Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Ocak '08

 
Kategori
Yolculuk
 

45 dakıkalar

45 dakıkalar
 

hayalı bır gelecek...


Sonlardan bir gün, saf bir antipatinin oluşturduğu zaman kaybında sessiz ama gürültülü bir kırk beş dakika yasadım. Gözükmeyen köşemde hayatları hızlı hızlı izlemeye karar verdim. Bu kırk beş dakikalar ki neleri alıp götürüyor bizden
ama kimsenin umurunda değil ya da farkında değiller tüm bunların.

Ucundan bile tutulamayan umutlar, yarın için hesaplanan anlar. Hepsi teker teker geç kalıyor bu yolculuk esnasında. Bir çift göz görmedikleri için savaş veriyor cam kenarında. Teker teker akla gelen umutlar, sevdalar, istekler, sevinçler hepsi teker teker saniye saniye yerini umutsuzluğa veriyor. Neticede yüzler burkuluyor, hayal kırklıkları insanı en derininden vuruyor.

İşte bu kırk beş dakikalar neleri çalıyor bizden. Bir çift gözün belki de sevdasını elinden alıveriyor. Sevdaya 45 dakika geç kalıyor bu çift göz. Bir köşe başından ellerinde kitaplarla geçerken, o çoktan o yoldan geçmiş gitmiş oluyor. Hayat bu kırk beş dakikada hızlı bir biçimde akıyor. Saniye sesleri arasında bir yaprak daha düşüyor, süzüle süzüle, sarımsı bir halde. Canlar sonlanıyor
bir daha dönmemek üzere. Buna nazaran yeni hayatlar merhaba diyor dünyaya, ama bizler her birine 45 dakika geç kalıyoruz. Ne tesadüf aşk çarpışmaları ne de dünyaya merhaba diyen hayatlara ortak oluyoruz. Hepsinden iki adım uzaktayız.

Zaman ilerledikçe yüzler daha çok burkuluyor umutsuzluğa ve can sıkıntısına.
Kırmızı ışıklar kadar sinir bozucu her şey. Işıklar bizi durduruyor ama akıp giden zamanı, hayatı asla.

Hepsi bir rüya gibi salkım salkım aklımdan geçerken, ben boşvermişliği derin derin yaşarken, bazıları gitmek için adeta sabırsızlanıyor. Her birinin gözü saatte, her birinin umudu sevinci mutluluğu bambaşka. Kimse vazgeçmiyor, ama hayata karşı geri kaldıklarının da farkında değiller. Usulca akıp gidiyor zaman onlar için, bir dem gibi soluk soluğa oluyor her şey ama ne kimse buna dur diyebiliyor ne de halinden şikayetçi bir tavır sergiliyor. Her birinin yüzü asık, belki de günün bütün yorgunluğu denilebilir. Benim ise ilk şikayetlerim bunlar, ilk binmelerim otobüse ve yaşadığım ilk 45 dakika sendromu. Ne garip hayat akıyor biz zamana geri kalıyoruz. Tıpkı kolumdaki saat gibi, oda hayattan 1, 5 saat ilerde seyrediyor dünyayı.

Çocuk gibi hissettim şimdi kendimi; ne geç kalmışlığım beni acıtıyordu ne de ilerde oluşum beni göklere çıkartıyordu. Hayat derin dondurucu gibi canımı acıtmıyordu. Adeta gayrimenkuller gibi bekledikçe değer mi kazandırıyordu. Ama neye yarar ki umutsuz vakanın 5 10 kuruşluk neticesine. Neye yarar ki bir umudu vacip tutmayan yaşamıma göz kırpmaya.

Tüm bunlar böyle seyrederken saniye saniye yüzler daha çok burkuluyordu. Sanırım mevsim değiştirmek de buna denir. İlk dakikalarda mevsim yaz gibi mutluluk verici. Bir merak hep peşimizde. Biraz ilerde sonbahar oluveriyor, tüm yüzler biraz biraz asılıyor ve belki de üşümek gibi can acıtıcı oluyor her şey. Son durağa en yakın noktada bir kış oluyor ki hiç çekilmeyen yönde hem de. Üşüyüveriyor insan, titremekten değil, onun yarattığı hava boşluğunu biri birine yaşıyor insan. Sonrası mı? 45 dakika son buluyor, beden işkenceden çıkmışçasına havanın ve özgürlüğün keyfini çıkartıyor. Biraz sonrası da hepsi unutulup geri kalan yaşam boşluk. Boşluk yasamaya devam ediliyor ve yine farkında olmadan bir adım daha geç kalınıyor umuda.

İşte umutsuzluğumuzu da mutluluğumuzu da bir 45 dakika bole gasp ediyor. şimdi suçlular cirit atarken, biz hayata kara kalem çalışması gibi kaldığımız yerden ahenkli bir şekilde devam ediyoruz. Karşımıza bir kırk beş dakika çıkana kadar tabi....

 
Toplam blog
: 29
: 526
Kayıt tarihi
: 31.12.07
 
 

Şafak Soysal Ünıverste öğrencısıyım, yazı yazmayı ve okumayı cok sevıyorum sanırım bu kadarı yeter..