Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Ağustos '17

 
Kategori
Tarih
 

30 Ağustos Zaferi, Bu Milletin Düştüğü Yerden Tekrar Ayağa Kalktığı Gündür...

30 Ağustos Zaferi, Bu Milletin Düştüğü Yerden Tekrar Ayağa Kalktığı Gündür...
 

Silahları toplatılarak askeri terhis edilmiş bir milletin, yeniden varoluş mücadelesinin son aşaması olan Dumlupınar’da Gazi Mustafa Kemal’in Başkomutanlığında zaferle sonuçlanan Büyük Taarruz 30 Ağustos 1922, bu yüce milletin düştüğü yerden tekrar ayağa kalktığı gündür. Canlarıyla, kanlarıyla bedel ödeyen tüm Şehit ve Gazilerimizi şanlı Zafer’in 93’üncü yılında saygı ve rahmetle anıyorum...  

Asil millet tarihini unutabilir mi? Milli birliğine, kültürüne, değerlerine hakaret edilmesini sineye çekebilir mi? Günümüzde, Kurtuluş yıllarını her andığında gözleri yaşaran insanların kutsalıyla alay eden, hatta hakaret etme yoluyla ne yapmak istedikleri, neye hizmet etmek istedikleri belli olmayan bir takım şaşkınların, Cumhuriyetin kazanıldığı mücadele yıllarına yaptıkları saldırılarının, 26 Kasım 1919’da Kahramanmaraş’ta yaşanan bir olaya benzerliğine dikkat çekmek istiyorum:

Bayraksız Namaz Kılınmaz

26 Kasım 1919’da Osmaniye Askeri Valisi Guvarnör Andre Kahramanmaraş’a geldi. Ermeniler ellerinde Fransız bayrakları olduğu halde, ‘Yaşasın Ermenistan, Yaşasın Fransa’ gibi sloganlar atarak Yüzbaşı Guvarnör Andre’nin şehre girişine eşlik ettiler. Fransız komutanının emri ile hükümet konağındaki Türk bayrağı indirildi, ama Kale’deki Türk Bayrağı dalgalanıyordu.

O gece Ermeni Hırlakyan’ın evinde Guvarnör Andre şerefine bir ziyafet ve eğlence yemeği tertiplendi. Yemek ve eğlence esnasında Hırlakyan’ın ilgi çekici ve güzel iki torunu olan Virjini Helena ve Victor geceye renk katıyordu. Yüzbaşı Andre, Virjini Helena ile tanışarak onu dansa davet etti. Virjini Helena ‘Aziz şerefine dans etmek isterim, ancak, ne Fransız ne de Ermeni bayrağının bulunmadığı bir yerde dans etmeyi sevmem. Kahramanmaraş Kalesinde Türk bayrağı yerine Fransız bayrağı gördüğüm zaman olur’ diye dans teklifini reddetti.

Virjini Helena’nın bu dişi yılan sözüne kulak veren Andre, askerlere emir vererek kaledeki Türk Bayrağı’nın indirilmesini istedi. O sırada kalede 5 Türk ihtiyat askeri vardı. Kaledeki diğer tüm asker Fransız olduğundan, Türk askerleri ses çıkaramıyorlardı.

27 Kasım 1919 Perşembe günü gece yarısı, Türk Bayrağı Kahramanmaraş Kalesinden indirilerek bir kenara bırakıldı. 28 Kasım 1919 Cuma sabahı Kahramanmaraşlılar kaledeki Türk bayrağının indirilmiş olduğunu gördüler.

Kalenin yakınında evi olan Kısakürekzadelerden Avukat Mehmet Ali Bey olayı görür görmez, hasta yatağında hemen bir bildiri hazırlayarak çoğalttı. Sabah namazında bütün camilere ulaşan bildiri okundu ve Kahramanmaraş’a bir anda yayıldı. Duyan herkesin tüyleri kabardı ve halk adeta şaşkına döndü. Patlama noktasına gelen Kahramanmaraşlılar bir işaret bekliyorlardı.

Halkın heyecanını artıran duyuru: ‘Ey Necip Osmanlı Milleti, vaktine hazır ol. Bin üç yüz seneden beri Hz. Allah’ı ve Peygamber-i zişanını hizmetinle razı ettiğin bir din ölüyor. Yani ecdadın kanı pahasına fethettiği bir kalenin burcundaki Alsancağın, bugün Fransızlar tarafından indirilip yerine kendi bayrağı konuldu. Şimdi acaba yerine koyacak, sende birkaç yüz illam gayreti hiç mi yok? O alsancağımızı yerine koyalım. Korkma seni buradaki birkaç Fransız kuvveti kıramaz. Hatta bütün Fransız milleti kıramaz buna emin ol.’

Bu bildiriyi okuyan ve duyan Kahramanmaraşlılar akın akın Ulu Cami’ye toplanmaya başladılar. Namaz vakti geldi ezan okundu. 1000 civarında bulunan Cemaat Namaz’ın sünnetini kıldıktan sonra, Ulu Camii imamı Rıdvan Hoca minbere çıkarak hutbeye başladığı sırada dışarıda bir gürültü koptu. Şerbetçioğlu Mehmet ‘Sancağı çıkarın’ diye bağırırken gürültü içeriden duyuldu. İçerde de ‘Bayraksız namaz kılınmaz’ sesleri işitildi. Buna Rıdvan Hoca’nın ‘Hürriyeti olmayan bir milletin Cuma Namazı kılması caiz değildir’ sözü de eklenince, cemaat minberdeki sancağı alarak dışarı çıktı. Bu sancağın altında toplanan insan seli kaleye doğru aktı. Kalede bulunan Fransız jandarmaları silahlı bir çatışmayı göze alamayarak arka kapıdan kaçtılar. Tekbir ve tevhit sesleriyle kaleye ilk ulaşanlardan Zalhocaoğlu Osman (Osman Erşan), bir kenara atılmış olan Türk Bayrağı’nı hürmetle öpüp başına koyduktan sonra tekbir sesleri arasında onu eski yerine astı.

Cuma namazı toplu olarak Bayrağın gölgesinde eda edildi. Birkaç el silah atılarak bayrak selamlandı ve sevinç gösterisinde bulunuldu. Sevinç gözyaşları akıyordu. Bu muhteşem olayı evlerinin pencerelerinden izleyen Türk kadınları ve çocukları da sevinçten göz yaşlarını tutamadılar.

Ertesi gün dükkanlar, çarşı ve pazar açılmadı. Guvernör yanına tercümanını da alarak sokağa çıktı. Amacı şehri dolaşarak Türklerle konuşmak, halkın nabzını yoklamak ve kamuoyunu sakinleştirmekti. Nakip Cami önüne geldiğinde Guvernör Andre, oradaki halka: ‘Bir bez parçası için bu kadar gürültü yaptınız. İstesem hepinizi yok edebilirdim, yapmadım. Yarın top tüfek kullanacak olursam ne yaparsınız? Çoluk çocuğunuza acımıyor musunuz?’ gözdağı üzerine, içlerinden Aşıklıoğlu Hüseyin: Ben anamdan doğdum kalede bayrağımı gördüm. Ölünceye kadar da göreceğim. Biz bütün Türkler böyleyiz. Kalede Bayrağımı görmezsem öldüm demektir. Hem bilir misiniz, bayrak için ölmek bizde Şehit olmaktır ve en büyük şereftir. Sen bizi topla tüfekle susturacağını sanma. Bir gün senin silahlarınla karşılaşacak olursak, biz çoluk çocuğumuza top tüfek sesi duyurmayız. Önce onları biz öldürürüz, sonra  evlerimizi ateşe veririz. Arkamızda bekleyenimiz, ağlayanımız kalmadıktan ve şehir kül olduktan sonra da karşına çıkarız. O zaman istersen dünyanın bütün silahlarını getir, bizi ölümden korkutamazsın.’ Aşıklıoğlunun bu konuşması daha sonra mücadele parolasının kaynağı olacaktır. (Kaynak: Kurtuluş Savaşı’nda Atatürk ve Din Adamları –eseri için  Sayın Ali KUZU’ya saygılarımı sunuyorum.)

Bir milletin dirilişini, birliği ve bekasını hangi akıl vicdan sahibi toplum, tartışmaya açacak anlayışı hoş karşılayabilir. Bir yandan yoksullukla savaşan diğer yandan yurt sathında yedi düvele bu toprakları dar eden ecdadımızın hatıralarına, bugün semizleştikçe saygısızlık yapıp saldıran bazı vicdan yoksunlarının yaptıklarının, o günkü Ermeni Virjini Helena’nın yaptıklarından ne farkı var?

Mustafa DURSUN

 

 
Toplam blog
: 16
: 498
Kayıt tarihi
: 19.04.17
 
 

AÖF Sosyal Bilimler Önlisans Mezunu, orman teşkilatından emekli memur, mesleki STK da görevli, ki..