Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '16

 
Kategori
Üniversiteler
 

3. Nesil üniversiteler; sorunlar ve çözüm önerileri

3. Nesil üniversiteler; sorunlar ve  çözüm önerileri
 

Açık mektup..Tüm taraflara..

Hepimizin bildiği üzere 20. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren dünya bilimi de büyük ölçüde kabuk değiştirdi. Eski üniversite anlayışı yenidünya düzeniyle bazı noktalarda çelişti.

20. yüzyılda dünyaya bilişim teknolojileri damgasını vurdu ve dünyanın binlerce yıllık ezberleri bozuldu.

Daha ilginç olan ise, dünyayı sarsan bu çok büyük değişimin yani bilgisayar teknolojilerinin üniversitelerden değil dışarıdan gelmesi idi.

Mesela sosyal medya dediğimiz ağ da çok önemli bir gelişme olup bunun çıkış noktası da üniversiteler değildi.

İlk kez üniversite dışardan esen bu yeni düzene uymakta zorlandı, hatta birçok akademisyen bilgisayar kullanmayı çocuklarına sormak zorunda kaldı.

Gerçi bir avuç vizyon sahibi bilim insanı bilgisayar teknolojilerinin de yardımıyla; genetik, biyokimya, biyoteknoloji, kök hücre teknılojisi ve nanoteknolojilerin yardımı ile arada oluşan amansız farkı bir nebze eşitledi.

Topluma daima yeni yol açmak misyonuna sahip bu kurumlar ciddi anlamda tökezledi ve yine ne ironiktir ki bilişim teknolojilerini kullanarak ayağa kalkabildi.

Şimdilerde üniversiteler; hala değişen dünya düzenin tam olarak farkında değiller ve eski alışkanlıklarını adeta bir bağnazlıkla sürdürmek eğilimindeler. Hâlbuki çok önemli ve stratejik bir değişimin tam eşiğindeler.

Benim asistanlık yıllarımda indeksler kütüphanede taranır, uzun zamanlar harcanır, önemli bir tarama gerekse izin alınıp Ankara’ya varılırdı.

Bir anabilim dalının anlattığı semineri öteki anabilim dalı mensupları anlamakta zorlanır, derler esnasında elde tebeşir tahta boydan boya uzun problem çözümleri ile donatılır, öğrenciye ne kadar çok not tutturulursa o kadar koltuklar kabartılırdı.

Akşamları öğrenciler çalışma odalarında teksirlere aldığı notları temize çeker ve ertesi gün için çalışırdı.

Şimdilerde ne not tutan öğrenci kaldı ne çalışmak için kullanılan defterler. Her şey bilişim teknolojilerinin varlığında değişti, farklılaştı. Gel gelelim hala ve hala ülkemizdeki birçok üniversitede bilimsel anlayış dünyadaki gelişime paralel olarak gelişemedi.

Üzülerek yazıyorum ki binlerce yıl insanlığa ışık olan bu bilim yuvaları ilk kez, dışardan esen bu değişim rüzgârına uyum sağlamakta çok zorlandı, zorlanıyor.

Bir gurup akademisyen hala, kafasına göre araştırma yapmak, yaptığı araştırmanın somut bir çıktısı ya da bir sorunun çözümüne yönelik bir öneride bulunmak hedefinden uzak, bilindik metot ve yönetmeleri, inat ve ısrarla tekrarlamak gibi bir çözümsüzlüğe düştü.

Çoğunluk bu durumda olduğundan; az sayıdaki yenidünya düzenine uymaya çalışan, somut ürünler yapmaya, ülkemizin eksik olduğu alanlarda çözümler üretme gayretine düşen hocaları yok ederlerse eski rahat günlerine döneceği yanılgısında inat etmeye vardırdı.

Bir şeylerin ters gittiği artık çok ama çok belli.

Örnek vermek gerekirse; koskoca Fen fakülteleri çok üzülerek söylüyorum öğrenci bulmakta zorlanıyor.

Çok değil 10 yıl önce geceye gündüze 100 er öğrenci alan bölümler şimdilerde 10 tane öğrenci bulamıyor.

Bunu bütün ülke biliyor ama çarenin ne olduğunu ise kimse tam olarak bilemiyor.

Neden mi?

Değişime en açık olması gereken bu kurumlar maalesef bu kez dışardan gelen değişimin etkisi altında eziliyor. Öğrencilerin hepsi seçimleri, bilişim teknolojilerinin sağladığı olanaklarla çok daha akılcı yapabiliyor. Gitmek istediği bölümün, getirisini, götürüsünü, koordinatlarını bile oturduğu yerden görüyor. Kendisine hiçbir yeni vaatte bulunmayan bölümlere prim vermiyor.

Ben bu bölümü bitirince ne olacağımdan çok ne kadar para kazanırım sorusunun cevabını arıyor.

Öte yandan bazı hocalarımız hala sanki her şey çok normalmiş gibi, ben öğrenciyken anlatılan ders notlarını çok az değişiklik ile anlatmaya devam ediyor.

Bırakın yeni düzene kafa yormayı profesör olmuş öğrencisinin bile o dersi anlatmasına izin vermiyor.

Anlayış bu iken tüm dünyayı kasıp kavuran global bilgi pazarından; biz kendi payımıza düşeni nasıl alabilir bunu nasıl ürüne dönüştürebilir ve nasıl ekonomik olarak dünya devlerini yakalayabiliriz sorusu çok afaki kalıyor.

Şunu kabul edelim ki dünyayı para, parayı da bilgi, bilgiyi de üniversiteler yönetiyor.

Biz bilgiyi yönetemeden para kazanamaz ve bu durumda da ne içerde ne dışarda sorunlarımıza çözüm bulamayız.

Etrafımıza baktığımızda benim gördüğüm sadece paranın da tek başına bir güç oluşturamadığı. Bunun en güzel örneği petrol üreten ülkeler.

Sonuç olarak; değişimin ve aydınlanmanın kaynağı olması gereken üniversiteler, kısmen de olsa çağın gerisinde kaldı.

Yeni düzene ayak uydurmak şöyle dursun, bunu yapmaya çalışan akademisyenleri düşman belledi.

Bilgi bir amaca yönelik olmalı, insanın yaşam kalitesini arttırmalı gerçeğini unuttu, başını kuma gömdü.

Devletin çok büyük kaynaklarla yaptırdığı içi boş fakültelerde, ilim yapamayanlar bir birlerinin peşine düşüp didişerek vakit geçirme yolunu seçti.

Öte yandan sanayici daima dışardan satın alma kolaycılığına kaçtı, kaçıyor. Bilginin para edebilen bir şey olduğuna kesinlikle inanmıyor. Ona göre tencere, tava para eder ama bir hocanın konuşması asla.

Son ve çok önemli bir sorun daha var ki o acilen yasal çözüm bekliyor.

Siz; laboratuvarda, atölyede ve ya odanızda teorik ya da uygulamalı bir bilimsel araştırma yapabilirsiniz ki zaten üniversiteler bunun içindir. Bu çalışmanın sonucunda bir makale, bir tez, bir buluş, bir ilaç, bir kozmetik ürün elde edebilirsiniz. Bu süreç de, size kaynak sağlayan kuruma, bakanlığa projenin ön gördürdüğü çerçevede tabi ki rapor verir ve bu kaynağı nasıl kullandığınızı ifade edersiniz . Bunlar bilinen olması gereken ve zaten hali hazırda işleyen uygulamadır.

Fakat bu süreç sonun da elde edilen, ticari değeri olan bir ürünse bu ürüne, bulan kişinin vereceği isime, ona biçtiği değere müdahale edemezsiniz!

Mesela; güzel sanatlar fakültesinde bir hoca, okul binasında bir tablo yapabilir, bu tabloya bir isim verebilir ve bu tabloyu yasa gereği döner sermaye üstünden kendi belirleyeceği bir fiata satabilir. Yasa buna engel değil, tersine bunu destekliyor.

Şimdi sorun şurada; burada hocaya döner sermayeye bakan memur bu tablonun maliyetini çıkar diyebilir mi?

Hocam belirlediğin fiyat yüksek, bence şu olmalı diyebilir mi? Bunu hocanın olmadığı bir kurul kendi arasında tartışabilir mi?

Bunu birileri hocanın belirlediği fiyattan almak istediğinde, memur izin vermediği için satmamak mümkün olabilir mi? Veya bu tablo üniversite envanterine ticari mal gibi kaydedilebilir mi?

Ya da sayın hocam senin verdiğin hatta cebinden para ödeyip tescil ettirdiğin bu ismi biz beğenmedik, senin yaptığın, patent aldığın bu tabloya, ürüne, fikre vs biz anket yoluyla isim vermek istiyoruz denilebilir mi?

Bunlar dışardan bakıldığında akıllara ziyan sorular gibi görünebilir ama maalesef şu an üniversitelerde var olan gerçeklerdir.

Bu doğrudan doğruya bilimsel düşünceye, emeğe ve ülke çıkarlarına saldırı niteliğinde bir harekettir.

Siz bir ürünün koşullarını, içeriğini, ticari olarak satılması için gerekli yasal süreci tamamlayabilirsiniz ki zaten 3. Nesil üniversite tanımı tam olarak bu süreci içerir ama bu süreç sonucunda elde edilen ürün tamamen hocanın AR- GE si olup, bu ürüne hocaya hiçbir bedel ödemeden sahip olmazsınız. Bu en hafif tabiri ile haramiliktir. Emeğe ve bilime üstelik üniversite çatısı altında doğrudan saldırıdır, saygısızlıktır.

Özetle; bazı akademisyenler kabul etse de etmese de tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de akademik düzen değişti.

Profesör olup; aynı notlarla onlarca yıl ders anlatma kolaycılığını öğrenci kabul etmedi ve sizin yapamadığınızı yapan kişilere yönelik ağır mobing bırakın içerden dışarıdan bile görünür hale geldi.

Ah bu bilgisayar teknolojileri; çalışır görünümündeki vizyonsuz kişileri su yüzüne itti.

Nihayet sancılı da olsa, üretemeyenlerin, yenilenemeyenlerin, eski tarz oyunlarla kendini ne öğrenciye, ne çevreye ne de ülkeye kabul ettiremediği bir zamana gelindi.

Sular geriye akmayacak ve zaman bu yeni düzenin gücünü daha da gün yüzüne çıkaracak.

O yüzdendir ki, üniversiteler ilk kez cübbelerini önüne koyacak, tefekküre dalacak yapamadıklarını yapabilen az sayıda akademisyeni başlarının üstüne taç diye koyacak.

Durum bundan ibaret.

Naçizane düşüncemdir efendim. Hiçbir kişi, kurum ve meslek gurubunu hedef almaz.

30 yıllık akademisyenden.

Saygılarımla.

Prof. Dr. Nazan Apaydın Demir 

 
Toplam blog
: 130
: 1375
Kayıt tarihi
: 08.04.14
 
 

Muğla Üniversitesinde Prof. Dr. olarak çalışmaktayım. Kozmetik Ürünler Uygulama ve Araştırma Merkez..