Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Haziran '09

 
Kategori
Sinema
 

70'lerde Türk Sineması

70'lerde Türk Sineması
 

Altmışlardan sonra Türk Sineması’nda gerçekçi sinema arayışları yoğunlaşmışsa da bundan önceki dönem bir kaçış ve oyalanma sineması olarak hatırlanacaktır. Bu olumsuzluklar, bir yandan devletin aşırı sansür uygulamaları ile, bir yandan ülkede ardı ardına yaşanan baskıcı yönetimlerle, bir yandan da sinema yapanların bilinçlenmekten alıkonulmuş bir halkın anlayış ve beğeni düzeyine bağımlı kalmayı yeğlemesi ile devam etmiştir.

1960'larla birlikte yılda 200–250, hatta bir dönemde 300'e yaklaşan film sayısı gözlenmeye başlandı. Bu gerçek bir gelişme miydi, bu kadar filmin sinema dili, anlatımı, içeriği neydi ve nasıldı, Türkiye'deki insan malzemesinin ve de teknik altyapının bu kadar filme yetişme olanağı var mıydı? Yanıtlar elbette çok olumlu değil. Geniş bir kitle için sinema öylesine önemli ve neredeyse yaşamsaldı ki, filmler büyük ilgi görüyor, büyük kâr bırakıyor ve bu da bilinçsizce yapımı körüklüyordu. Bu temelde ekonomik bir olay, bir pazar ekonomisi uygulaması, bir arz-talep sorunuydu ve önüne set çekilmesi, dur denilmesi kolay değildi, neredeyse olanaksızdı.

Ancak, tüm bu furya içinde bile, Türk sineması özellikle 1960'larda kendine özgü bir anlatım dilini geliştirdi, belli bir plastiği oluşturdu, hatta siyah-beyaz bir görselliğin oldukça başarılı örneklerini de vermeye başladı. Yeşilçam sineması yaklaşık kırk yıl içinde, yüzden fazla başyapıt üretmeyi başarmıştır.

Bu yıllarda ve aslında 1950'lerden başlayarak sinemamızın ilk gerçek klasikleri oluştu: "Kanun Namına", "Beyaz Mendil", "Üç Arkadaş", "Yalnızlar Rıhtımı", "Düşman Yolları Kesti", "Yılanların Öcü", "Susuz Yaz", "Sevmek Zamanı", "Haremde Dört Kadın", "Erkek Ali", "Kalbe Vuran Düşman", "Kızılırmak Karakoyun", "Hudutların Kanunu", "Vesikalı Yarim", "Ana", "Bitmeyen Yol", "Balatlı Arif, vb. tüm bu filmler ve başkaları, bir Türk insan manzaraları panoraması oluşturdular, insanımızın beyazperdeye yansıyan en tipik özellikleriyle tasvirini yaptılar, bizden duyarlıkları, bizden hüzün ve neşeleri somutlaştırdılar, estetiğimizi görselleştirdiler.

Sosyo-Ekonomik Kültürel Yapı[1]


1980 öncesine baktığımızda 1960’lardan itibaren siyasi dinamiğin sağ ve sol hareketlerin farklılaşması ve hatta giderek 1970 sonrasında birbirleriyle çatışmasından oluştuğunu görüyoruz. Bugün 1970'li yıllar ideolojik kalıpların düşünme-öğrenme ufkunu tamamen kapattığı bir şiddet dönemi olarak anılıyor. Öte yandan Seksenlerden sonra Yetmişli yılların "dava adamı"nın yerini "iş bitirici" insan tipi almaya başladı ve herkesin eşit ve özgür olduğu bir dünyanın gerçekleşmesini istemek neredeyse bir suç haline geldi.

Yetmişlerde tekçi ideolojiler ve birbirini dışlayan aktörler döneme hakimdi ve değişimi toplumsal aktörlerin katılımına bağlı olarak değil, yukarıdan aşağıya, devlet aygıtına bağlı olarak düşünmekteydiler. Seksen öncesinde politiğin sosyal olana egemen olması, siyasal ideolojilerin sivil oluşumları bir anlamda engellemesi söz konusudur.


Sanayileşme kentleşmeyi hızlandırmaktadır. Ancak ülkemiz şartlarında sanayi işçisi genellikle köylerden geldiği için "kentleşme" veya "kentlileşme" diyebileceğimiz olgu daha yavaştır. Göçmenler kent içinde bir çeşit topluluk yapısı sunmaktadırlar. Topluluk hem bir toplumsal süreç hem de bir gönüllü dayanışma duygusunu içermektedir. Cumhuriyet tarihinde gurbetçiler hep olmuştur ancak 50'lerdeki sanayileşme hamlesiyle birlikte, damlayan musluk sonuna dek açılır. 60'lı yılların sonundan 70'li yılların sonuna kadar pek çok şey değişir ama kentlilerle gecekondu kültürü arasındaki farklılık yine de bir çatışmaya dönüşmez. Bu süreç arabeskin umut ve iyimserlikle tanışması, garibanlar sınıfını aşarak sınıflar üstü hale gelmesi, müziği aşarak bir yaşam kültürü haline gelmesi olarak açıklanabilir.

Arabesk Olgusu


Ünlü yönetmen Lütfi Akad'ın 1971 yılında Orhan Gencebay'la yaptığı Batsın Bu Dünya adlı film arabesk filmlerinin başlatıcısı oldu. Daha sonra Gencebay'ın değişik yönetmenlerle yaptığı Dertler Benim Olsun, Batsın Bu Dünya, Hatasız Kul Olamaz, Ben Topraktan Bir Canım, Kır Gönlünün Zincirini gibi filmleri geniş izleyici kitlesine ulaştı. Onu, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Müslüm Gürses, Neşe Karaböcek gibi sanatçılar takip ettiler. 80'lerin sonlarına kadar süren bir dönem arabesk melodram filmlerinin egemenliğinde geçti.



12 Eylül sonrasında, bir arabesk kültür-kent değerleri çatışması çıkar. Bu arada kentlere iyice yerleşen eskimiş gurbetçiler de kendilerine yeni kimlik, yeni değerler aramaya başlamışlardır, istedikleri yalnızca para ve refah değildir artık. Daha sofistike, daha estetik, daha hoş bir yaşam hayali kovalarken burjuva yasam biçiminin güzergahına girerler. Sınıflar üstü arabesk kültürün müreffeh kesimi de, paranın keyfini sürmek ve yeni kimlik edinmek adına aynı güzergâhta ilerlemektedir.

Ahmet Buğra TOKMAKOĞLU

Abtokmakoglu@gmail.com



[1] Doç Dr. Murat Ünal-Ege Üni. İletişim Fakültesi

 
Toplam blog
: 430
: 2186
Kayıt tarihi
: 18.06.07
 
 

20 Nisan 1989'da İzmir'de doğdu. İlköğretim ve lise öğrenimini Karşıyaka'da tamamladı. 20..