Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '09

 
Kategori
Blog
 

400. Blog -617.000 okur !..

400. Blog -617.000 okur !..
 







Bugüne değin, kaleme aldığım yazılarımı , yaklaşık 617.000 kişi okumuş.

Yazılarıma, toplam:3456 adet yorum yazılmış.

Okurlarımın çoğunluğunu Basın -Yayın Kuruluşlarında çalışanlar, mühendisler, muhasebeciler ve öğrenciler oluşturuyor.

Peki neydi benim zorum da 400 Blog yazdım ?..

Yerel basında 345 baş yazı...

Amatör ruhla yazılmış ,12 adet tiyatro oyunu...

Sanırım, '' Doldur-boşalt '' meselesi...

'' Doluyorum;o halde varım!..Yazıyorum çünkü varlığımın nedeni bu !..'' diyebilirim.

Karınca kaderince;kendi çapında...

Olumlu eleştirilere ''Can kurban ''...

Severim kafası dolu insanları...

Boş başaklar verimsizdir...

Görüntü vardır;verim yoktur...

Bazıları yazma eylemine, kolayca yapıştırıverir cevabı.

''Para kazanmak için, hayatımı idame ettirebilmek için yazıyorum. ''...

Sait Faik gibi daha da ileri gidip, “Mesleğim olduğu için yazıyorum” diyebilirler.

Acaba, Sait Faik, varlıklı bir kereste tüccarının oğlu olmasaydı böyle bir yanıt verebilir miydi ?..

İstisnalar dışında yazarlık; aklı başında aile babalarını geçindirebilecek kadar para kazandırmıyor...

Aslında, para kazandıran yazıların çoğu da sanat değeri taşımıyor.

Rahmetli Peyami Safa da Sait gibi bir yazı divânesi. Yani geçimini kalemine ;hatta yüreğine havale edenlerden.

Dostları bu meşhur yazarımızın bir günden bir güne takım elbise giyemediğini söylüyorlar. Çoğu zaman dar omuzlarına geniş gelen, bit pazarından alınma ceketlerle dolaşırmış.

Rahmetli, para kazanmak için yazdığı eserlerine-yüzü kızarmasın diye- ismini vermeyip takma ad kullanmıştır.


Türk edebiyatının yüz akı 9. Hariciye Koğuşu’nun yazarı, Cingöz Recai’de Server Bedi’dir, örneğin.

Gerçi insanları eğlendirmeyi amaçlayan birçok sirk cambazı, yazar adı altında trilyonlar kazanıyorlar.

Dışarıda tuttuklarımızın diğer grubu da, maaşlarını dolar üzerinden aldıkları söylenen ve dahi kalemini patronunun emrinde amâde gören kalemşörlerdir.

Onlar ki, her gün her konuda yazarlar.

Bir gün siyasetçi, öbür gün hukukçu, üçüncü gün ekonomist, stratejist...

Allah yetenek vermiş olmalı ki yazıyorlar değil mi ?.. Böyle dehalar olmasa, halimiz nice olurdu?..

Kimsenin köşesinde, kesesinde gözümüz yok. Onları severek okuyoruz. Allah kazançlarını ziyâde etsin.
Bunlar,anlatmak istediklerimizin dışındadır.

Peki, her şeyin maddeye endekslendiği bir dünyada yazanlar ne umuyorlar?

“Madem akıllısın, ne kadar kazanıyorsun?” sorusunu soran derin anlamlı gözlere rağmen niye yazıyorlar?

Rasim Özdenören diyor ki: “Yıllar öncesinde, bir arkadaşım, bana üniversitede kalmamı ve akademik çalışmalara kendimi vermemi öğütlemişti. Sonradan kendisi başarılı bir öğretim üyesi olan bu arkadaşıma, o zaman biraz ukalaca görünmüş olsa da şunu söylemiştim: Senin dediğin işi herkes yapabilir, ama benim tasarladığım çalışmayı benden başka yapabilecek kimse yoktur!”

Evet sizin gibi kimsecikler yazamaz. Siz de özelsiniz. Üstelik siz olduğunuz için özelsiniz. Tanrının size armağanı bu ayrıcalık.

Peki ne olacak ?..Necip Fazıl’ın çarpıcı anlatımıyla belki beyninize bir “kıymık” saplamış olacaksınız. İşkencelerin en ağırına, fikir işkencesine kendinizi kendi elinizle teslim edeceksiniz.

Üstelik, tuhaf bir mazoşist (kendi kendine işkence eden) olup çıkacaksınız.

Yolda, yemekte, sohbette, satırlarda, hatta uykuda, hiç üzerinize vazife olmayan ıstırapların esiri olacaksınız.

Peter Handke işi daha da ileri götürüp şöyle diyor: “Yazmak, kendi kendini hapsetmek, kendini yaşamdan uzaklaştırmaktır. Aslında bu da bir tür şizofrenidir.”

Bu yargıda bir abartı olduğu açıktır. Yazma, yazarını hayattan koparıp, kurmaca dünyaya hapsetmişse ve kişi günlük hayatını sürdürmekte zorluk çekiyorsa marazi bir durumdan söz edilebilir.

Zaten böyle bir durumda yazarın yazı yazıp yazamayacağı da tartışılabilir.

Bu anlamda “şizofrenik an”ı yaşamayan yazar hemen hemen yok gibidir. Yazının türüne, (şiir, hikâye, roman) ve yazarın şahsiyetine göre bu durum, az veya çok şiddetli olabilir.

Mevlâna’nın Mesnevî’sini yazarken içinde bulunduğu hâl bu nitelemeye denk düşer.

Hiçbir işte dikiş tutturamayan, bütün gün hikâye peşinde koşan Sait Faik,

“...Niyetim yazı yazmak bile değildi. Balığa çıkacaktım. On kuruşa kahve, yirmi kuruşluk köylü cigarası içecektim. Kaybettiğim her şeyi; insanlığı, cesareti, iyiliği, safveti, dostluğu, alın terini, sessizliği yeniden bulacak; belki yeniden bir adam olmasam bile bir temiz hayatın içinde hayran ve mahcup ölümü bekleyecektim.

Aklıma ara sıra esen yazı yazmak arzusunu değil, kötü huyunu, bu tek kötü huyu başarılar, şöhretler düşünmeden ‘ve düşünürsem Allah canımı alsın!’ düşüncesiyle yeniden bulabilirsem, kalemsiz kâğıtsız dağlara fırlayacak balığa çıkacaktım. Yazmayacaktım.

Söz vermiştim kendi kendime: yazı bile yazmayacaktım. Yazı yazmak da, bir hırstan başka ne idi. Burada namuslu insanlar arasında sakin, ölümü bekleyecektim; hırs, hiddet, neme gerekti? Yapamadım. Koştum tütüncüye, kalem kâğıt aldım. Oturdum. Adanın tenha yollarında gezerken canım sıkılırsa küçük değnekler yontmak için cebimde taşıdığım çakımı çıkardım. Kalemi yonttum. Yonttuktan sonra tuttum öptüm. Yazmasam deli olacaktım.” (Haritada Bir Nokta’dan)

Tarık Buğra’ya sorarsanız, yazmak; “sürüden ayrılmak”tır. Yazmaya soyunan kişi, az-çok kalabalıklardan farklı olduğunu sezinleyen insandır. Toplum da yazara gereken önemi vermelidir.

Tarık Buğra, verdiği bir mülâkatta bu düşüncelerini şöyle açıklar:

“Bir ödül için kendisini satan adam, ne yazar olabilir, hatta insan bile olamaz. İnsan olunmadan da yazar olunmaz. Bağımsızlık lâzım. Sıradan insan değildir yazar.

Bunu politikacılar kabullenemez.Fıkra yazarları da kabul etmez, eleştirmeciler kabul etmezler bunu...

Ama, gerçek yazar, sıradan bir insan değildir. Ona ihtiyacı vardır toplumun. Bu ihtiyacı duyan toplum yükselir. Bu ihtiyacı karşılayan insan kazanır.”

G.B Shaw, başka bir şey yapmayı bilmediği için, ya da çalışmaya pek yatkın olmadığı için yazdığını söyler.

Gıorgıo Manganellı “Niçin yazıyorum?” adlı denemesinde, yazma işini kutsayanlara katılmamakla kalmıyor, yazma işini; yazarın korkularını ve zayıflıklarını ifşâ ederek çevresinin(okuyucunun) gözünü boyamak olarak değerlendiriyor.

Manganellı; “Belki de yazmak, doğuştan küçük hırsızlıklara ya da düzenbazlığa eğilimli, ama büyük ölçüde suç işleme yürekliliğine sahip olmayan kişinin dolandırma biçimidir.” diyor.

O'na göre yazar, aksiyon adamı olmaya gücü yetmeyen bir korkak ve karnından konuşan bir yalan ustasıdır. Üstelik, insanları düzenbazlıkları ile aldattığı sanısına kapılır. Oysa bu zavallının aldatma girişimleri de geri teper. Çünkü, simyacı ve falcı gibi yazar da kendi kendisini aldatır.

George Orwell, niçin yazdığını açıklarken; “Henüz beş altı yaşlarındayken, büyüyünce bir yazar olacağımı biliyordum.”der.

Yazarların erken yaşlarda bile çevresindeki insanlardan oldukça farklı (ayrıcalıklı) olduğunu imâ eder.

Orwell, yazma içgüdüsünü; bencillik, estetik merak, tarih merakı, siyasal amaç gibi dört madde altında toplar.

Eugene Ionesco, “Niçin yazıyorsunuz?” sorusuna cevap verirken kaçak güreşmeyi tercih ediyor:

“Sizin bilmeniz gerek, çünkü yazdıklarımızı siz okuyorsunuz ve okuduğunuza, okumaya devam ettiğinize göre, onlarda sağlam bir yan, bir beslenme yolu, ihtiyaç karşılayan bir şeyler buluyor olmalısınız.”

Yazma nedenleri,ne olursa olsun, yazarlar, şairler, genel anlamda bütün sanatçılar iyi ki varlar.

Yazarlar, her şeye rağmen iyi ki yazıyorlar. İyi ki bize kapılarını ardına kadar açma cesaretini ve cömertliğini gösterebiliyorlar.

Yazarlar bize, bizim içimizdeki bizlere, bilinçaltımızın karanlık noktalarına ayna tutma becerisine ulaşmış kişilerdir.

Eğer öyleyse, Eflatun’un dediği gibi yazma sanatı; “Tabiata -ve tabiatın ruhuna- ayna tutmak” olabilir.

Bana göre de yazma, insanın kültürel birikimini gelecek nesillere aktarma içgüdüsüdür.

Tıpkı üreme içgüdüsü gibi...

''Her yazı, dünyaya gelmesine neden olduğumuz yeni bir canlı gibidir '' diyerek .

. . . . . . . . .

KAYNAKLAR:

Mungan Murathan, Yazıhane, Metis Yayınları, 2003.

Özdenören Rasim, Yazı,İmge, Gerçeklik, İz Yayıncılık, İstanbul, 2003.

Özüdoğru Şaban, Blogçu.com.

Haz. Komisyon, TDK, yayını, Güzel Yazılar, Röportajlar, Ankara, 1997.

Abasıyanık Sait Faik, Havuz Başı, Son Kuşlar, Bilgi Yayın Evi, 1975.


 
Toplam blog
: 1521
: 1639
Kayıt tarihi
: 23.06.07
 
 

İnsan yontmakla geçti ömr-ü baharı... Güzel ve canlı heykeller yaptı... Kimisinin içi çabuk boşal..