Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mart '11

 
Kategori
Blog
 

5 Mart blogcular toplantısı izlenimleri

“Her gün dünya yeniden kurulur, her sabah taze bir başlangıçtır” yazardı bir zamanlar bir günlük gazetenin başlığının altında… Kime ait olduğunu bilemiyorum ama ben bu sözü çok seviyorum.

Her gün insan ya yeni bir şey öğrenmeli, ya da yeni biriyle tanışmalı… Günlük hayatımızın rutin akışı içinde çoğumuz bu imkândan mahrumuz.

Belki işi gereği bazı şanslı arkadaşlarımız her gün yeni olaylarla karşılaşıyorlar, yeni birilerini tanıyorlardır. İstanbul’un yoğun ve yorucu trafiğinde, işine her gün aynı otobüsle veya vapurla gidip gelenlerin gördüğü insanlar bile en azından sürekli değişir.

Ben işiyle evi arasındaki mesafe açısından çok şanslı bir insanım. Trafik derdim yok, otobüse yetişme, vapuru kaçırma endişem de yok. Ama mesai arkadaşlarımın dışında yeni birileriyle karşılaşma imkânından da mahrumum.

Bilmiyorum bu yüzden mi, yeni insanlarla tanışmayı çok seven biriyim. Gerçi öyle tanışır tanışmaz iletişim kurabilen sıcakkanlı bir insan değilim. Çok ciddi ve ağır abi görünümüm altında aslında sevecen, samimi bir yapım vardır. Ama biraz tanımalıyım karşımdaki kişiyi…

Blog ortamında birbirimizi yazılardan sanal olarak tanımaya çalışırken, gerçek buluşma fikri ilk kez ortaya atıldığında gitmeyi çok istemiştim ama, nasılsa o gün bu fırsatı bulamamıştım. Seydi adlı bir blog yazarı arkadaşımız 24 Aralık 2006 Pazar günü Taksim’de buluşmayı teklif etmişti.

Ben gidemeyince orada neler olduğunu, kimlerin geldiğini, neler konuşulduğunu çok merak etmiştim. Ertesi gün “Büyük Buluşma Nihayet Gerçekleşti” başlığı altında bir yazı okudum.Harikaydı. O an yazarını öyle tanımak istedim ki…

*****

İyi kötü hepimiz eli kalem tutan insanlarız. Yazmak kolay bir iş değildir. O yüzden çoğu insan ondan uzak durur. Fakat içinde hevesi olanlar da, yazmaktan kendilerini alamazlar.

Kabul etmek gerekir ki, yazmak için öncelikle biraz kabiliyet, ama daha fazla yazma arzusu, bunu geliştirme isteği,daha çok okuma heyecanı, okuduklarından edindiklerini zihinde iyice yoğurmak, sonra da dil ve yazım kurallarına uyma zorunluluğunu benimsemek gerekir.

Bu özelliklerin hepsi bir araya geldiğinde yazan kişi zamanla kendini geliştirip daha iyi yazar hale gelebilir.

Sadece yazarlıkta değil, her alanda insanın kendini tanıması, ne seviyede, hangi aşamada olduğunu kabul etmesi, birinci derecede olmazsa olmaz şarttır.

Elbette yazdıklarımızı beğenmesek, cümle âlem okusun diye gelip buraya yazmayız.Ama kendimizi “en iyi yazan müthiş yazar” zannederek abartmak da gereksiz. Zaten iyi yazıyorsak, bunu mutlaka başkaları da fark edecek ve bizi ön plana çıkaracaktır.

Evet, günümüzde insanlar kendilerini pazarlamazlarsa pek değer kazanamıyorlar, bunu biliyorum. Bir de ülkemizde maalesef bilimsel bir eleştiri mekanizması yok. Ciddi biçimde bir yetkili çıkıp “arkadaşım senden yazar olmaz, şair olmaz, sanatçı olmaz, ressam olmaz”, demiyor, diyemiyor.

Ahbap çavuş ilişkisi içinde gerçekleşen eleştirmenlik, bizimkileri kollamaktan, ötekileri dışlamaktan öteye gitmeyince “ben şairim” diye inatla direnen manzume yazarları bir süre sonra kendilerince “büyük şair” olabiliyorlar.

Sanatta “soyut anlayış”ın ortaya çıkmasıyla, “anlaşılamayan” pek çok sanat eseri(!), kimseden eleştiri almayınca “büyük eser”ler arasına katılabiliyor.

Lafı biraz fazla uzattım galiba ama demem o ki, insan yaptığı işi ne kadar iyi yapabildiğini, ya da yapamadığını da bilmeli. O zaman pek çok şey daha kolaylıkla ve adaletle yerli yerine oturacaktır.

Herkes gibi ben de yazdıklarımı beğeniyorum. Ama benden güzel yazanların olduğunu da, benim yazılarımın birkaç gömlek üstünde yazılar olduğunu da biliyorum.

İşte Celal Çelik arkadaşımızın o büyük buluşmayı anlatan yazısını okuyunca, onun benden daha iyi yazan bir yazar olduğuna karar vermiştim. O yazıyı okumanızı –okumayanlar için tabi- hepinize tavsiye ederim. (http://blog.milliyet.com.tr/Buyuk_bulusma_nihayet_gerceklesti_/Blog/?BlogNo=18680)

Çok geçmeden Milliyet gazetesi, resmi olarak ilk ve son toplantısını gerçekleştirdi. Doğal olarak en kalabalık (150 kadar) blogcularla orada tanışmıştık.

Sonra İlyas Bayram arkadaşımızın gayretiyle İzmir’de bir organizasyon yapıldı. Bodrum’da tatilde olduğum için o toplantıya katılmıştım. İyi ki de katılmışım. Şimdiye kadar –benim katıldığım- organizasyon olarak en güzel toplantıydı.

Daha sonra Talip Bölükbaşı arkadaşımızın davetiyle Eskişehir İnönü’de bir organizasyona katıldım. Bir gece yatıya da kaldığımız bu toplantı da elbette mükemmeldi. Ama Talip Bey’in arkasında ne de olsa bir kurum vardı.

İzmir ve İnönü buluşmalarına yaklaşık 35 arkadaşımız katılmıştı.

Daha sonra benim katılamadığım bazı toplantılar yapıldı. Özellikle bölgesel ve yöresel buluşmalar gerçekleştirildi. Sanıyorum katılımcı sayısı bu rakamları geçemedi.

Daha çok tanışmak, görüşmek, eğlenmek hoşça vakit geçirmek amacıyla düzenlenen bu gün ve gecelerde pek çok dostluklar oluştu, arkadaşlıklar doğdu. Sanal âlemde karşılaşanlar, gerçek hayatta da birbirlerini tanıdılar, tanımaktan mutlu oldular.

Bu toplantıların hepsinde, biraz “blog dedikodusu” yapıldığını da söylememe gerek yok herhalde… Altı bin beş yüz kişiden oluşan bir sitede her görüşten, her çeşitten insan olduğunu peşinen kabul etmemiz lazım.

İyi niyetliler, kötü niyetliler, hastalar, saplantısı olanlar, peşin hükümlüler, fanatikler, bunlar elbette olacak… Ama siz karşınızdaki insanda kendinize göre bir anormallik seziyorsanız, boş vereceksiniz, aldırmayacaksınız, düzeltmeye kalkmayacaksınız. Çünkü başaramazsınız. Eğer ısrar eder direnirseniz, siz de onunla aynı seviyeye inmiş olursunuz.

*****

9 Şubat 2011 günü Yılmaz Çetingöz beyefendi ilk kez “konulu olarak” bir bloger toplantısı yapmak istediğini belirten bir blog yazdı. “Milliyet Blog’ın amacı ne olmalıydı ve Milliyet Blogu daha popüler hale nasıl getirebilirdik?”

Ertesi gün Yılmaz bey bu toplantıya katılmasında fayda umduğu bazı kişilerin adını da açıklayan bir blog daha yazdı. Listede ben de vardım. Hoşuma gitmedi desem yalan olur. Ancak adı yazılmayan pek çok arkadaşımızın buna alınacağını düşünerek sonra üzüldüm.

Daha sonraki yazılarda toplantıya katılacak olan arkadaşlar mesaj bırakarak rezervasyon yaptırdılar. Ben katılmayı ilk günden kafama koymuş olmama rağmen rezervasyon yapıp adımı yazdırmadım.

Çünkü, her şeyden evvel bu soruları cevaplamak veya cevabını bulmak bizim işimiz değildi. Üstelik bunlar böyle bir toplantıda konuşularak halledilebilecek ve çözülebilecek sorunlar da değildi.

Toplantıya katılmayı kabul etmek bu tartışmaya katılmak anlamına gelirdi. Bense Milliyet Blog’u tartışıp” “ona bir yön verme” yetkisine sahip olduğumuzu düşünmüyordum. Fakat yeni arkadaşlarla tanışmak için -gerekirse düşüncelerimi orada açıklamak üzere- 5 Mart buluşmasına katıldım.

Ne yazık ki gelenler arasında ilk kez karşılaştığım sadece 4 kişi vardı. Zaten toplam 12 kişiydik. (Yılmaz Çetingöz, Sabiha Rânâ, Sessiz Çığlık, Baver Ergun, Kadri Kanpak, Emre Tekin, Hızır Kabil, Mehmet Emin Yolsal (ve kızı), Harun Özyurt, Ferhat Özen ve Bendeniz)

Uzun konuşmalardan ve tartışmalardan sonra, bir “sinerji grubu” oluşturmaya karar verildi. “Bu grup ne iş yapacak?” derseniz, bunu henüz kimse bilmiyor. Ama herkes sanki bir şeyler yapmak istiyor.

İşte o “bir şeyler”in ne olduğu belki zamanla ortaya çıkacak.

Benim söyleyeceklerim şimdilik bu kadar.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..