Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '11

 
Kategori
Güncel
 

30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonları neden iptal edildi?

30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonları neden iptal edildi?
 

Açık alanda yapılan bir yedek subay yemin töreni (Sanal ortamdan alıntıdır)


Bugün akşam üzeri sanal ortamda ‘Ve asteğmen Paşa’ya emretti!’ başlıklı bir mektup okudum. Gerçek mi değil mi bilemem. Ne ki içerisindeki düşüncelere katılmamak mümkün değil. Eğer Türkiye'de bugün bile böyle bir yönetim anlayışı yaşanıyor ise ne mutlu bu tür uyarılara göre kendisine çeki düzen verenlere. Ne mutlu bize ki düşüncelerini hiç çekinmeden ilgili makamlar bildirmek cesaretini gösteren kardeşlerimiz var aramızda.  

Bilindiği gibi 30 Ağustos Zafer Bayramı Anadolu’yu baştan sona işgal etmeye kalkışan Yunan Ordularına karşı Dumlupınar'da Gazi Mustafa Kemal'in başkumandanlığında 30 Ağustos 1922 Çarşamba günü zaferle sonuçlanan ve tarihimizde Büyük Taarruz adı ile anılan o kutlu günü anmak için kutlanan bir bayramdır. Bu kapsamda gelenekselleşmiş olan Zafer Bayramı Resepsiyonu bütün askeri birliklerde ve özellikle Ankara ile İstanbul’da çok görkemli bir biçimde kutlanır. 

Bilindiğigibi 26 Ağustos 1922 gecesi başlayıp 30 Ağustos 1922 günü 19:30’a kadar süren bu ‘savaşta Yunan Ordusu 150.000 den fazla askerini kaybetmiştir. Buna karşılık Türkler 2.500 civarında şehit vermiştir.’ 

İçinde çok anlamlı özellikler bulunan ve ilginç bulacağınızı umduğum bir alıntıyı da size sunmak istiyorum: 

‘Meydan savaşından sonra, çevreyi gezen Mustafa Kemal Paşa, düşmanın ağır yenilgisini, savaş alanında bıraktığı silah, cephane ve savaş malzemesini, ölülerini, sürü sürü esirin kafilelerle geriye götürülmesini gördükten sonra çok duygulanmış ve yanındakilere: 

"Bu manzara insanlık için utanç vericidir. Ama biz burada vatanımızı savunuyoruz. Sorumluluk bize ait değildir" demiştir.’ 

30 Ağustos Resepsiyonları askeri olduğu kadar aynı zamanda siyasi bir buluşmadır. 

Ankara’da kutlanan bu resepsiyon askeri ve siyasi üst kesimin buluştuğu bir dostluk havasında geçer, kentlerin belirli alanlarında da geceleri Fener Alayları düzenlenir. Söz konusu Genel Kurmay Başkanlığı yetkilileri ile Hükümet yetkilileri yanında pek çok siyasetçinin de katıldığı bu resepsiyonlar YAŞ Kararlarından sonraki günlerde düzenlendiği için özellikle basının ilgi odağı olur. Bir gün sonra ise bu resepsiyonun değişik yönleri yanında kimi konuşmalar üzerinden enolmadık yorumlar yapılmaya Genel Kurmay’a ya da Hükümet’e dengeli bir yaklaşılmaya çalışılır.  

Ne ki basından öğrendiğimize göre ‘arka arkaya gelen şehit haberleri ve artan terör olayları nedeniyle resepsiyonların tümden iptal’ edildiğini öğrenmiş bulunuyoruz. Cumhuriyet tarihinde ilk olarak düzenlenmeyecek olan bu resepsiyonların iptal edilmesi ile ilgili bir başka sebep de az önce okuduğum bir mektupmuş. Söz konusu mektup bir yedek subay tarafından Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’e yazılmış. 

Şimdi ayrıntısına girmeden önce gelin birlikte okuyalım bu mektubu: 

Ve asteğmen Paşa’ya emretti!  

Sevgili Paşam,  

Lafı fazla uzatmayacağım. 

Türkiye’nin güneydoğu bölgesi bugün itibari ile, düşmanların saldırısı altındadır. Bu iş Ankara’nın göbeğinde karargah binasında oturarak olmaz. 

Unutmayın, Atatürk Kurtuluş Savaşını Ankara’da oturarak değil, Kocatepe’de ordusunun başında durarak kazandı: 

Sarışın bir kurda benziyordu. 

Ve mavi gözleri çakmak çakmaktı. 

Yürüdü uçurumun başına kadar, eğildi, durdu. 

Bıraksalar ince, uzun bacakları üstünde yaylanarak ve karanlıkta akan bir yıldız gibi kayarak 

Kocatepe'den Afyon Ovası'na düşmanın üzerine atlayacaktı... 

Hemen üstünüzdeki karargah kıyafetini çıkartın ve manevra kıyafetinizi giyin. Daha sonra da karargahın önündeki Genelkurmay Forsunu indirin ve çantanıza koyun. 

Genelkurmay Karagahındaki tüm kurmay kadronuzu da, manevra kıyafetini giydirerek, hep birlikte uçağa binerek Diyarbakır’a uçun. 

Diyarbakır’a varınca da Genelkurmay Forsunu 7. Kolordu Karargahındaki direğe çekin ve sadece tek bir cümlelik açıklama yapın: 

“ Misak-ı Milli sınırları içinde tek bir düşman kalmayana kadar, buradayım “ 

TSK’nın varolan tüm asker ve ateş gücünü Güneydoğu’ya yığın. Yetmezse yedekleri, hatta benim gibi artık askerlik çağı dışına çıkmış kişileri de silah altına alın. Ben koşa koşa gelirim. 

Bu mücadele için hangi olanaklara ihtiyacınız varsa isteyin. Hükümet istediklerinizi vermezse, bu millet % 50 oy verdiği hükümetten hesap sormasını da bilir. 

Düşmanla mücadele, karargahlarda ya da karakollarda oturup, ara sıra bölgede devriye gezerek olmaz. Olursa da, işte böyle olur ve Mehmetçik sürekli pusuya düşer. 

Nasıl ki düşman küçük gruplar halinde dağlarda gezerek yaşıyorsa Mehmetcik de öyle yapmalı, dağlarda yaşamalı. Bir temas anında en yakın birlikten – ki mesafe 1.000 metreyi geçmez – ve hava unsurları desteği gelir. 

Toplasan 2.000 düşmana karşı onlar gibi dağlarda yaşayan 20.000 asker yeter de artar bile. Sivrisinekle, tank ve topla mücadele edilmez. Bugün gördük, düşman mayın döşeyip zırhlı araçları havaya uçurabiliyor. 

Askerlik hakkında bildiklerim Tuzla Piyade Okulunda aldığım 4 aylık eğitim, okuduğum kitaplar ve izlediğim belgesellerle sınırlı. Bir de 30 yıldır kahrolarak izlediğim başarısız terör mücadelesi ile gözlemlerim var. 

Bu nedenle, 40 yıllık bir piyade subayı olarak, yazdıklarıma belki de güleceksiniz. Ama unutmayın ki, 30 yıldır bitiremediğimiz düşman ne harp okulu mezunu, ne de harp akademisi mezunu. Düşman çok basit bir taktikle:’’Dağda yaşa, küçük gruplar halinde gez, büyük eylem öncesi birleş ve vur – kaç’’ taktiği ile bize kan kusturuyor. 

Tabi terör ile mücadelede daha iyi bir stratejiniz varsa, onu uygulayın. Ama bugünkü stratejide daha fazla ısrar etmeyin. Varolan strateji iflas etmiştir. 

Ve bir tavsiye... F-16’lar gece Kandil’i vurmuş! Eğer amaç pilotlara atış eğitimi vermek ise, bir diyeceğim yok. Yok amaç düşmanı yok etmekse, heyhat. Daha jetler gelmeden düşman mağaralara girer, belki bir kaç düşman ölür, hepsi bu. 

Düşman çölde çadırda yaşasa jetle vurmak doğru olurdu ama, düşman dağda ve mağarada yaşıyor. Harcanan paraya yazık. Kandil’in çözümü ancak havadan indirilen ve karadan Kuzey Irak’a giren birliklerin kıskaç harekatı ile olur. Tıpkı 1974’deki Kıbrıs Barış Harekatı’nda olduğu gibi... 

Bir de lütfen bu yıl 30 Ağustos Zafer Bayramı resepsiyonu falan vermeyin. Gün, resepsiyon günü değil, mücadele günü. 

Hayırlısıyla düşmanı Güneydoğu’dan silip Ankara’ya döndüğünüzde Zafer Bayramını hep birlikte coşkuyla kutlarız. 

Saygılarımla. 

Aydın Özdalga 

179. Dönem Piyade Asteğmen’ 

Türkiye bütün sorunları gibi terör belasını da yenecektir 

Anlaşıldığı üzere bir Asteğmen düşüncelerini tek tek yazarak Paşa'ya emretmiş! Olay bu kadar açık. İçerik de olabildiğince zengin. 

Bence de gün; yiyip içip gezemek, hiç birşey yokmuş gibi caka satarak dolaşmak günü değil. Gün; giderek her yere saldırmaya çalışan silahlı bir çetenin saldırılarını durdurmak ve yayılmakta olan bölücü terör örgütü propagandalarının aşağılık birer iftira ve yalan dolan olduğunu açıklama günüdür. Çok geç kalınmış olsa da Hükümet'in bu büyük sorumluluğu yerine getirmek konusunda bazı belirtiler görebildiğim için, gereçekten kararlı olduğuna inanmak istiyorum. MGK’da alınan kararlar da bunu göstermiyor mu? 

Sorun dişe diş, göze göz gibi bir süreci de öngörüyor ise de eğitim, kültür ve karşılıklı etkileşimler yolu ile kamuoyunu bilgilendirmek gerektiğine inanıyorum. Bu süreçte teröristler ile ona yardım ve yataklık yapanların bir an önce adalete teslim edilmeleri ve yöre halkının bu tür çalışmalardan dolayı rahatsız edilmemeleri gerekiyor. Ne yazık ki iyi niyetler ile yola çıkıldığı halde; içi bilgi, görgü ve tarih bilinci ile doldurulamayan 'açılım sarmalı' bazı sorunların katlanarak zaman yayılmasından başka bir işe yaramamıştır. Yukarıda okumuş olduğumuz gerçekten uyarıcı ve yönlendirici mektuba göre de gerekenler yapılmaya başlanmış bulunuyor. 

Demek ki Türkiye'de bazı güzel işler, güzel gelişmeler de olmuyor değil. Biliyoruz ki: 

Her yanımız pislik içinde, herkes birbiri ile kavgalı değil. Herkes yoksul bile olsa birbirinin gözünü oymuyor. 

Hiç kimse durup dururken ya da açlıktan dolayı sokaklara yayılarak evleri arabaları yakmaya başlamıyor. 

Hiç kimse ben özgür değilim, istediğim gibi konuşup yazamıyorum, bana ayrımcılık uygulanıyor, diyemez. 

Hiç kimse haksızlıklara, hukusuzluklara karşı gerekli tedbriler alınmıyor diyemez. 

Elbette ülkemizde bölgeler arası yatırım dengesizlikleri vardır. Bu durum gelişmiş olsalar bile hangi ülkede yoktur? Çoğu ülkelerde olduğu gibi bizde de: İşsizlik, hukuksuzluk, adaletsizlik, adam kayırma, eğitim sorunları ve hayat pahalılığı vardır. 

Anlaşılan o ki bütün tahriklere ve bütün baskılara rağmen 72, 5 milletten oluşan Türk Milleti hiçbir biçimde ayrılıkçılık tuzaklarına düşmeden yaşayabilmenin güzelliklerini; pek çok acılara ve açmazlar karşılık dün olduğu gibi bugün de doya doya yaşamaktadır. 

Hepimizi tedirgin eden ve günden güne şiddetini arttıran terörün ortadan kaldırılması için anıyorum ki bugün dün olduğundan daha yoğun bir çaba harcanmaktadır. O kutlu 30 Ağustos Zafer Bayramı için geleneksel bir biçimde düzenlenen resepsiyonları, umarım bütün sorunlarını en alt düzeye indirmiş bir Türkiye’de kutlayacağız gelecek yıllarda. 

Görelim Mevlam neyler. 

 
Toplam blog
: 570
: 1034
Kayıt tarihi
: 14.09.08
 
 

1974'te H.Ü. Sosyoloji ve İdare Bölümü'nü yüksek lisans tezi ile bitirdim. 1976 yılında yapımcı y..