Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Eylül '07

 
Kategori
Özel Günler
 

38 mi? Ne çabuk!

38 mi? Ne çabuk!
 

Çocukken, 40’lı yaşlardaki insanlardan bahsederken ne kadar da yaşlı olduklarını düşünürdüm. O kadar çok yaşamışlardı ki, sanki ne kadar yaşasam da hiçbir zaman onların yaşına gelemeyecektim. Gençlik her zaman özlemle anılsa bile, zaman ilerledikçe en güzel yaşın “yaşanılan yaş” olduğu fikri oturmaya başladı. Aslına bakarsanız da öyle değil mi? En güzel yaş, hakkını vererek geçirdiğimiz yaşlardır. Zaman hızla akıp giderken , hala kutlayacak doğum günlerimizin olması ve bunu sevdiklerimizle , sağlıkla paylaşmak kadar önemli ne var ki yaşamda? Bugün 38 yaşımı bitiriyorum. Geçirdiğim 1 senenin muhasebesini yapıp, yaşam defterimde yeni bir sayfa daha açıyorum. Bakın neler çıktı yıl sonu raporunda…

Gereksiz yere enerjimi tüketen insanlarla arama bir sınır koymayı öğrendim. Gördüm ki ne yaparsam yapayım onlar yaşama her zaman alıştıkları o “sızlanma” penceresinden bakacaklar. Mutlu olmayı istemedikleri için de yaşadıkları hiçbir güzellik için şükran duymayı bilmeyecekler. Onlar için harcayacağım zamanı ve eforu, yürekten bağlı olduğum ve tüm kalbimle sevdiğim insanlar için kullanmamın doğru olduğuna karar verdim. Her türlü ilişki için “ hiç kimsenin vazgeçilmez olmadığı” gerçeğinden yola çıkarak, kredilerini çarçur edenlerle ilişkilerimi belirli bir seviyeye çektim; kredisi dolanların ise hesaplarını kestim.Bunu uygulamaya başladıktan sonra kendimi çok daha huzurlu hissetmeye başladım. Başlangıçta oldukça zorlansam da sonuçları çok iyi oldu.

Hayata farklı açılardan bakmaya çalıştığımı düşünsem de, birkaç tane daha pencere açmanın, görüşümü ne kadar keskinleştirdiğini fark ettim. Yeri gelip yeni açtığım pencerelerden fırtınalar girse de içeri, genellikle yumuşacık bir esinti kapladı beynimi ve yüreğimi. Olayların içinde olmakla dışarıdan bakmanın ne kadar farklı olabildiğini bir kere daha gördüm. Bu yüzden de bazen acımasızca eleştirdiğim durumlarda aslında ne kadar da yanıldığımı anladım.

Öfkelerimi saklamamayı , tepkilerimi göstermeyi başarmaya başladım; sanırım bir hayli de yol aldım. Bu konuda ise can dostum ve kardeşim Aydan’la saatlerce süren sohbetlerimizin çok büyük payı oldu. O bana her zaman “Öfkeni içinde tutma; bırak zehir dışarı aksın” dedi; bıkmadan usanmadan, aylarca hatta yıllarca… Meğerse ne çok sıkmışım kendimi yıllarca! Her zaman soğukkanlı ve sakin olmaya çalışırken, içimde fırtınaların koptuğunu belli etmeme çabası meğer ne çok yormuş beynimi! İlmek ilmek dokuduğumuz , gözümüzden sakındığımız dostluğumuzun biz yaşadığımız sürece yaşayacağını biliyorum. Her zaman onun dostu olmaktan gurur ve onur duyacağım.

Bir dostun ölüm haberiyle yaşam ve ölümü bir kez daha sorgulamak zorunda kaldım. Hayatın nasıl da bitebildiğini, planların nasıl da yarım kalabildiğini, yaşamların dağıldığını gördüm. Hayatı ertelemenin, aslında ne çok yaşanmamışlığa sebep olduğu gerçeği yüreğimi sızlattı. Tekrarı olmayan bir akış içinde sürüklenmek yerine, keyfine varmak ve güzel bir yolculuk tadında yaşamak gerektiğine bir kez daha karar verdim. Gereksiz şeyleri dert edip yaşamı ıskalamak istemiyorum. Zaman zaman hepimiz gibi bu kararları unutsam da , kısa sürede toparlanıp seçtiğim yola geri dönüyorum çabucak. Sevdiklerimle beraber ve sağlıkla geçirdiğim her gün için şükran duyuyorum.

Her zaman güçlü olmam ya da görünmem gerekmediğini öğrendim. Yapamadığım bir şey için birisinden bir şey isterken çok zorlanırdım eskiden. “Benden bir şeyler istemeyi öğreneceksin zamanla” demişti Bülent. “Çok zor” gibilerden gülümsemiştim sadece o an için. İstemenin karşı taraf için yük olduğunu düşünürken, aslında ne kadar mutluluk verici olabildiğini gördüm her iki taraf için de… Çelik gibi sağlam durmaya çalışırken ama aslında çökmüşken, sevdiklerimin bunu kendiliğinden anlamalarını bekleyip ve anlamadıklarında incinirken, aslında kendimi ne kadar hırpaladığımı ve onlara ne kadar haksızlık ettiğimi gördüm. Kendimi olduğum ruh halimle gösterdiğimde her şeyin çok daha kolaylaştığını fark etmek şaşırtıcı oldu benim için.

Yazmayı sevdiğime karar verdim nihayet. Burada bir şeyler yazıp sizlerle paylaştığımda tarifsiz bir mutluluk ve heyecan duyuyorum. Ama aynı zamanda maymun iştahlı olduğumu da düşünüyorum. Çünkü yazmaya başlayalı hem şarkı söyleyip gitar çalmayı, hem de fotoğraf çekmeyi oldukça boşladım. Bu durumu kısa sürede değiştirmem gerekiyor. Zevk aldığım hobilerimin daha zenginleşip çoğalması gerekirken, tembelliğimden dolayı bu özelliklerimi köreltiyor olmamdan hiç de hoşnut değilim doğrusu! Gereğinin yapılmasını kendime saygılarımla arz ediyorum…

Üstüme yapışıp kalan “sakar” tanımlamasından da hızla kurtulmayı düşünüyorum bu sene. Beynime “Ben sakar değilim!” düşüncesini bir daha hiç çıkmamak üzere çakacağım. Bundan sonra siz de bana “sakar” demeyin olur mu? Düşünce gücünü yadsımamak gerek ne de olsa. Göreceksiniz başaracağım! Bundan sonra düşmek yok! Spor yapmaya ve daha sağlam bir bedene sahip olmaya kararlıyım.

Bugün ayağımdaki alçıma bir mum dikeceğim. Hem doğum günü pastası nedeniyle gereksiz kalori almak istemiyorum, hem de son olacağını düşündüğüm alçıma bir daha dönmemek üzere veda edeceğim. Sevdiklerim benimle olacak bedenen, yürekleriyle ya da anılarıyla. Mumumu üflerken ise, güzel günlerin beni beklediğine olan bütün inancım ve yaşama karşı olan tüm aşkımla , her şeye inat gülümseyeceğim!

 
Toplam blog
: 78
: 1658
Kayıt tarihi
: 04.10.06
 
 

30 yıldır Antalya'da yaşıyorum. Akdeniz Üniv. Tıp Fakültesi mezunuyum. "Tıbbiyeden her şey çıkar, ar..