatürk’e hakaret eden bir şiir yazmasına ve bu şiir yüzünden mahkum olmasına rağmen, hapisten Atatürk’ü öven “Benim Aşkım” adlı şiiri yazarak hapisten çıkmasını ve devlet kadrolarında bu şiire rağmen yer bulmasını…

Bu vaziyetteyken Atsız devlet kadrolarından Türkçü olduğu için atılmıştı fakat Sabahattin Ali, bu geçmişine rağmen Almanca öğretmeni olarak devlet kadrolarında kendine yer bulabiliyordu.

Peki Sabahattin Ali’nin o meşhur şiiri neydi? İzninizle hicap duyarak okumak isterim:

“Hey anavatandan ayrılmayanlar
Bulanık dereler durulmuş mudur?
Dinmiş mi olukla akan o kanlar?
Büyük hedeflere varılmış mıdır?
Asarlar mı hâlâ hakka tapanı?
Mebus yaparlar mı her şaklabanı?
Köylünün elinde var mı sabanı?
Sıska öküzleri dirilmiş midir?
Cümlesi belî der Enelhak dese,
Hâlâ taparlar mı koca terese?
İsmet girmedi mi hâlâ kodese?
Kel Ali’nin boynu vurulmuş mudur?
Koca teres kafayı bir çekince
İskendere bile dudak bükünce
Hicabından yerler yarılmış mıdır?”

Bu saçmalık şaheseri şiire rağmen ve Atsız’ın bu dönem şiirlerinde Atatürk’e “Büyük Gazi” diye seslenen şiirleri olmasına rağmen bugün nasıl Atsız Atatürk karşıtı, Sabahattin Ali büyük vatansever oluyor diye sormak gerekir. Sabahattin Ali, bu mektuplar sonrasında Atsız aleyhinde bir dava açar. Bu davada beraat etmesine rağmen mahkeme çıkışında tekrar gözaltına alınan Atsız ve 3 Mayıs’ta yaşanan nümayiş, devletin içindeki “enteresan kadroları” harekete geçirir. Bugün de var olan enteresan kadrolar o gün de vardı… Kimdir bunlar? Başta Maarif Vekili Hasan Ali Yücel, CHP’nin yayın organı Ulus’un başyazarı Falih Rıfkı Atay ve daha nice İsmet İnönü yandaşı… İsmet İnönü’nün 19 Mayıs gibi yüce bir bayramda nutkunu siyasi meselelere sokması ve Turancıları direkt olarak hedef alması yargıyı da harekete geçirir. Milli Eğitim Bakanlığı da bu konuşma üzerine boş durmaz ve misali bugün dahi yaşanamayacak bir skandal tamim yayınlar. İzninizle Hasan Ali Yücel imzalı bu tamimden bir bölüm okumak istiyorum:

Bu ülkünün her Türk çocuğu tarafından iyice benimsenmesi için gerekli her türlü telkin ve öğretim yapılacak ve bu maksatla Millî Şef İnönü’nün nutku üzerinde her derecedeki okullarımızda aşağıda yazılı şekilde çalışılacaktır.

1-     1944-45 ders yılının ilk gününde bu nutuk,

a)     İlk okulların son iki sınıflarında öğrencilere okunup anlatılacaktır;

b)     Orta okullarla liselerin; öğretmen okullarının, teknik öğretim kurumlarının ve köy enstitülerinin bütün sınıflarında okunacak, izah edilecektir.

c)      Yüksek okullarla yüksek teknik kurumlarının, üniversitenin, fakültelerin, köy enstitüsü yüksek kısmının açılış dersinde okunacak ve bu derslere konu olacaktır.

2-     İlk okullarla, orta okullarda ve diğer bu derecedeki okulların yurt bilgisi derslerinde, lise ve bu derecedeki okulların sosyoloji, tarih ve inkılâp derslerinde öğretim, nutukta yazılı esaslara göre yapılacak; metnin muhtelif parçaları üstünde durulacak, öğrencilere nutuktaki fikirler etrafında vazifeler yazdırılacaktır. Yüksek öğretim kurumlarında, ahlâk, sosyoloji v.s. gibi cemiyetlere ait derslerde Türk İnkılâp Tarihi ve Türkiye Cumhuriyeti Rejimi dersleri profesörleri bu nutkun ruhuna göre halkın rahatça okuyabileceği broşürler yazıp, basılmak üzere resmî yollardan Vekilliğimize göndereceklerdir. Ders yılının sonunda yapılan Üniversite haftalarında ve ders yılı içinde verilecek konferanslarda nutkun konularına önemli yerler ayrılacaktır.

Bütün yüksek öğretim kurumlarımızla lise, öğretmen okulu, teknik öğrenim enstitüleri ve okulları, köy enstitüleri, orta okullar ve maarif müdürlükleri (ilk okul öğretmenleri ve öğrenciler yönünden) bu tamimle verilen direktifler üzerinde ne gibi işler ve hazırlıklar yaptıklarını ve 1944 – 45 öğretim yılı içinde neler yapmayı düşündüklerini madde madde, temmuz 1944 sonuna kadar Vekilliğe bildireceklerdir.

Şimdi bugünü düşünün… Bugünün Cumhurbaşkanı bir nutuk verecek ve bu nutuk öğrenciler tarafından ders olarak görülecek…. Bu yaşananlara, bugünküler dahi cesaret edemez…

Davanın başlangıcı ve bazı isimlerin gözaltına alınması, Atsız’ın evinden çıkan mektuplar neticesinde olmuştur diyebiliriz. Bu isimlerden biri de o dönem Üsteğmen olan Alparslan Türkeş’tir. Burada Türkeş Bey’in, Atsız Bey’in evinden çıkan bazı mektuplarından kısa bölümler okumak istiyorum.

“Orduyu, subayları temizlemek icap etmektedir. Kan bakımından Türk subaylardan gayrı diğer unsurların göz yaşlarına aldırmadan uzaklaştırılması lazımdır. Bütün Türkleri bir devlet, bir millet halinde toplamaya herhalde muvaffak olacağız.”

Türkeş Bey bu mektubu 19 Temmuz 1943 tarihinde yazmış…

İşin ilginç tarafı, o dönem Atsız’a mektup yazan kişiler dışında, Atsız’la arası limoni olan isimler de sırf dergilerinin içeriği Türkçü diye tutuklanmıştır. Bu isimlerden biri de Reha Oğuz Türkkan’dır. Türkkan’ın hayalci bir genç oluşu ve gizli işlere merak salması, Gürem gibi manasının ne olduğu belli olmayan bir ismi mektuplarında kullanması, Türkçüleri cezalandırma gayreti içinde olanlara adeta bir hediye olmuştur. Sözde bu Gürem örgütü İsmet İnönü’yü devirecek, Cumhurbaşkanlığı görevine Zeki Velidi Togan’ı getirecek ve memleketi Turancı hale getirip Türkistan’ın fethi için Almanya’nın yanında savaşa girip Sovyetlere saldıracaklardı. İddianamenin özü budur. Almanların yanında savaşa girme isteği o dönem yaşayan bazı Türkçülerin isteği olabilir fakat İsmet İnönü’yü devirmek gibi bir isteğin o dönem kimsenin düşüncesinde olduğunu zannetmiyorum. Kaldı ki düşünce halinde kalan bir isteğin, fiiliyata dökülmedikten sonra suç unsuru taşımamalıdır.

Her ne kadar iddianame bu yönde dahi olsa, sorgularda sorulan sorular genellikle Cumhuriyet rejimi ve Atatürk üzerinedir. Bu kadronun sanki Atatürk ve Cumhuriyet karşıtı olduğu imajı verilmek istenmiştir. Bunu gerçekleştirmek için de akıl almaz işkencelere başvurmuşlardır. Tabutluk adını verdiğimiz bu işkence yönteminde, özellikle genç ve istedikleri itirafı alabileceklerini düşündükleri kişilere oturmanın ve çömelmenin mümkün olmadığı bir dar alanda, ışık ve su tacizi ile işkenceler yapılmaktaydı. Savcı Kazım Alöç bu olaylardan elbette haberdardı. Öyle ki, mahkeme tutanaklarına geçmeyen bir sözünde Kazım Alöç “Biz bu vatan hainlerini Pera Palas’ta veya Tokatlıyan’da misafir edecek değildik. Elbette hak ettikleri muameleyi göreceklerdir.” Demiştir. Aynı Kazım Alöç, “İfşa Ediyorum” adlı yazı dizisinde ise nedense tabutlukları reddeder. Fakat bu tabutluk işkencesinden geçenler sadece Türkçüler değildir. Komünistler de Türkçülerden sonra tabutluktan geçmişlerdir. Kendilerinin de bu yönde itirafları mevcuttur. Neredeyse aynı tabutluk ölçülerini verdikleri dikkate alınırsa, Kazım Alöç’ün yalan söylediği kesinleşmiş hale gelir.

Mahkemede verilen savunmaların tümüne burada değinecek değilim. bu savunmaların tümünü yayınlayarak tarihe güzel bir hizmet yapan Yavuz Bülent Bakiler’in ilgili kitabını tavsiye ile yetineceğim. Fakat, savunmaların tümü okunursa özellikle Atsız Bey ve Nejdet Sançar’ın, sadece bence bu iki ismin, dik duruşunu ve düşüncelerini saklamayışı bazı isimlerin de mahkeme karşısında bildiklerini ve mülahazalarını gizleme gayreti içinde olduklarını görebilirsiniz. Örneğin mahkeme öncesi ırk esasına dayanan bazı görüşlerini bildiğimiz kişilerin ırkçılığı inkar etmeleri veyahut Atsız Bey ile ilgili “Ben onun bu kadar aşırı olduğunu bilmiyorum” türü ifadelerini okuduğunuzda benim gibi şaşıracağınıza eminim. Bu konularla ilgili Türkeş Bey’in Kazım Alöç’e yazdığı mektup çok konuşulur fakat nedense kimsenin aklına bu mektubun kaynağının hangi kitap olduğu gelmez. Can Dündar’ın belgeselinde verilen ile yetinilir. Şimdi burada Türkeş Bey’in mektubundan bazı önemli parçaları okumak istiyorum:

“Çok Sayın Yüzbaşım,

Taşıdığım millî duyguların verdiği heyecanla, hiç düşünmediğim ve hatırımdan geçirmediğim mânaları da ifade edebilecek olan şeyleri yazdığımı sorguya çekildikten sonra anlamış bulunuyorum.

Fakat lütfen emin olmanızı isterim ki, ben bunları katiyen bir maksatla yazmış değilim. Edebî ve parlak cümleler yazmış olmak için ve millete şamil umumi bir mana kastederek yazdım.

Otuz sekiz günden beri anlatılamaz bir elem ve ıstırap içindeyim. Vatanımı, milletimi, cumhuriyetimi çok severim. Daima İstiklâl Harbi’ni yapanları, zaferi yaratanları derin bir sevgi ve saygı ile sevdim. Saydım. Bugüne ve bugüne kadar devleti idare edenlerin o büyük kahramanlar olduğunu hiçbir zaman unutmadım. Hatta unuttuklarımı hatırlatmak lütfunda bulunursanız orada bu duygularımın ifadelerini görürsünüz. Bugüne kadar hiç vazifemi ihmal etmedim. Vatanıma, devletime hizmet etmek için kendi meslek alanımda bütün kudretimle çalıştım.

Altı aydan beri beni kıtada tanımış olan bütün amirlerimin takdir ve teveccühlerini kazandım. Arkadaşlarım içinde daima temayüz ettim. Şimdi sizlerin beni affetmenizi ve bir an evvel tahliye etmenizi istirham ederim. Bundan sonra kendi vazifemle meşgul olacağıma söz veririm.”

Burada mektup yazdığı savcının bir Yüzbaşı, Türkeş’in de bir üsteğmen olduğunu yani mektubun asttan üste yazıldığını hatırlatmak isterim. İçeriği oldukça açık bu mektup hakkında daha fazla yoruma gerek yok kanaatindeyim.

Yanlış bilinen bir durum da Turancıların cezalandırıldığı ve ceza sürelerinin dolmasıyla birlikte hapisten çıkarıldığıdır. Turancıların tamamı beraat etmişlerdir ve bugün hepsi suçsuz olarak kabul edilmektedir. Bunu Atsız’ı Robert Koleji’nde öğretmenlik yaptıran ve Ali Fethi Okyar’ın soyadını dahi bilmeyen Radikal Gazetesi sözde tarihçisine de buradan hatırlatmak isterim.

3 Mayıs süreci, yani Türkçülüğe karşı yapılan bu haçlı seferi cezasız kalmış mıdır? Kısmi dahi olsa da intikamları alınmış mıdır? Bu soruya rahatlıkla “evet” yanıtını verebilirim.

Davanın baş aktörlerinden Kazım Alöç, Türkçüleri ve komünistleri işkenceden geçirdikten sonra aleyhine açılan davalarla boğuşmuştur. Bu davalardan Demokrat Parti’nin çıkardığı afla kurtulmuştur.

Hasan Ali Yücel, 1944 sonrası kurulan hükümette görev alamamış ve Kenan Öner’in açtığı davalarla boğuşmak zorunda kalmıştır. Kendini savunmak ve aklamak için davayı da kitap haline getirtmiştir.

Falih Rıfkı Atay ile İsmet İnönü’nün zaman içerisinde arası bozulmuş ve Atay bir İnönü muhalifi haline gelmiştir.

Sabahattin Ali de, Makro Paşa’daki yazıları yüzünden hapis cezası aldı. Hapse girmemek için yurtdışına kaçarken öldürüldü.

Şükrü Saraçoğlu, bir sonraki dönem başbakan seçilmedi.

İsmet İnönü, dava sonrası girdiği ilk ciddi seçimi kaybetti. 27 Mayıs’a kadar iktidar olamadı.

Görüldüğü gibi Türkçülere karşı gerçekleştirilen haçlı seferinin mağlupları seferi gerçekleştirenler oldu. Bu dava suçlu ilan ettikleri isimlerden büyük bir mütefekkiri, milletvekillerini ve parti başkanlarını çıkardı. Dik duranlarla eğilenleri ortaya çıkardı ve tarihte eğilenlerinin adının zaman içinde silineceğini, dik duranların ise adının hep hatırlanacağını bizlere gösterdi.

Hepinize beni dinlediğiniz için teşekkür ediyorum.

(2 Mayıs 2013 tarihli Türkçüler Günü Kurultayı konuşması)

 
Toplam blog
: 75
: 2740
Kayıt tarihi
: 13.03.07
 
 

Kağan Bahadır Küçükalcan   Siyasi Tarih yazarı ve Türkçü düşünce adamı. 28 Aralık 1988'de Antalya..