Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Temmuz '18

 
Kategori
Yurtdışı Tatil
 

44 Ülkede Devri Alem: İşte Öğrendiklerim

44 Ülkede Devri Alem: İşte Öğrendiklerim
 

Everest, Dünya'nın En Yüksek Dağı


Dünyayı Gezdim, İşte Öğrendiklerim

Yıllar önce okumuştum bir yerlerde, sanırım Gülse Birsel’in bir kitabında, “Biz Türkler her gittiğimiz yerde bir semti, bir yeri Türkiye’den bir yere benzetiriz” diye. Bu tespitin ne kadar doğru olduğunu kendi deneyimlerimden biliyorum. Avrupada hiç bir sehir yoktur ki Nişantaşı’na benzetmemiş olayım. Güney Avrupa’nın hemen tüm şehirleri İzmir gibidir mesela. Onların Promanade dedikleri o uzun deniz boyunca uzanan yolların adı benim için Kordonboyudur mesela.

Afrika nın doğusundaki, dünyanın en büyük Şelalesi olan  Viktorya Şelaleri, Antalya Düden Şelalesidir, benim için. (Viktorya Şelaleri yükseklik olarak Amerikadaki Niagara Şelalelerinin iki katıdır).   Yeni Zellanda da Auckland’ın hemen karşısına düşen, şarapları, üzümleri ve zeytinleri ile ünlü  Waiheke Adası, Bozcaadadır.

Yerler, binalar ve doğa konusunda ki benzetmelerin yanısıra, fark ettim ki, ben kendimi kültürel benzetmeler yaparken de buluyorum. Belki çok uzun yıllardır yurtdışında ve pek çok farklı kültürden insanlarla yaşıyor olmamın bir etkisidir belki de üzerinde bir akademik derece yapacak kadar kafa yorduğum  kültürlerarası iletişim (kültürel zeka) kaynaklı bakış açımdır, bilmiyorum. Ama gittiğim, gezdiğim her yerde, her kültürde bizimle benzerlikler buluyorum. Farklılıkları görmüyor değilim. Ama benzerlikler, ortak noktalar beni daha çok cezbediyor. Çünkü ben o ortak noktalarda, insanlığın ortak mirasını ve Türk Kültürünün bu mirasa yaptığı katkıları görüyorum.  Ortak nokta olabilmesi için öncelikle karşılıklı alışveriş olması gerekir. Ki tarih boyunca, bu alışverişi sağlayan en önemli etken ticaret olmuştur.  Bu ticareti körükleyen de insan’ın bitip tukenmez merak’ı olmuştur.

İnsanlık  “acaba karşı kıyıda ne var?” merakı ile ilk yaptığı derme çatma tekneyle denizlere açıldığından beri farklı kültürlerle alışveriş başlamıştır. Önceleri muz alıp, elma verme durumunda olan bu alışveriş daha sonraları dünya tarihinin gördüğü en büyük ticaret yollarına dönüşmüştür. Ne büyük bir tesadüftür ki (tesadüf müdür, buna tarihçiler karar verir) o ticaret yolu, İpek Yolu, Türklerin çoğunlukla yaşadığı, göç yolu yaptığı, bölgelerden geçerek Avrupa’ya (Veneik, İtalya) bağlanır. Gerek gemilerle  gerekse de at üstünde yapılan bu ticaret sırasında, insanlik birbirinden çok şey öğrenmiştir, bu kuşku götürmez bir gerçek.

1960’lı yılların başında, Marshall McLuhan dünya’nın küresel bir köye dönüştüğünü söylediğinde ve daha sonraları 1990'lı yılların sonundan itibaren başlayan teknoloji devrimi ile birlikte sınırların kalktığı bir dunyayı yaşarken, insanlar daha rahat seyahat ederkenö başka ülkelerde iş bulup yeni hayatlara başlarken ve  herkes bu dünyanın geleceğini tartışırken unuttukları bir şey vardı: Dünya kurulduğunda beri bir küresel köydü! Ülkelerin savaşlar, politik, ekonomik ve coğrafi nedenlerle koydukları sınırlara ragmen,ülkeler hatta kıtalar arası insan göçü ve ticaret her zaman vardı. Bu nokta’nın altını önemle çizmek isterim. Bugün bize yeni bir şeymiş gibi sunulan küreselleşme, insanlık tarihi kadar eskidir. Boyutları farklıdır, haberleşme hızlıdır vs. ama yeni bir durum değildir.

İşte böyle bir dünyada, 2000’li yılların başından beri pek çok ülkeyi gezerken hep bu ortak noktalara odaklandım.  Ve gördüm ki, And dağlarının tepesinde Ekvator’un başkenti Quito’da konuştuğunuz birisi size dönüp “ biz Ekvatorlular buraya Orta Asyadan geldik! Rusyadan Berşng Bogazından geçerek” diyebiliyor. O anda benim aklıma, Türkiye’de şaka olsun diye birbirimize söylediğimiz “ Aslında Kızılderililer de Türk” deyişimizin geldiğini söylersem şaşırmazsınız umarım. Avusturalyada, beyazların neredeyse yok ettiği, kültürel değerini sonradan kavrayıp eserlerini müzelerde sergilediği  yerlilerin küçük taşlar üzerine yaptığı her biri bir anlam taşıyan boyamalardan birinin “nazar’dan korumak” anlamına geldiğini gördüğümdeki yüz ifademi anlatmama gerek yok sanırım. O sırada benim Avusturalyalı arkadaşım kendisine çok yabancı bir kavram olan nazarın ne olduğunu bana anlatmaya çalışıyordu!

Asya’nın küçük ülkesi Laos’un UNESCO Dünya Kültür mirası kabul edilen Luang Prabang şehrinde kurulan akşam pazarını gezerken Turkiye’nin herhangi bir sahil kasabasının bundan 40 yıl önceki halini hatırlamamak ne mümkün. El yapımı Batik elbiselerö onların yanında satılan taze meyve ve sebzeler, çocuklar için satılan oyuncaklar, uçurtmalar, bir yandan satış yapan, bir yandan birbiri ışe sohbet eden çoğunluğu kadın olan satıcılar ve ellerinden düşmeyen çekirdek! Her şey tamam da ben o çekirdeği gördüğüm an kesin karar verdim bizim Asya’dan geldiğimize.

Nepal’de namaz kılan Budist’leri görene kadar bilmezdim Budistlerin namaz kıldığını. Hem de bayağı bizim bildiğimize çok yakın bir şekilde kılıyorlar. Nepalde çay’a çia  diyorlar (çay olarak duyuluyor) o bölgedeki pek çok ülke gibi. Tamam ise Nepalde Tamtam. Işıklar yanınca dua ediyorlar tıpkı bizim gibi.  Yaşlılarına saygıda kusur etmiyorlar.

Bhutanda da bizim ki gibi türbeler var. Her ihtiyaca göre. Benim en yakından gidip gördüklerimden ve ebni en çok etkileyelerden biri çocuk sahibi olmak isteyip de olamayan çiftler için olanı idi. Çiftler hem türbeyi ziyaret ediyorlar hem de doktorda tedaviyi ihmal etmiyorlar. Sonuç olumlu olursa da türbeyi bebekleri ile birlikte yeniden ziyaret edip teşekkür ediyorlar. Bu gözlerö Budist rahiplerin de, bedeli karşılığı muska benzeri notlar yazdıklarını gördü.

Bütün bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Hal böyle olunca da nereye gidersem gideyim hem Türkiyeyi  goruyorum hem de kendimi evimde hissediyorum. Üstelik gittiğim dünyanın o ucra köşelerindeki insanlara da biz de Türkiyede böyle yapıyoruz biliyormusunuz diyorum. Onlarda şaşırıyorlar, kendilerine ait olduğunu düşündükleriözelliklerin dünyanın bambaşka bir yerindeki insanlarda da olmasına. Sonra hep beraber gülüyoruz bu duruma. Ve ortak noktadan yola çıkarak oluşturduğumuz duygudaşlık ve yüzümüzdeki gülümseme ile bir sürü benzerlik aramaya başlıyoruz. Sonra başlıyoruz dertleşmeye. Ülkelerimizi, hayallerimizi, geleceğimizi konuşuyoruz.  Konuştukça birbirimizi daha çok anlıyoruz ve seviyoruz.

 

Not: 44 ülkeyi karış karış gezdim. Daha gezilecek çok ülke var.

 
Toplam blog
: 5
: 161
Kayıt tarihi
: 03.05.16
 
 

Coooook uzun yillar once ODTU Psikoloji Bolumun bitirdim. Yuksek Lisansimi da ayni bolumden aldim..