Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Aralık '08

 
Kategori
Eğlence - Hobi
 

32 Kg Kılıç balığı ile üç saat süren mücadele!

32 Kg Kılıç balığı ile üç saat süren mücadele!
 

Arkadaşlar; hani insanın yaşamında bazı günler vardır, hiç unutamayacağı, mutluluğun zirvesine çıktığı anlar... Bir şeylerin karşılığını aldığı günler; işte böyle bir günü sizlere, aynen yaşadığım gibi anlatmak istiyorum. Her anımızı saniye, saniye her zaman olduğu gibi Abartmadan dosdoğru anlatacağım, başlıyorum!

Yer Sivrice: 6 Ocak.2007 saat 08.00
Balığa çıkacağız, dün aksam, sevgili kardeşim, arkadaşım, Tuncay kaptan, telefonla aradı, “Ağabey, yarın hava 2,4 olacak uskumruya çıkalım mı” dedi. Ben de olur yanıtını verdim. Sabah telefonunu çaldırdım “hadi Tuncay çıkıyoruz” dedim. “Tamam, ağabey ben seni kahvede bekliyorum” dedi.

Bende doğru kahveye gittim. Büyük bardak çayımı hemen Hüseyin ağabeyim getirdi. Hüseyin ağabeyin de çayı içilir hani! Öyle alışmışız ki ilaç gibi geliyor. Sonra Tuncay ve diğer arkadaşlarla sohbet ediyoruz. Yeni açılan avcılık kanalından bahsederken, Kuzguncuk'ta Eczanesi olan Ali Bey kardeşimizle de sohbet ediyoruz. Saygıdan sevgiden, eski İstanbul yaşamından, oranin Felsefesinden, Kültüründen derken, sıra balığa geldi.

Belgesellerde okyanuslarda tutulan marlen balıklarında bahsetmeye başladık, epeyde konuştuk, çaylarımız
bitmişti, saatte 09.00 olmuştu. Hadi kaptan diye bağırışım, Tuncayi uyandırmış, “tamam ağabey hadi”
diyerek, doğru limana…

Teknem tertemiz, her şeyini evvelden hazırlamıştım zaten. Motoru çalıştırdık, sevinçle denize açıldık, birbirimize rast gelsin bağırışlarıyla bastık gaza. Doğru çapariye, hem avlak yerine gidiyoruz, hem de havadan bahsediyoruz. Ben diyorum ki “Tuncay, hava bugün tam Lipari havası, çok balık tutacağız,” o’da “evet ağabey hava çok güzel, çapari de gene çok balık alırız!”

Bir keresinde gene Tuncay la beraber çıktığımız çaparide oldukça iyi balık aldık, aynısını bugün
yasayacağımıza kendimizi inandırdık, iyi motive olduk.

Kerterizimizi bulduk balık bulucum harika bir alet hiç şaşmaz, oltalarımızı salıyoruz, balık bulucunun alarmı haber
veriyor “balık var” diye fakat yok, yok, yok.
Bir ara bir şeyler var “at Tuncay” diye bağırıyorum, Tuncay’da 30 iğneli çaparisini sulara bırakıyor. Benim çaparim ise 20 iğneden oluşuyor, tamam balığı bulduk derken, çektiğim zaman 1 adet istavrit; dolas, dolas... yok, yok!

Bu sefer gene bir hareket, gene oltalarımızı 90 metrelere kadar indiriyoruz, bu sefer 1 adet kolyoz, etti mi 2 balık, saat 11.00 civarlarında, takimlari toplamaya karar verdik, teknenin kaptanı benim, yeni bir karar veriyorum,”Tuncay gel palamuda sırtı çekelim”…

Benimde misafirlerim var mutlaka bir şeyler götürmem lazım. “Tamam, ağabey” deyip onayladıktan sonra Farin sığları dediğimiz mevkie doğru yol alıyoruz, Benim hazırladığım sırtı takımlarını çıkarıyorum, Ben sağ taraftan Tuncay da sol taraftan çekeceğiz, sırtıları.

Tuncay,”karışmaz mı ağabey”diye sorunca, hayır, sen üst sudan bende orta sudan gideceğiz diyerek, oltasını verdim. Rapalalar denize, Yozurı Mavi alacalı renkte 13 santim Floting, yeni bir model, "kayalar" balıkçılıktan aldım. Bülent’in ve Mehmet’in kulakları çınlasın.

Hava çok güzel, yazdan kalma bir gün, mandalinaları Tuncay soyup, hooop tut Orhan ağabey deyip beni besliyor! Aniden Tuncay’ın bir bağırışı, “Tamam, tamam ağabey aldım”diyor. Motoru ben kullanıyorum, hemen boşa
alıp, Tuncay’ın tarafına çeviriyorum ve benim misinamı çok hızlı olarak tekneye alıyorum, Tuncay, ağabey bu büyük bir şeye benziyor, bende tecrübeliyim ya “torik o torik” diyorum.

Fakat balık fena çekiyor, 200 metre köpüğe sarılı misina tükenmek üzere, hemen motoru balığın istikametine biraz yanlamasına üstüne gidiyorum, bu arada balığı havada görüyoruz, ben bu kılıç diye bağırıyorum, Tuncay balığı zapt etmekte zorlanıyor. Ben yerimden kımıldamıyorum, diyorum ki, “Bak Tuncay balıkla hiç mücadeleye girme sev onu, bak evlilik çağına geldin, hani sevgiline karşı nasıl hareket ediyorsun! Gayet nazikçe, genç bir kızı incitmekten nasıl çekiniyorsan, buna da aynı ilgiyi, sevgiyi, şefkati göster” diyorum.

O’da haykırarak “onu öpeceğim” diye naralar atıyor, ben üstüne gidiyorum. Tuncay misinayı topluyor, balık çekiyor, Tuncay bırakıyor derken, balığın büyük bir balık olduğu anlaşıldı. Diyelim balığı tekneye getirdik, nasıl alacağımızın planlarını yapıyoruz, kepçemiz var ama balık çok büyük, mümkün değil, kakıç lazım, yani bir tarafında kanca olan bir sopa ve o yok!

Unutmuşum işte, hani her şeyimiz tamamdı, hiç bir eksiğimiz yoktu, bk yok! Kızıyorum kendime, derken, benim diğer tekne ile Kemal kaptan ve Conta Mustafa Kaptan dolaşıyorlar, telefonu açtım, büyük bir balık yakaladığımızı ve kakıç lazım olduğunu söyledim, “geliyoruz” dediler.

Biraz sonra yanaşıp, çabuk bir şekilde kakıcı onlardan aldık, “hemen yanımızdan uzaklaşın” diye uyardım, çünkü balık onların pervanesine takılabilir, Tuncay, “ağabey misina bitiyor” deyince, diger 300 metrelik yeni bir misinayı ekledim. Aynı işlem devam ediyor, balik daha derinlere gitmeye başlıyor, bir saat oldu, Tuncay, “gel ağabey ben motora geçiyorum, sen hallet” dedi.

Bu saatten sonra olta takımı benim elimde, ucunda kocaman bir kılıç, ilk basta onu tartıyorum, nasıl bir şey diye, fakat hırçın balık hemen yol istiyor, veriyorum, yani oyun devem ediyor balık yorulmuyor, balığı yormamız lazım. 1,5 litrelik pet şişeyi Tuncay’ın bağlaması için bekliyorum, pet şişe ile birlikte yüzen balık, pet şişeyi derinlere götürüyor, sonra olmuyor, ikinci pet şişesinin suyunu boşaltıp onu da takıyoruz.

Sanki fren yapıyor, zira kostek 035 artik o’da kuvvetini kaybetmek üzere, balığa hiç baskı yapmıyorum, her ufak yaptığım hareketlerde balık daha çok çekiyor ve yoruluyor, böyle defalarca yorulan balığı yavaş, yavaş çekiyorum. Bu arada tekne ile Conta ve Kemal kaptanlar bizi seyrediyorlar. Onlar da arada bir şeyler söylüyorlar, fakat biz birbirimize söz verdik, bu balığı alacağız diye!

Tuncay benim dediğim her şeyi yapıyor, istikametleri balığa göre ben belirliyorum. Bazen üstüne, bazen yan tarafına doğru hareketlerle gidiyoruz, bazen boşa alıp bekliyoruz. Tatlı mücadelemiz 2 saati geçti. Denizde rüzgâr çıktı ve biraz dalgalar başladı. Yoklamam lazım oltayı; çekiyorum balık gelmeye başladı, itiraz etmiyor! Bazen o çekiyor, ben de salıyorum, çok yavaşladı. Balık geliyor, kösteğin bağlı olduğu misinaya kadar geldim. Çekiniyorum, aniden yüklenebilir diyorum ama ne olursa olsun balığı görmek istiyorum!

Bu arada motor boşta, balık bulucu devre dışı, Tuncay elinde kakıç, bekliyor. Kuyruk tarafından gelen balığı görüyorum. O bir Akdeniz kılıcı, o bir Zargan azmanı, belki o bir Blau Marlen… sandalın kenarına kadar getirdiğim balığı, Tuncay elindeki kakıcı bırakıp, kuyrugunu yakaladığı gibi balığı gençliğinin gücü ile bir hamlede yanıma uzatıyor!

Sevinçten bagiriyoruz, haykiriyoruz, birbirimize sarılmış, gözlerimizden sevinç gözyaşları, basarı gözyaşları, tecrube gözyaşları, bir hedefe ulaşma gözyaşları geliyor, mutlulugumuza, sevgili dostlarımız, Conta Kaptan ve Kemal Kaptan da ortak oluyorlar, Şu anda gene ayni duyguları yaşayarak yoruldum, biraz da hislendim ve duygulandım. Balığı, balık tutmasını, Sivricide yaşamayı, arkadaşlarımı çok seviyorum. Sivrice’den hepinize Selamlar. Sevgiler saygılar…

Bu hikâye sevgili Orhan Küçükbiçmen Ağabeyimin hikâyesidir. Kendisine bu güzel av hikâyesi için teşekkür ediyor başarılarının devamını diliyorum.
Tüm yazdıklarım:

M. Talip Girgin
Tüm yazdıklarım!


 
Toplam blog
: 438
: 826
Kayıt tarihi
: 07.01.07
 
 

Milliyet Blog'a hangi vesile ile kayıt olduğumu doğrusu hatırlamıyorum!  Bende birçoğunuz gibi ya..