Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '08

 
Kategori
Söyleşi
 

36. Yılda, "Darağacındaki üç fidan"dan Yusuf Arslan'ın annesi ve ablasıyla bir söyleşi! -2-

36. Yılda, "Darağacındaki üç fidan"dan Yusuf Arslan'ın annesi ve ablasıyla bir söyleşi! -2-
 

Anne Mediha Arslan ve abla Emel Bilik


6 Mayıs l972'de idam edilen devrimcilerden Yusuf Arslan'ın anne ve ablası ile yaptığım söyleşinin ikinci bölümü:

Anımsatayım, söyleşi konuklarım; anne Mediha Arslan ve abla Emekli Öğretmen Emel Bilik.

***

HD- Siyasiler, özellikle CHP size yeterince destek verdi mi?

 

EB- Hiçbir CHP milletvekilinden bahsetmedi babam... Öymenlerden, Uğur Mumculardan, Akbal’dan bahsetti babam. Özellikle Erdal Öz. Erdal Öz harika bir insandı. Babam felç geçirdi, Erdal Öz’ün yaptıklarını evladı yapamazdı.

HD- İsmet İnönü’nün özel çabaları olduğunu biliyorum ben.

 

EB- Evet, İnönü çok destek verdi. Babamla konuşması oldu mu bilmiyorum. Kendileri açısından çaba sarfettiler ama.

HD- Cevdet Sunay’a kadar gidiyor değil mi?

 

EB- Evet Sunay’a kadar gitti., Evet... çabaları oldu İnönü’nün. Demirel falan... İnönü’nün sözünü dinleselerdi, ahh!.. Babam yurtdışına kaçırırım diye çok umutlandı. Çok mücadele etti... ama olmadı!

HD- 36 yıl geçti. Bu sürede idam kararı verenlere ve onaylayanlara karşı neler hissediyorsunuz? Dönemin savcısı Baki Tuğ, hâlâ pişman olmadığını belirtiyor, söyleşilerinde. Ben, onun yüzündeki nefret ve kin ifadelerini görebiliyorum hâlâ. Siz ne dersiniz?

EB- Ben... yani... o adama karşı ne diyeyim. O insan nefret edilecek bir insan! Nefret ediyorum!.. Şöyle bir adamın eline bırakmışlar bizi!.. Üç genci böyle bir adamın eline bırakmışlar!.. Zaten ancak, o kalitede bir adam bu işi yapabilirdi!.. Başka aklı başında bir insan bu cezayı veremezdi diye düşünüyorum. Kişisel olarak da bir fikri olduğuna inanmıyorum. Kişisel bir gelişmişliği, olgunluğu olduğuna inanmıyorum. Böylesine cahil bir adam! Kim ne derse onu yapmış!

...

Babam, evelden hiç sol kitaplar falan okumazdı. Dini kitaplar okurdu. Ama kütüphanesi vardı. Yusuf’un olayından sonra Cumhuriyet gazetesi okumaya başladı. Sol yayınlar, sol kitaplar okumaya başladı. Çok kitap okuduğu için kafası çok iyi çalışırdı. O kitaplardakileri ben anlamakta güçlük çekerken, o anlardı. O kadar bilinçli bir insan olmaya başlamıştı. Bir de gidip Cumhuriyet’te sohbet ediyordu ya, Erdal Öz’le falan... babamda müthiş bir gelişme başlamıştı. Evimize eskiden de gazete gelirdi. Ama Tercüman gazetesi gelirdi. Babam dindar bir insandı, dini kitaplar okurdu. Ama asla tutucu değildi. Öyle bir şey olsaydı, beni okutmazdı.


.........

Bir şey daha belirteyim; biz annemle, babamla, ailemle şöyle oturup birarada konuşamazdık. Hiç boş kalmamıştı evimiz. Sürekli birileri gelirdi; bize destek, moral, cesaret vermek için. Onlarla ortaklaşa konuşurduk. Kendi başımıza kalmadık ki o dönemde...

HD- Yargılama sürecinde; ‘eyvah herşey bitti’ diye karamsarlığa düştüğünüz ya da içinizde bir umut ışığı doğduğu oldu mu hiç?

 

EB- Her aşamada... Özellikle babam çok umutluydu. Babam hiç pes etmiyor, sürekli bir mücadele veriyordu; ‘kurtarabilir miyim’ diye. Sonuna kadar hiç umudunu kaybetmedi. Aynı şekilde biz de kaybetmedik o umudu. Bir şey olur, kurtulur diye düşünüyorduk.

O gece bizdelerdi, babam, annem falan. Gece geldiler, hep beraber oturduk, ... böyle... umutla bekliyoruz. Gece kapı çalındı, adamlar geldiler; babama birşeyler söylediler. Eşim arabayı getirdi, babam da ayakları bile titreyerek binip, onların peşinden gittiler. O gece çok kötü bir geceydi!.. Hiç kimse konuşmuyordu evde... Ama herkes ağlıyordu!.. dövünüyordu!... Ses çıkmıyordu! Herkes için için ağlıyordu! Bekliyoruz... haber geldi, gelecek!

Kardeşim geldi gözümün önüne, Yücel... Tam ortaokul çağlarında, o kadar zeki bir çocuktu. Elinde elma ısırıken bile, ‘o elma öyle mi yenir lan’ diyerek öyle bir vurmuşlardı ki!... Çok dövdüler onu. O yüzden de Yusuf, “Yücel’in hastalığından kendimi sorumlu tutuyorum” diyor, babama rica ediyordu; “Annemle Yücel’i yalnız bırakma emi!” diye...

MA- Avukatlara yazdıklarında da var. Onlar da kendiliklerinden geldiler. Yoksa nasıl şey yapalım(nasıl öderiz ücretlerini anlamında)...

EB- Arkadaşları Yusuf’un yanında sormuşlar Yücel’e, ‘sen niye karışmıyorsun bize?’ diye. Yusuf da; "bir evden bir kişi yeter, ben varım ya!" demiş... Yani gülerek gitti!!!

MA- Bana da yazıyorki, “anne arkadaşlarım öldürüldüler ben nasıl durayım!” Yalvarıyorum ben, o “nasıl durayım anne!” diyordu, bana.

EB- Davasına inanıyordu da onun için öyle diyordu. Yusuf’da şöyle bir durum var; Hani bazıları kurtuldular bu durumdan ya... Onlar hayatlarını belli bir raya oturttular. Ama bizim Yusuf o duruma gitmezdi, öyle bir yapısı vardı. Yani, hala mücadelesine devam ederdi, biz onu durduramazdık! Ben öyle düşünüyorum.


MA- Allah kimseye göstermesin, çok zor!

HD- İdamın gerçekleşmesinden sonra, defin öncesi yaşananlar var. Dışarıya intikal eden... bunu tabii siz biliyorsunuz. Polisin tutumu, diğer görevlilerin tutumu, imamın tutumu özellikle. Mutlaka haberdar olmuşsunuzdur?

 

EB- Babamla eşim gitti. Ama ne babam ne de eşim o gün orada olanlarla ilgili en ufak bir şey söylemediler bize. Evde hiç konuşulmadı. Daha fazla üzülmeyelim diye, asla!.. Hiç konuşulmadı.

HD- İmam cenaze namazlarını kıldırmamış!

 

EB- Evet, Cemil Gezmiş’te etraftakilere, “hiç mi abdesti olanınız yok sizin?” diye çaresizce bağırmış!.. Bakıyorlarmış, seyrediyorlarmış da kılmak istememişler cenaze namazını. Bunları kitaplarda okudum ben... İkinci bir üzüntü olmasın diye...

HD- İdamlardan sonra diğer ailelere baskıların devam ettiği yazıldı, söylendi. Sizin ailenize de böyle baskılar yapıldı mı?

 

EB- Yücel Ankara’da çalışıyordu. Hiç baskıdan söz etmedi. Biz de hiç baskı görmedik. Yücel’i de, Ankara’da çalıştığı belediyede korudular çalışanlar.

HD- Dava arkadaşlarından daha sonralarda sizi ziyaret eden oldu mu?

 

EB- Yok, hayır. Bir Metin Ertekin vardı. O bir subay çocuğuydu. O gelirdi, ama uzun zamandır haber alamıyoruz.

HD- Haberlerde, söyleşilerde, Gezmiş ailesi, Arslan ailesi ve İnan ailesinin her yıl mezarlarına ziyarete gittiği belirtilmekte. Siz de gidiyormusunuz?

 

MA-Hayır! Asla gitmem!..

EB- Annem mezara gitmeyi hiçbir zaman kaldıramadı. ‘gidip toprak mı göreceğim ben’ dedi. Babam her yıl giderdi.

HD- 36 Yıl geçti. Bu acıya nasıl katlandınız?

 

MA- Hiç çıkmadı ki!!!

!?..

HD- Özel bir küskünlüğünüz, bir kırgınlığınız var mı?

 

EB- Yok. Vaktiyle Demirel’e vardı. Şimdi kimseye yok. Biz sildik hafızamızdan.

HD- Teşekkür ederim. Benim soracaklarım bu kadar. Sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?

 

EB- Annem ilk defa size konuştu... Kardeşimin durumu malum... Biz de teşekkür ederiz.

***
 

“Bizler asılarak bir defa şerefimizle öleceğiz. Fakat, sizler bizleri asanlar şerefsizliklerinizle her gün öleceksiniz. Kahrolsun ABD emperyalizmi. Kahrolsun faşizm. Yaşasın tam bağımsız Türkiye” Yusuf Arslan


***

İdamlar öncesi ve sonrası bazı görüşleri de bu söyleşiye eklemek isterim;

Halit Çelenk’in anılarından:

"...Mahkeme başkanı sigara içti: Denizlerin idamı sırasında gözümün önünden gitmeyen bir başka sahne ise, idam cezasını veren mahkemenin başkanı Ali Elverdi’nin, bir ağaca dayanarak sigara içmesidir. Deniz, Yusuf ve Hüseyin darağacına doğru yürürlerken Elverdi, sigarasını tüttürüp havaya üflüyordu. Ben bu davranışı da, bir işkence olarak tanımlıyorum. Çünkü o sigara acı değil, bir keyif sigarasıydı..."


Cezmi Ersöz;
"Yusuf cezaevinde arkadaşlarına takılıyor: “Biz gidiciyiz, bu kesin... Kendinizi sıkı tutmalısınız! Belli ki mapusluk süreci bu kez uzun olacak sizin için. Biz gittikten sonra üstünüze çok geleceklerdir. Kendinize bir uğraş bulun. Bol bol okuyun, hatta ikinci bir dil öğrenmeye çalışın. Yoksa zamanı tüketmeniz kolay olmayacaktır...”"

"O Yusuf ki, tutuklamalarından birinde polisler bıyıklarına bakıp, bunlar ne biçim bıyık ulan..., diyerek yoldukları için ve başka tutuklanışında polislere bu zevki bir daha tattırmamak için sorgudan önce, kendi bıyıklarını kendisi yolan; o Yusuf ki; elleriyle boğazını sıkıp, dilini dışarı çıkararak, bakın işte, beni astıklarında görüntüm böyle olacak! , diyerek kendi ölümüyle bile alay eden, yaşam dolu ve korkusuz bir insandı..."


***

Günün anlamına uygun bir anı:

3-4 Yıl önce mezarlarını ziyaret eden hemşehrim Sayit Yaylacı, Deniz'in mezarı başında bir türbanlı bayan görüyor, dua eden. Şaşırıyor gördükleri karşısında. Yanına yaklaşıp soruyor bu garip durumu:

"Hanımefendi, kıyafetinizi baz alalarak sormak isterim. Dindar kesimin bu insanlardan pek hoşlanmadığını tahmin ediyorum. Bağışlayın ama, burada oluş ve dua ediş sebebinizi merak ettim."

Yanıt daha da şaşırtıcı:

"Deniz Gezmiş'in sınıf arkadaşıyım ben. Bu insanın, dindar kesim dediğiniz kesimlerin anladığı insanlar olmadığını biliyorum. Gerçek yurtsever olduklarını biliyorum" diyerek ağlamaya başladığının tanığıyım. Vedalaşıp, benim de gözlerimden yaşlar süzülürken ayrıldık.

***

Sevgili Milliyet Blog okurları, bu hüzünlü söyleşi ve konuyla ilgili notlarım sona erdi. İnsan yaşamının güvencesi olan devlet tarafından, üç yiğit devrimcinin yaşamlarının intikam duyguları ile sona erdirilmesinin bir trajedisi aslında okuduklarınız. Sizin de mutlak öyle dilediğinizi biliyorum ki; Hiç bir insan böyle bir trajedinin hiçbir dağılımda rol almasın.

Bu yürekli devrimcileri bir kez daha saygıyla anıyorum. Işıklar içinde yatsınlar.

 
Toplam blog
: 355
: 1099
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

1960 Ankara doğumlu bir Çankırılıyım. İşimin burada olması nedeniyle, Antalya'da yaşamaktayım. Ti..