Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '16

 
Kategori
Güncel
 

45 Saniye...

45 Saniye...
 

Milletçe yaşadığımız en büyük felaketlerden birinin yıl dönümü bugün.

Üzerinden tam 17 yıl geçti ama hafızamızdaki yeri de kalbimizdeki acısı da hala çok taze!

45 saniye hepsi!

Topu topu 45 saniye içinde binlerce insanın hayatının nasıl değiştiğini, varken nasıl bir anda yok olduğunu, acının,  korkunun,  çaresizliğin iliklerimize kadar nasıl işlediğini gördük, hissettik.

Hatta ben sanırım hayatımda ilk defa bir felaketi  çok önceden hissettim.  O yaz son derece  boğucu bir sıcak ve sıkıntılı bir hava vardı. Yaşadığım yerin iklimi zaten böyle olduğundan benim için ekstra bir durum değildi  ama içimde tarifsiz bir sıkıntı hissediyordum. Her sabah mutsuz uyanıyordum ve nedensiz ağlama hissi geliyordu içimden. Ne ben ne de yakınlarım bu halime anlam veremedik ve sanırım çevremdekileri de biraz endişelendirdim. Depresyon geçiriyorum zannettiler.  17 Ağustos’ tan yaklaşık 1 ay önce gördüğüm rüya ile sıkıntı değil, korku da hissetmeye başladım.

Gece rüyamda dumanların çıktığı  karanlık bir yerde dolaşıyorum. Yerde çukurlar ve içinde üstüste yatan insanlar var. Toplu mezarlar ve toprağın içinde cansız eller görüyorum.  Ancak bunu böyle bir felakete yoramıyorum o zaman.

17 Ağustos sabahı, çok erken saatte kardeşimin telefonuyla uyandım. Marmara’da çok büyük bir deprem olduğunu, aile fertlerimizle telefonla konuştuğunu ve herkesin iyi olduğunu haber verdi.  İyi ki aramış, çünkü hiç kimseye telefonla ulaşamıyoruz. Hemen televizyonu açtık,  ancak  İstanbul Avcılar’dan 1-2  görüntü gösterirken çok kısa bir süre sonra elektrikler kesildi, radyodan da dinleyemiyoruz. Akşam elektrikler gelince ve televizyonda Kocaeli’ndeki görüntüleri görünce olduğum yerde donup kaldım.

İşte o zaman içimde ne zamandır hissettiğim ve ne olduğunu o ana kadar anlamadığım sıkıntı ve gördüğüm rüya  o görüntülerle eşleşti ve bir ağlama krizi olarak boşaldı.

Kendi ailemden kimseyi kaybetmedim ama Gölcük’te yakından  tanıdığım genç, yaşlı pekçok insanın bu depremde hayatlarını kaybettiğini sonraki günlerde öğrendim.

Canın yanması ve o acıyı hissetmek için kendi yakınını  kaybetmesi  gerekmiyor insanın.  O zamanki  görüntülerden aklımda kalan onlarca kare var.

Yıkılan evlerinin başında toplanmış, enkazı elleriyle kaldırmaya çalışan, altında kalan yakınlarına ulaşmak için çaresizce yardım bekleyen, feryat eden, ağlayan insanları hangimiz unuttuk?

Hayatta en kötü şey insanın çaresiz kalmasıdır. Hepimiz yaşadığımız felaketin ve milletçe altında kaldığımız  o enkazın  karşısında çaresizdik!

Herkesin birbirine yardım etmeye çalıştığı, canlarını toprağın altından çıkarmaya çalıştığı o günlerde, kurtarma ekiplerinin ve insanların hiç aralıksız çabalarını, üstüste yığılmış taşın, betonun üstünde açılan bir delikten “ Kimse var mı? “ diye bağırışları hala kulağımda.

Günler sonra sağ salim çıkan yaralıların, hatta küçük bir bebeğin yarattığı mutluluğu ve umudu hatırlıyorum.

Eşini ve üç çocuğunu birlikte kaybetmiş bir babanın  mezarlarının başına dikmek için bulduğu tahta parçalarına ağlayarak  isimlerini yazışını unutamıyorum.

Bunları şu an  yazarken bile ürperiyorum ve gözlerim doluyor.

Üstünden 17 yıl geçse bile bu travmanın etkisi devam ediyor bir şekilde.

Hangi  dersleri  çıkardık bundan?

Sahip olduğumuzu zannettiğimiz her şeyin bir anda yok olabileceğini gördük mesela.

 Birkaç saniye içinde ailesiz, evsiz, işsiz kalıp, hayatın her an bize  “ şimdi  yeniden başla “ diyebileceğini gördük.

Ülkenin dört bir yanından deprem bölgesine akın akın gelen gönüllü insanlarımızı, yaşanılan bir felakette, ortak bir acıda  kimin ne olduğuna bakmadan nasıl kenetlenebileceğimizi görük.

İçlerimizden bazılarının para uğruna,  malzemeden çalarak, yarım yamalak yaptıkları çürük binalarda binlerce  insanın nasıl  katili olabildiğine tanık olduk.

Deprem kuşağında olan ülkemiz için bu depremin ne ilk ne de son olmadığını, buna karşı hazırlıklı ve bilinçli olmamız gerektiğini  acıyla öğrendik.

Dünyadaki bütün ülkeler bir şekilde doğal afetlerle karşı karşıya kalıyorlar. Ancak uğranılan zarar, verilen kayıp, medeniyet derecesine göre değişiyor. Önceden tedbir almak, olay anında ve sonrasında krizi doğru yönetecek plan ve programa sahip olmak ve insan eğitimine çok önem vermek, felaketin bilançosunu çok değiştiriyor.

 Allah tekrarını yaşatmasın elbette ama aynı büyüklükte ve hatta daha büyük depremlerin olacağını da biliyoruz.

 Yeter ki, her felaketin sonunda yaşanan kayıplara  “ kader” deyip, o  kabusu unutacak kadar  balık hafızalı olunmasın.

17 yıl önce bugün hayatlarını kaybeden yurttaşlarımıza rahmet,  yakınlarına ve hepimize tekrar  başsağlığı diliyorum. 

 
Toplam blog
: 115
: 830
Kayıt tarihi
: 18.11.12
 
 

1967 yılında İstanbul'da doğdum.Hacettepe Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesinden 1988 yılınd..