Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Ekim '08

 
Kategori
Dünya
 

9. Kalkınma Planı açmazlarına dürbünsüz bakış! Ayrıntı manifestosu.

9. Kalkınma Planı açmazlarına dürbünsüz bakış! Ayrıntı manifestosu.
 

Ekonomik Plan. Ekonomiye Ne Sağlar.


Ulusal 9. Kalkınma Planı ile ilgili başlıyorum satırlarıma bugün. Ekonomik olarak yazılmış bu program, ekonomiye ne fayda ve ne payda katar? Üç kutuplu olacak yeni dünya düzenininde, Türkiye'yi nereye taşır?

Küresel krizlerin dalgalarına terk edilmiş görülen Türk ekonomisini, krizler karaya ulaştıramaz.

Nacizane oluşan, okuyucu grubumuzun içinde ekonomi konusunda elit olanlar, halkın anlayacağı dilde yazıyorsunuz, ancak anlamayanlara biraz detaya girebilir misiniz diye ısrar etmişler. Sanırım onlarda memleket sevdalısı.

Elbette olur, yazalım Hem şu AB duysun, sıkışan balon ekonomi ABD duysun, bizdeki sağır sultanlar duysun!

Önce bütün sorunlara mikro bakmadan veya bakamadan, makro ekonomiden bahseden bazı ekonomistlerde duyar umarım.

Önce 5 ana başlıkta toplanan bana göre kalkınamama sebebi olan ekonomin 9. Plana bir bakınız.Süper bir PDF sunumu. (http://www.finanskulup.org.tr/assets/etkinlik/sempozyum/Ahmet_Tiktik_Dokuzuncu_Plan.pdf)

Anlayanlar için pek fazla yorum yapmama gerek kalmayacak. Lakin hep söylerim, detaya girdikçe okyanus misalidir, kulaç atarken bitap düşersiniz. Gerçek bir Ulusal programla nasıl da şahlanır aslında, kalkınma ve anadolu aslanları ülkemizde. (Bakınız. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=130514)

Ancak tek kelime ile özetliyelim durumu. Kriko ile ayağa kaldırmaya çalışmak bu ekonomiyi. Birazda aritmatik oyunu milli gelire, tamamdır demişler. Ve öyle de dökmüşler satırlara bu planı.

Maalesef Türkiye'de detaya girmeye çalıştığınız her konuda detayda boğuluyorsunuz. Ayrıntıların çok olması sebebi ile yazıyı sakin bir durumda okursanız, daha fazla verim alacağınızı düşünüyorum. Ancak biz 3 konuyu ele alalım şimdilik;

1-2006-2013 İlk defa 7 yıllık olarak yapılan bu planın büyüme hızı %7 idi. Daha önce 8 adet 5 yıllık plan yapılmıştı Cumhuriyet tarihinde.

2- Planda 2013 itibariyle kişi başına gelir 10.000$ olarak veriliyor. Türkiye İstatistik Kurumu'nun yeni milli gelir hesabına göre yapacakları için bu zaten fazlası ile tutacaktır.

3- Yabancı sermaye girişlerinin plan döneminde ortalama 9.5 milyar dolardan 12 milyar dolara revize edildiği söylenirken, 2006 yılında 20 milyar dolar seviyesinde kalmıştı.Bu konu çok detaylı bir konu, sayfalarca kitap olur çok rahat.

Çaprazlıkların diğer ülke ekonomilerinden oldukça fazla olan ülkemizde, en sorunlu konulara önce bir röntgen çekelim. Sonra rotasyonlara bakarız.

Önce çok sorunlu maddeleri açalım, ortalığa saçalım;

GAP haricinde, hazırlanan bölgesel kalkınma planları son zamanlara kadar, etkili bir şekilde uygulanamamıştır. Bu başarısızlığın önemli bir sebebi, yerel otoriteler ile merkezi otorite arasında bir orta seviye bölgesel idari yapının yokluğu olmuştur. Benzer şekilde, kırsal kalkınma projelerinin başarısı, finansal ve yönetimsel problemlerden dolayı, sınırlı olmuştur.

Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP), Türkiye’de, sektörel olarak entegre edilen ve uygulanan tek bölgesel kalkınma planı olmuştur. Ancak, bu proje bile, daha çok yönetimsel, kurumsal ve mali sebeplerden ötürü, istenilen etkiyi sağlayamamıştır. Her ne kadar, Ön Ulusal Kalkınma Programında (2003) GAP’ın çok başarılı olduğu iddia edilirse de, GAP’ın başarısı ve takip ettiği model birçok araştırmacı tarafından ciddi şekilde sorgulanmaktadır. Örneğin, Ertugal (2005), GAP Yönetimini, merkeziyetçi, parçalı, yerel katılımı az ancak devlet etkisi fazla, kurumsal uyumluluğu ve özerkliği zayıf, bölgesel kalkınmayı ilerletecek strateji ve araçları bulunmayan bir kurum olarak değerlendirmektedir. Bir bölgesel kalkınma idaresi olmasına rağmen, GAP’ın karar verme gücünün ve insan kaynaklarının çoğu Ankara’daki Ofisinin elindedir. Örneğin yönetim ve programlama ile ilgili bütün kararlar Ankara’daki birim tarafından onaylanmak zorundadır (Beleli, 2005).

Ertugal’ın (2005) iddiasına göre, bölgedeki etnik yapı ve devletin Türkiye’nin toprak bütünlüğüne olan güvenlik tehdidi algılaması, ademi-merkeziyetçiliği bir güvenlik sorunu haline getirmiştir.

Öte yanda, her ne kadar hemen hemen bütün kamu planlarında ve resmi açıklamalarda bölgesel dengesizlikleri azaltmanın önceliklendirildiği belirtilmişse de, bu önceliğe yeterince finansal kaynakların sağlanmadığı anlaşılmaktadır. Örneğin, 1990-2001 döneminde GAP bölgesindeki kamu yatırımları, Türkiye’nin yedi bölgesi arasında en düşük seviyede kalmıştır. GAP bölgesindeki nüfus, Türkiye’nin toplam nüfusunun % 9, 7’sini oluşturduğu halde, sözkonusu dönem çersinde bu bölgedeki kamu yatırımları Türkiye’deki toplam kamu yatırımlarının ancak yaklaşık % 7’sini oluşturmuştur (Beleli, 2005). Benzer şekilde, eğitimsel kalkınma açısından mevcut bölgeler arasında sonuncu ve sağlık göstergeleri açısından sondan ikinci olan GAP bölgesi, 1994-2004 dönemi içerisinde, eğitim sektöründeki bütün kamu yatırımlarının yaklaşık % 3.2’sini ve yine ülkedeki bütün kamu sağlık yatırımlarının sadece % 4.8’ini alabilmiştir (a.g.e. 2005). Bunun yanında, bölgeye tahsis edilen sınırlı finansal kaynakların, diğer sektörler aleyhine, oransızca enerji yatırımlarında kullanıldığı anlaşılmaktadır.

Beleli’ye (2005) göre, GAP tecrübesinin de gösterdiği gibi, bölgesel kalkınma çabalarının etkisiz kalmasının en önemli nedenleri: aşırı merkeziyetçi bir kamu yönetimi yapısı; kamu yatırım planlarının bir sektörel yaklaşıma sahip olması; programlama, bütçe yapma ve uygulama süreçleri arasındaki zayıf bağ; planlama faaliyetlerinin yukarıdan-aşağı yapılması; kamu yatırımlarının geri kalmış bölgelerde yeterince yoğunlaşmaması; planlama, uygulama ve koordinasyon kurumları arasındaki görev ve sorumlulukların paylaşımının yeterince açık ve net olmaması; ve yerel ve bölgesel planlama ve uygulama kurumlarının idari kapasitesinin yetersiz olmasıdır.

Beleli, hemen hemen bütün bölgesel kalkınma projelerinin sektör-spesifik olduğunu, bu yüzden, bölgesel kalkınmanın bir sektör-üstü sistematik yaklaşımdan yoksun olduğunu vurgulamaktadır. Bunun yanında, DPT yapısının, sektörel programlamaya mekansal bir boyut da katmak için müsait olmadığını belirtmektedir. Benzer şekilde, Ertugal (2005) da, kamu yatırım planlarının, bölgesel bir boyut ve mekansal olarak entegre edilmiş kalkınma kaygısını taşımadan, belli sektörlerin büyümesini teşvik etmeye öncelik verdiğini belirtmektedir.

Projelerin programlanma, bütçelenme ve uygulanmaları arasındaki zayıf bağ, Beleli’nin (2005) haklı olarak eleştirdiği bir noktadır. Kamu yatırım projelerinin çoğu, çok-yıllı bir süreye sahip olduğu halde, bunların fonları yıllık olarak onaylanmakta ve serbest bırakılmaktadır. Çok-yıllı bir projeyi uygulamakla yükümlü bir kurum, her yıl yeni bir fizibilite çalışması ve yeniden hesaplanmış bir bütçe hazırlayarak, parasal kaynak için yeni bir öneri sunmak zorunda kalmaktadır. Bu finanse etme sistemiyle, yatırımcı kuruluşlar, ellerindeki çok-yıllı projeler için yıllık para sağlamada sık sık problemlerle karşılaşmaktadırlar.

Oskam, Longworth & Yildiz (2005), Türkiye’deki plan ve programların, ekonomik kalkınmayı sağlamada ve bölgesel dengesizlikleri azaltmadaki başarısızlığının sebebini, çok sayıdaki kırsal yerleşimlere (78, 625 köy veya mezra) ve bu yerleşimlerin dağınık ve parçalı yapısına bağlarlar. Bu durum, yetersiz fiziksel ve sosyal altyapı hizmetlerinin sağlanması, coğrafi yapı ve iklim koşullarıyla ilgili zorluklar, ve yetersiz politika üretme mekanizmaları sonucunu doğurmaktadır. Bunun yanında, onlara göre, bölgesel gelir dengesizlikleri, bir bölgede takip edilen ekonomik faaliyetlerin cinsinden ve sektörler arasındaki verimlilik farklarından kaynaklanmaktadır. Bir bölgedeki tarım sektörünün nispi önemi ve bu bölgedeki nispi tarım verimliliği, bölgesel dengesizliklerin önemli bir belirleyicisidir.

9. Plan'a göre tarım sektöründeki çözülme devam edecek, tarımsal üretimi piyasa belirleyecek, tarımın üretim ve katma değerdeki payı azalacak, özelleştirmeler, istihdamda azalma ve göç sürecek. Kısacası tarımda yine IMF-DB politikaları hakim olacak.

Yine planda uzun uzun geçmişin (8. Plan döneminin) değerlendirmesi yapılıyor, eksikler, sorunlar ortaya konuluyor. Plan'ın geçmişe yönelik değerlendirmesindeki en önemli eksiklik, mevcut sorunları Uluslararası Para Fonu (IMF)-Dünya Bankası (DB) patentli programlarla ilişkilendirmemiş olması.

Bu doğal karşılanmalı, çünkü tarım başta olmak üzere yaşanmakta ve giderek ağırlaşmakta olan hiçbir sorunda bu tür bir ilişkilendirme yapılmıyor; IMF-DB patentli politikalarla en ufak bir hesaplaşmaya gidilmiyor.

2007-2013 yıllarını kapsayan 9. Plan'ın tarıma ilişkin hedeflerini irdelemeden önce mevcut durum değerlendirmesini ele alalım:

Son on yılda 1, 26 milyon hektar arazi tarım dışına çıkarıldı.

Son on yılda tarım dışına çıkarılan yüksek verimli tarım alanlarının toplamı 1, 26 milyon hektara ulaşmıştır. İşletmelerin küçük ölçekli ve çok parçalı yapıda olması verimliliğin düşük seviyelerde kalmasına yol açıyor. Tarım sektöründeki verimlilik seviyesi ülke ortalamasının çok altında.

Tarımsal desteklemede girdi ve fiyat desteklerinden vazgeçildi.

Bu dönemin başlarında tarımsal desteklemede uygulanan yanlış politikalar kamu maliyesinde ciddi bir bozulmayı beraberinde getirdi. Bu nedenle 2001 yılından itibaren tarımsal destekleme kapsamında girdi ve destekleme alımları yoluyla verilen fiyat desteklerinden vazgeçilerek üreticiler doğrudan gelir desteği aracılığıyla desteklenmeye başlandı.

2001-2005 döneminde tarım yıllık ortalama yüzde 1, 1 büyüdü.

2001-2005 döneminde tarım sektörü büyümesi yıllık ortalama yüzde 1, 1 olurken sanayi ve hizmetler sektörleri sırasıyla yüzde 5, 1 ve 4, 3 oranında büyüdü. Bu gelişmeler sonucunda, tarım sektörünün toplam katma değer içindeki payı azalmaya devam etti ve 2000 yılındaki yüzde 14, 1 seviyesinden 2005 yılında yüzde 10, 3 düzeyine geriledi.

Tarımsal istihdam yüzde 36'dan 29, 5' düştü.

8. Plan döneminde, ekonomik büyümenin istihdam üzerindeki etkisi sınırlı kaldı. 2001-2005 döneminde yıllık ortalama istihdam artışı yüzde 0, 4 oldu ve işsizlik oranı 2005 yılı itibarıyla yüzde 10, 3 seviyesine ulaştı. Bu gelişmede 2001 yılında yaşanan kriz ve tarım istihdamındaki çözülme belirleyici oldu. Nitekim 2001-2005 döneminde tarım istihdamı yıllık ortalama yüzde 3, 3 oranında azalırken tarım dışı istihdam yüzde 2, 5 oranında arttı.

İstihdam artışının büyümeden daha düşük düzeyde gerçekleşmesinin en önemli nedeni, tarım sektöründe yaşanan istihdam azalışı. 8. Plan döneminde, tarım sektörünün istihdam içerisindeki payı yüzde 36'dan yüzde 29, 5'e gerilemiş ve bu sektördeki istihdam 1 milyon 276 bin kişi azalmıştı.

Kırsal alandaki yoksulların oranı arttı.

2002-2004 döneminde yoksulluk oranlarında Türkiye geneli için bir iyileşme olmakla birlikte, kırsal alandaki yoksulluğun bazı göstergelerde artmış olduğu görülüyor. Nitekim kırda yaygın olan ücretsiz aile işçileri işteki durum itibarıyla, 2004 yılında en yoksul grup olmuştu.

Tarımdaki yapısal değişim sonucu kente göç eden kesimler eğitim seviyelerinin düşük olması ve vasıfsız işgücü olmaları nedeniyle, düzenli bir gelirden mahrum kaldı ve topluma uyum sorunları yaşadı.

Tütün ve şeker pancarı üretimi azaltıldı.

Tütün ve şeker pancarı sektörlerinde piyasaların rekabetçi bir yapıya dönüştürülmesi ve piyasaların bu bağlamda düzenlenmesi ve denetlenmesi amacıyla gerekli düzenlemeler hayata geçirildi. Ayrıca, tarımda reform çalışmaları kapsamında şeker ve tütün gibi arz fazlası ürünlerden alternatif ürünlere geçiş sağlanarak üretiminin taleple uyumlu hale getirilmesine yönelik düzenlemeler yapıldı.

Tarım Reformu Projesi (ARIP) kapsamında yasal düzenlemeler.

* Tarım satış kooperatifleri ve birlikleri yeniden yapılandırılarak özerk hale getirildi.

* 2004'te YPK Kararı ile "Tarım Stratejisi 2006-2010" belgesi kabul edildi. Bu doğrultuda 2006 yılında çıkarılan 5488 sayılı Tarım Kanunu ile üreticiler için, üretim planlaması yapabilmelerini sağlayacak öngörülebilir ve istikrarlı bir ortam oluşturulması amaçlanıyor.

* Üretici ve üretim düzeyini risklere karşı korumak amacıyla 5363 sayılı Tarım Sigortaları Kanunu 2005 yılında çıkarıldı.

* Piyasaların oluşması ve risk yönetimine katkı sağlamayı amaçlayan Tarım Ürünlerinde Lisanslı Depoculuk Kanunu da 2005 yılında yürürlüğe girdi.

* Üreticilerin örgütlenmesinin geliştirilmesi amacıyla 5200 sayılı Tarımsal Üretici Birlikleri Kanunu 2004 yılında yürürlüğe girmiş olmasına rağmen, üreticilerin değişik amaçlara uygun şekillerde örgütlenmelerini destekleyici bir çerçeve oluşturulamadı.

* Uluslararası yükümlülükler, AB'ye üyelik süreci ve tarımsal yapıda hızlanan dönüşümün kırsal kesimde ortaya çıkardığı uyum sorunlarını çözmek ve kırsal kalkınma proje ve faaliyetlerine çerçeve oluşturmak üzere 2006 yılında Ulusal Kırsal Kalkınma Stratejisi hazırlanıp yürürlüğe kondu.

* 2005'te Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğünün (KHGM) kapatılması, arazi toplulaştırma, drenaj, toprak muhafaza, gölet, yeraltı suyu ve yerüstü suyu sulaması yatırımlarının yürütülmesi konusunda ilave önlemler alınması ihtiyacını ortaya çıkardı.

Sonuç olarak siyasi iktidarların 8. Plan döneminde tarıma yönelik uygulamalarını özetleyelim:

* Tarıma verilen girdi (kredi, gübre) destekleri ve taban fiyat uygulaması kaldırılarak dünyanın hiçbir ülkesinde tek başına bir destekleme politikası olarak uygulanmayan Doğrudan gelir Desteği Sistemine geçildi.

* Her türlü destekten yoksun bırakılan çiftçi topraklarını ekemez hale geldi.

* Tütün ve şeker pancarı ekim alanları ve üretimi azaltıldı.

* Tarım sektöründeki yıllık ortalama büyüme yüzde 1, 1'de kaldı; tarımın katma değer içindeki payı azalmaya devam etti.

* 8. Plan döneminde bir milyon 276 bin kişi tarımdan koptu.

* Kırsal alandaki yoksullaşma hızlandı.

* Tarımdaki yapısal değişim sonucu kente göç eden kesimler, topluma uyum sorunları yaşıyor.

Tarım sektörünün üretim ve katma değerdeki payı azalacak.

Gelelim 9. Planın önümüzdeki altı yılı kapsayan dönem için belirlediği tarıma dönük hedeflerine:

9. Kalkınma Planı döneminde, yıllık ortalama yüzde 7 büyüyecek Türkiye ekonomisinde, üretimin sektörel kompozisyonuna bakıldığında sanayi ve hizmetler sektörlerinin ön plana çıkacağı tahmin ediliyor. Ekonominin modernizasyonu ve yapısal reformlara paralel olarak, tarım sektörünün üretim ve katma değer içerisindeki payının azalmaya devam etmesi bekleniyor.

Üretim içindeki payı 1980-2000 döneminde ortalama yüzde 18 ve 2002-2005 döneminde ortalama yüzde 11, 2 oranında gerçekleşen tarım sektörünün, 2007-2013 döneminde yıllık ortalama yüzde 3, 6 büyümesi ve toplam üretim içindeki payının 2013 itibarıyla yüzde 7, 8 seviyesine gerilemesi öngörülüyor.

Üretimin sektörel kompozisyonundaki değişimin tarım sektörü aleyhinde gerçekleşmesi beklenirken, rekabet gücünü artırıcı ve yüksek katma değerli yapıya geçişi destekleyici politikalar sayesinde sanayi sektörü lehine gelişmeler öngörülüyor.

Tarım sektörünün istihdamdaki payı yüzde 19'a düşecek.

İşgücü piyasasında yaşanan yapısal dönüşümün 9. Plan döneminde de sürmesi ve 2006 yılında yüzde 28 olan tarımın toplam istihdam içerisindeki payının 2013 itibarıyla yüzde 18, 9 seviyesine gerilemesi öngörülüyor.

Tarım sektöründeki çözülme devam edecek.

Tarım sektöründeki çözülme ile bu sektörden gelen işgücünün tarım dışı sektörlere kazandırılması konusuna ağırlık verilecek.

Tarımdaki yapısal değişim sonucu kente göç eden vasıfsız ve yoksul insanların işsizlik riskini azaltmak için aktif istihdam politikaları geliştirilecek.

Şeker, tütün ve çay sektörleri özeleştirilecek.

Plan dönemi sonuna gelindiğinde özelleştirme işlemleri sonucunda kamunun şeker, tütün ve çay ürünlerinin işlenmesi ve toptan ticareti faaliyet alanlarından tamamen çekilmesi hedefleniyor.

TİGEM işletmeleri özel sektöre kullandırılacak.

TİGEM işletmeleri, özel sektör faaliyetlerinin bulunmadığı veya kısıtlı faaliyetlerde bulunduğu alanlara yönlendirilecek ve ihtiyaç fazlası işletmeler özel sektöre kullandırılacak.

Üretimi piyasa belirleyecek.

Üretimin talebe uygun olarak yönlendirilmesini sağlayacak politika araçları uygulanırken, ülkemizin AB'ye üyeliği sonrasında Birlik içinde rekabet edebilmesi için tarımsal yapıda gerekli dönüşüme öncelik verilecek.

Kısaca belirmek gerekirse 9. Plan döneminde de tarım sektöründeki çözülmenin devam edeceği; tarımın üretim, katma değer ve istidamdaki payının azalacağı; özelleştirme işlemlerinin süreceği; üretimin piyasa tarafından belirleneceği anlaşılıyor. Bu da tarımda IMF-DB patentli programın devam edeceği anlamına geliyor.

Sonuç: Kırdaki sorunlar kentlere taşınacak.

Tarımdaki temel sorunların çözümünü piyasalara bırakmak tarımsal yapıda kırdan kente göç şeklinde ortaya çıkan çözülmeyi daha da hızlandıracak. Böylelikle kırdaki sorunlar kentlere taşınacak ve kentlerde yaşanmakta olan yoksulluk, gecekondulaşma ve kayıt dışı istihdam sorunlarının boyutları daha da büyüyecek.

Çözüm;çokuluslu tarım-gıda şirketlerinin çıkarlarını esas alan, onların ihtiyaç ve yönelimlerine göre hazırlanan sözde reform programlarını terk edip, kendi insanımızın ihtiyaçlarına ve ülkemizin özgül -iklim ve toprak- koşullarına göre oluşturulacak üretim odaklı bir tarım programının hayata geçirilmesi.

Özel İhtisas komisyonu 54 Teknik ve Uzman madde ile topladı ancak çok bacağı eksik.

İşte o maddeler;

1. Dış Ticaret
2. Hizmet Ticaretinin Serbestleştirilmesi
3. Rekabet Hukuku ve Politikaları
4. Fikri Mülkiyet Hakları
5. Devlet Yardımları
6. Finansal Hizmetler (Mali Piyasalar, Finans Kurumları, Bankacılık, Sigortacılık)
7. Kamu Harcama ve Kontrol Sistemlerinin İyileştirilmesi, Kamu İhaleleri
8. Kamuda İyi Yönetişim
9. Vergi
10. İşgücü Piyasası
11. Sosyal Güvenlik
12. Gelir Dağılımı ve Yoksullukla Mücadele
13. Sanayi Politikaları (Girişimcilik, Yenilik, Teknoloji, Kalite ve Verimlilik dahil)
14. KOBİ
15. Bölgesel Gelişme
16. Kırsal Kalkınma
17. Yerleşme ve Şehirleşme
18. Bilgi ve İletişim Teknolojileri
19. Bilim ve Teknoloji
20. Adalet Hizmetleri ve Güvenlik
21. Enerji
22. Çevre
23. Gıda Güvenliği, Bitki ve Hayvan Sağlığı
24. Gıda Sanayii
25. Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi
26. Bitkisel Üretim
27. Hayvancılık
28. Ormancılık
29. Balıkçılık
30. Demiryolu Ulaşımı
31. Denizyolu Ulaşımı
32. Havayolu Ulaşımı
33. Karayolu Ulaşımı
34. Kent İçi Ulaşım
35. Otomotiv Sanayii
36. Havayolu, Denizyolu ve Demiryolu Taşıtları İmalat Sanayileri
37. Ana Metal Sanayi
38. Makine ve Metal Eşya Sanayi
39. Elektronik ve Elektrikli Makineler Sanayii
40. Savunma Sanayi
41. Madencilik
42. Tekstil, Deri ve Giyim Sanayii
43. İçki, Tütün ve Tütün Ürünleri Sanayii
44. Kimya Sanayii
45. İlaç Sanayii
46. Petrol ve Petrol Ürünleri Sanayii
47. Taş ve Toprağa Dayalı Sanayiler
48. Kültür
49. Turizm
50. Eğitim (Okul Öncesi, İlk ve Orta Öğretim)
51. Yükseköğretim
52. Sağlık
53. Kadın, Aile, Çocuk ve Gençlik
54. Teknik İşbirliği

Bir başka açmazda;

Strateji taslağında vizyon "İstikrar içinde büyüyen, gelirini daha adil paylaşan, küresel ölçekte rekabet gücüne sahip, bilgi toplumuna dönüşen ve AB'ye üyelik için uyum sürecini tamamlamış bir Türkiye" olarak özetleniyor. Bu vizyonu gerçekleştirmek için ise "Rekabet gücünün artırılması", "İstihdamın artırılması", "Beşeri gelişme ve sosyal dayanışmanın güçlendirilmesi" ve "Kamu hizmetlerinde kalite ve etkinliğin artırılması" başlıkları altında önümüzdeki 7 yılda yapılacaklar sıralanıyor.

Önümüzdeki 7 yıllık dönemde istihdam üzerindeki yüklerin kademeli olarak indirilmesi, girdi maliyetlerinin düşürülmesi ve yeni bir unsur olarak bölgesel asgari ücret olarak bilinen "farklılaştırılmış asgari ücret" uygulamasına olanak sağlanacağı yazıyor.

9. KALKINMA PLANI MADENCİLİK SEKTÖRÜNE İLİŞKİN TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASININ GÖRÜŞ VE ÖNERİLERİ

DÜNYADA MADENCİLİĞİN DURUMU

Dünyada madencilik birkaç on yıldan beri köklü bir değişimin içinde. Geçmişte Kanada, ABD ve Avustralya’da ağırlık taşıyan gelişmiş ülkelerin metal madenciliği; aynı ülkeler ve Almanya ve İngiltere’de yoğunlaşmış kömür madenciliği; Güney Afrika, Peru, Şili gibi ülkelerdeki emperyal madencilik; ve sosyalist ülkelerdeki ülke endüstrisini destekleyen madencilik modeli bugün alt üst olmuş durumda. Metal madenciliği hızla az gelişmiş ülkelere kaydırılıyor.

Bu ülkelerde kurulu çokuluslu şirketler arama ve işletme çalışmalarını artık Güney Amerika, Güneydoğu Asya, Afrika ve eski sosyalist ülkelerde yoğunlaştırdı, . Buralarda her türlü denetim ve koruma engelini kolayca aşıp doğal sermayeyi yıkarak yok ederek çalışıyorlar. Emperyal madencilik te, Güney Afrika’dan çekiliyor. Eski sosyalist ülkeler artık az gelişmiş ülke “muamelesi” görüyor. Maden işletmeleri tek tek özelleştirilip yabancı yatırımcılara satılıyor. Bazı ülkelerde milyonlarca kişinin geçim kaynağı olan el emeği madencilik zor yolu ile, sürgünlerle, bazen kıyım ile yok edilip yerine çağdaş teknoloji denilen dev makine parkı ile, en çok 7-8 yılda cevher yatağının kaymağını tüketip önemli bölümünü yerinde terk eden ve dev çukurlar ve dev atık yığınları ile baş edilemez çevre sorunları ile işletmeciler yerleşiyor.

Bunu özendirerek geliştiren uluslararası kurumlar da artık sorunun büyüklüğünü algılamaya, bu işletmelerin önce sürdürülebilir kalkınma anlayışına uymasını; sonra, uluslararasılaştırılacak çevre yasa ve kurallarına uymasını; çevre halkı ve sivil toplumla işbirliği gibi konuları savunmaya başladı.

Kısacası, dünya madenciliği küresel kapitalizmin yaban, denetlenemez, talancı alışkanlıkları yüzünden yalnızca toplumsal prestij kaybına uğramadı; artık, savunulamaz ve sürdürülemez bir yola girdi, çıkmazda. Dünyada bu sektörün beslendiği borsalarda artık yeni kaynaklar üretmekte önemli güçlükler yaşanıyor. Kredi kuruluşları eleştiri ve tepkilerin karşısında kredi ve desteklerini geri çekmek zorunda kalıyor ve bu eğilim yaygınlaşıyor. Maloluşlar ne denli indirilse de, satış fiyatlarının yüzyıllık düşüşü de sürüyor. Büyüme ve toplulaşma bir türlü gerçekleştirilemiyor. Birleşmeler de buna yetmiyor

Madencilik sektörü öteki endüstriler arasında en düşük kârlılıklı sektörlerden biri. Yani, dünya madenciliği bugünkü tarzı ile sürdürülemez duruma gelmeküzere. Bu alanda kökten değişimler yaşanmasının arifesindeyiz.
9. kalkınma planı madencilik özel ihtisas komisyonu bunu görmek, gelişmeleri öngörmek ve ilke ve önlemlerini doğru saptamak zorunda.

ÜLKEMİZDE DURUM

Ülkemiz doğal kaynaklar açısından önemsenir bir potansiyel taşımaktadır. Ancak ülke ekonomisinde madenciliğin önemli bir yeri olduğunu maalesef söyleyemiyoruz. Türkiye, üretilen madensel kaynak çeşitliliği açısından, 152 ülke arasında, 29 maden türünde yapılan üretim baz alındığında, 10. sırada yer alır; ancak üretici ülkelerin dünya pazarı içi payları sıralamasında ‰ 16 oranı ile 52. sıradadır. 50 dolayında madensel kaynak üretimi yapılmakta ve bu üretimin yarattığı katma değer niceliği 2-2.5 milyar dolara ulaşmaktadır. Bunun GSMH içindeki payı ise %1.3 dolayındadır.

Madencilik ve madene dayalı sanayi birlikte düşünüldüğünde oluşan katma değerin GSMH içindeki payı %12’yi bulmaktadır. Bu da bu alanda 22 milyar dolarlık bir değer yaratıldığı anlamına gelmektedir.

1996 yılında yapılan İkinci Madencilik şurasında belirlenmiş maden kaynaklarımızın değerinin 2 trilyon dolar olduğu, bu bağlamda yılda 8-12 milyar dolarlık üretim yapılabileceği ve 4-6 milyar dolarlık bir ihracatın gerçekleştirilebileceği ifade edilmiştir. Oysa uygulamada 2-2.5 milyar dolarlık bir üretim, 1.2 milyar dolarlık bir dışsatım gerçekleşebilmektedir.

Ülkemizin jeolojik özellikleri küçük-orta rezervli, çok çeşitli maden yataklarının oluşumuna olanak tanımaktadır. Ancak Bor ve Trona’da dünyanın en büyük ve ikinci rezervlerine sahip olduğumuz biliniyor. Diger yandan mermer, zeolit, pomza, sölestin ve toryum gibi madenlerimizin önemli rezervler oluşturduğunu söyleyebiliriz. Hemen belirtmek gerekir ki yukarıda sunlan rakamlar sadece belirlenmiş kaynaklara ilişkindir. Söz gelimi dünyada en büyük rezerve sahip olduğumuz bor madenlerimize ilişkin bilgi, Eti maden işletmelerine ait 18 000 km2’lik ruhsat sahasının ancak %20’sinde yapılan aramaların sonucunu ifade etmektedir. 1980 den bu yana aramalara yeterince önem verilmemesi nedeniyle maden potansiyelimizin bilinenden çok daha fazla olduğu söylenebilir.

Diğer yandan saptanmış maden kaynaklarımızdan bazıları gerekli teknoloji ve sağlanamadığı için atıl kalmış ya da yeterince değerlendirilememiştir. Malatya-Hasançelebi, Bingöl-Avnik demir yatakları, Mazıdağ fosfat yatağı vd. bunun örneklerindendir.

Madenciliğin yüksek katma değer yaratan, emek yoğun bir sektör olması, ülke sanayinin gelişimine ve işsizlik sorununun çözümüne önemli katkılar sağlayacak bir potansiyel ortaya koymaktadır. Diğer yandan madenlerin “yenilenemez” kaynaklar olması bu varlığın en verimli şekilde değerlendirilmesini zorunlu kılmaktadır.

SEKTÖRÜN SORUNLARI VE MADENCİLİK POLİTİKALARIMIZ

Ülkemizin ulusal sanayi politikası ve ulusal enerji politikası olmadığı için ulusal bir madencilik politikasından bahsetmemiz oldukça zor. Sorunun tek başına“madenciliğin gelişmesi”olarak ortaya konması, bu çerçevede eksikli bir yaklaşım. Konunun “ülkenin gelişmesinde madenciliğin katkılarının artırılması” şeklinde bütünlüklü bir perspektifle ele alınması gerekmektedir.

Bu anlamda ülke sanayinin gereksindiği maden kaynaklarının geliştirilmesine öncelik verilmesi madencilik stratejisinin temeli olmalıdır. Her şeyden önce maden arama politikaları bu temel üzerinde yükseltilmelidir. Madencilik arama, işletme ve zenginleştirme süreçleri AR-GE yatırımlarıyla desteklenmelidir. Devletin birikimli ve donanımlı kurumlarıyla AR-GE alanında yönlendirici ve destekleyici olması zorunludur. Bu yaklaşım madenlerin hammadde olarak ucuza ihracı yerine, yüksek katma değer ve istihdam yaratan rafine ve uç ürüne dönüştürülmesini gerekli kılar. Örneğin bor madenlerimizin ileri ve uç ürüne dönüştürülmesine yönelik olarak yapılacak yatırımla şimdilerde 200-250 milyon dolar civarında olan bor ürünleri dış satımının kısa vadede 500 milyon, orta vadede 1 milyar dolara ulaşabileceği hesaplanıyor.

MADENCİLİĞİN GELİŞTİRİLMESİNİN VE STRATEJİNİN AMAÇLARI NE OLMALI?

Bir ülkede madenciliğin geliştirilmesinin amacı bu yolla “ülkenin doğal sermayesini işleyip bunu ekonomik, toplumsal ve insani sermayeye çevirmek; kalkınmayı bu tarzda gerçekleştirmek; ve daha adil ve üst düzeyde bir gelir dağılımı”nı sağlamak olmalıdır. Madencilik her yerde bu amaçla mı geliştirilmektedir? Hayır. Bugün dünyanın pek çok geri kalmış ülkesi dış borç ödemek ve çıkarılan yer altı kaynaklarının dış satımı yoluyla elde edilecek gelirle yoksulluğu gidermek için madenciliğe umut bağlamaktadır. Dünya Bankası uzmanları da yıllarca yer altı zenginliklerinin işletilmesi yolu ile yoksulluğun ve gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesini amaçlamışlardı ve ilgili ülkeleri destekler ve kredilendirirken, onlara yapısal dönüşüm programları önerir (ve dayatırken) bu amaca ulaşılmasını gerekçe göstermişti.

Kalkınıyor gibi görünen bir çok ülkede de, doğal sermayenin (tükenir nitelikli yeraltı kaynakları ve çevrenin) tükenişini de göz önüne alarak yapılan hesaplamalar gerçek tasarruf oranının (genuine domestic saving) eksi ve sonucun iç karartıcı olduğu görüldü.

Bu gerçekler göz önüne alınınca, tükenebilir yer altı zenginliklerinin işletilmesinde, bu doğal sermayeyi tüketirken, bunu geçici sorunların çözümü yolunda tüketmek (gündelik dildeki deyişle “sermayeden yemek”) yerine, bunu ülkenin ekonomik sermayesine dönüştürmenin, toplumsal ve insani sermayesini geliştirmekte kullanmayı esas almak ÖİK nın asıl amaç olmalıdır.

MADENCİLİĞİN ÜLKEMİZİN EKONOMİK VE TOPLUMSAL YAŞAMINDAKİ YERİ

Madencilik Anadolu’da antik dönemden bu yana değişen önemde yer almış bir ekonomik etkinlik. Daha taş devri dünyasında Anadolu’da çıkarılmış obsidyenlerin ticaretinin bütün Akdeniz kıyılarında yapıldığını biliyoruz, artık. Uygarlığın ilk ışıltıları ile Mezopotamya’da Anadolu ağırlıklı metal madenciliğinin geliştiğini de. Sonraki dönemlerde demir, bakır, kalay, altın-gümüş, vb metallerin madenciliğinin süregeldiğini, bunlara dayalı kentler geliştiğini, zanaatkarlık, el sanatçılığı, metal işlemenin önemli bir yaşam alanı oluşturduğu da bildiğimiz bir gerçek. 19 Yüzyıl başından sonra gelişen Avrupa kapitalizminin sömürgecilik ve emperyalizm aşamalarında da Anadolu’nun nasıl bir ilgi ve girişim odağı olduğu, acı sonuçları ile belleğimizde.

Cumhuriyet Türkiye’si, madenciliğin Anadolu’daki altın dönemi. Bütün dünya azgelişmiş ülkelerine örnek olması gereken (bizim, şimdi yaşayan yurttaşlarımızın da hiç unutmaması gereken) atılımlar yaşanmış, bu dönemde. Örnek ve güçlü kamu kurumları kurulmuş. Yatırımlar ve yatırım kompleksleri kurulmuş. Ülke önemli bir madencilik sektörüne sahip olmuş. Yetmişli yılların ortalarına kadar süren bu dönem, daha sonra küreselleşen kapitalizmin önce ideolojik ve sonra finansal saldırısı ile yok edilmeye çalışılıyor.

Ülke madenciliği baltalanıyor. Önce dışa açılma ve liberalleştirme baskısı ile maden ürünleri dışalımı çekici kılındı. Sayısız işletme kapandı. Sonra, kamu madencilik kurum ve kuruluşları siyasal güdülerle işlemez duruma getirildi, eylemsizleştirildi. Arkasından küreselleşme kurumlarının baskısı altında özelleştirme söylemleri baskınlaştırıldı; yatırımlar kesildi; işletmelerin verimsizleşmesine ve yenilenememesine göz yumuldu; varolan kuruluşlar parçalandı; kimi kapatıldı; kimi satıldı.

Madencilik alanındaki istihdam hızla azaldı. Dışsatıma yönelik maden işletmeciliği ağırlık kazandıkça, madencilik çalışmalarının ülke ekonomisine katma değeri hızla düştü. Madencilik sektörünün kullandığı makine, donanım ve gereç üretimi özendirilmedi ve bu alandaki hemen her girişim dışalım kaynağı oldu.

Madencilikle birlikte doğal sermayenin korunmasına yönelik önlemler alınmadığı, bırakın önlem alınmasını bu konuda bir bilinç geliştirilmediği ve giderek bu yöndeki istekler kınandığı için de doğal sermayede gözle görülür bir tükenme süreci yaşanmaya başladı. Eski Balya kurşun işletmesinin asitli suları göz oyacak renklerle akmayı sürdürüyor. Artvin’de asit maden drenajı ve yağmur suyunu asite dönüştüren atıkların salınması sürdüğü için yöredeki orman varlıkları hızla tükeniyor. Aynı nedenle linyite dayalı elektrik santralarının çoğunun çevresinde, hele Yatağan ve Muğla çevresinde orman varlıkları hızla tükeniyor. Kütahya Gümüşköy işletmesinin yakınındaki Dulkadirli Köyü halkının yarısı kanserden öldü, yarısı da kaçarak köyü terk etti. Kütahya, Balıkesir çevresindeki akarsular önemli ölçüde kirletildi. Bilinmeyen başka hangi örneklerin olduğunu düşünmek bile ürkütücü.

ÜLKEMİZDE MADENCİLİK SEKTÖRÜNÜN YAPISAL ÖZELLİKLERİ

Öncelikle ülkemiz madencilik sektörüne yönelik odamızın durum tespiti aşağıdaki gibidir;
·Ülkemiz bir maden (yer altı doğal kaynakları) çeşitliliğine sahip,
·Bazı madenler açısından önemli rezervlere sahibiz,
·Birkaç on yıldan bu yana, altın dışında maden araması yapılmıyor,
·MTA’nın arama çalışmaları tavsatılmış durumda,
·Madencilik sektöründeki özelleştirme uygulamaları başarısız olmuştur,
·Özelleştirmeler başladıktan sonra kamu kesiminde arama ve yatırımlar durmuştur,
·Teknoloji yatırımı yapılmamaktadır,
·Maden işletmelerimiz daha çok hammadde dışsatımına yöneliktir,
·Maden dışsatımımız, değer olarak dış alımımızı karşılayamıyor,
·Dışsatıma konu madenlerde uluslar arası pazar koşullarını etkileyemiyoruz,
·Madencilik sektöründe doğru ve etkili özendirme önlemleri alınamadığından yerli üretim, dışalım ile yarışamıyor,
·Ülkemiz madenciliğinde iş güvenlik ve işçi sağlığı konularına özen gösterilmiyor,
·Madencilik işletmelerinin yakın yöre halkının ekonomik ve toplumsal gelişimine yönelik katkılarına önem verilmiyor,
·Madencilik çalışmaları, ülkenin tüm varlıklarına etkileri açısından bir yarar/zarar değerlendirme süzgecinden geçirilmeden, çevresel etkileri önemsenmeden, yalnızca işletmecinin çıkar ölçütlerine göre sürdürülmeye çalışılıyor,
·Ülkemizde madencilik ağırlıklı olarak devlet kurum ve kuruluşları tarafından yapılmakta, maden arama faaliyetleri Maden Tetkik ve Arama Genel Müdürlüğü tarafından yapılmakta ancak, Maden Tetkik Arama Genel Müdürlüğünün de son 20 yıldan bu yana arama faaliyetlerinden yavaş yavaş çekildiği görülmekte,
·Üretim konusunda da Türkiye’de madencilik kamu ağırlıklı olarak yapılmaktadır,
-Özelleştirme çalışmalarına başlanması sonrası kamudaki yatırımlar yavaşlamıştır,
-Ülkemizdeki en büyük cevher hazırlama tesisleri kamu kuruluşlarının elindedir.

MADEN ARAMACILIĞI
Kamu Kesimi

Ülkemizde kamu eli ile kurulan ve yaşatılan maden çıkarma ve işletme tesislerini bir anımsamak bile, kamu kuruluşlarının olmaması durumunda Cumhuriyet Türkiye’sinde madenciliğin olmamış olacağını göstermeye yeter :

Kömürde Zonguldak ve linyit sahalarının bütününe yakını, bakırda KBİ, alüminyumda Seydişehir, demir çelik işletmeleri, ferrokrom tesisleri, bor sektörünün bütünü, vb. Bunların özel girişimcilik eli ile gerçekleşebileceğinin düşü bile kurulamazdı. Daha doğrusu, borda, manyezitte, kromda ve başka bir çok doğal kaynakta olduğu gibi işlenmeden doğrudan dışsatımı olanaklı ve dış pazarlarca istenen bir kaynak için küçük yerli özel girişimciler ya da yabancı sermaye eli ile yapılan işletmelerin dışında bir madencilik sektörüne sahip olamazdı bugün ülkemiz, eğer kamu yatırımları olmasa idi. Kamu işletmelerinin sorunları ayrıca ele alınmak üzere, Türkiye madencilik sektörünün kamu ağırlıklı olmasını gerekli ve zorunlu kabul etmek ve bundan da geleceğe yönelik dersler çıkarmak gerek. Tersi bir yaklaşım, bizi içinde bulunduğumuz süreçte olduğu gibi Türkiye madenciliğinin yıkımına götürebilir.

Kaldı ki, küreselleşme söylemlerinin baskınlaşması ve özelleştirme kampanyalarının başlaması ile kamu kuruluşlarında yeni ve yenileme yatırımları durdurulduğundan beri madenciliğin toplam yatırımlar içindeki payı da hızla düşmeye başladı. Toplam sabit sermaye yatırımları içinde madenciliğe yapılanların payı 1985’te %8, 17 iken, bu oran 1999’da %0, 99’a düştü.

GSMH içindeki madencilik sektörünün payı da buna koşut olarak düşmüş : 1986’da %2, 11’den 1999’da %1, 48’e.

Madencilik başlığı altında toplanabilecek ekonomik etkinlikler ister istemez bir takım alt kesimlere ayrılarak irdelenmek zorunda.

ENERJİ HAMMADDELERİ

Enerji hammaddeleri, öncelikle madencilik çalışmaları ile gün yüzüne çıkarılabilen taşkömürü, linyit, asfaltit, bitümlü şist, vö. gerek kaynak büyüklüğü, gerek kalite dağılımı, gerek ülke gereksinimine yeterliliği ve gerekse dünya pazarlarındaki talebe esnekliği gibi nedenlerden ötürü dışsatıma pek elverişli değil. Bu yüzden bir dışsatım baskısı oluşmamış; ve dışsatıma yönelik doğrudan ya da yabancıların aracısı özel kesim yatırımlarına konu olmamış. Bu koşullarda, bu tür doğal kaynakların işletilmesi yönünde yakın gelecekte de yeni yatırımların ancak kamu eli ile yapılabileceğinin göz ardı edilmemesi gerekir. Ancak, bu işletmelerin uluslar arası üreticiler için önemli bir makine, donanım ve malzeme pazarı olarak ilgi çektiğide bilinen bir gerçekliktir. Kömür sektörünün bu gerçeği sektöre teknoloji yatırımı ile çözümlenebilecektir.

Kömürde özel girişimciliğin örnekleri de var; ama, oldukça sınırlı. Büyük kentlerin, özellikle de İstanbul’un yakınlarındaki yataklarda ısıtma amaçlı pazarlara kömür sağlayan işletmeler sorunsuz olmasa da, bu konudaki ender örnekleri oluşturuyor. Bu işletmelerden de madencilik sektörüne kalıcı ve geliştirici katkılar geldiğini söyleyebilmek zor.

Şimdilerde, kamu kömür işletmelerinde belli işlevlerin (örneğin dekupaj, ocak işletmeciliği, bakım-onarım, vö) dönemsel olarak özel yüklenicilere aktarılmasına başlandı. Bu uygulamaların, ülke içinde özel kesimin madencilik işletmelerinde deneyim ve donanım birikiminin sağlaması bakımından da, yabancı yatırımcıların bu alana girmesini sağlaması bakımından işler bir yol olabileceği görülüyor. Bazı kömür havzalarının Yap-İşlet-Devret yolu ile yerli-yabancı madencilik girişimlerine aktarılması da umut bağlanabilecek; ancak, ayrıntıları üzerinde titizlikle çalışılması gereken bir model olarak gündeme giriyor.

Kısacası, bugüne değin kamu kurumlarınca sürdürülen enerji hammaddeleri madenciliği, kamu mülkiyeti takıntısına saplanmadan yürütülebilecek modellerle; ancak, kamu kurumlarının yeniden yapılandırılması konusundaki tartışmaları göz ardı etmeden gelişebilecek bir sektör olarak ele almak gerekli.

METALİK MADENLER

Metal madenciliğinde kamu kurum ve kuruluşlarının konumu bu denli açık değil. Alüminyum’u, Seydişehir özelinden ayrı tartışmak güç. Bunun, kamu mülkiyeti-özelleştirme tartışmasının dışında, kendine özgü bir alt sektör olarak ele alınıp ülke ekonomisinin içindeki etkileşimleri ile sürdürülebilirliği sağlanmalıdır. Geçtiğmiz aylarda özelleştirilen Seydişehir, geçmişteki olumlu deneyimler ışığında ele alınarak teknolojik sorunları giderilmelidir.

Krom’un dünya pazarlarındaki fiyat dalgalanmalarının etkisi altında yaşadığı güçlüklerden söz edip tüvenan olarak dışsatımının ağırlığını gidermenin yollarını araştırmanın önemi açıktır. Bunun yanında ülkemizdeki ferrokrom tesislerinin azlığı ve hep kamu yatırımı olduğu; yerli ve yabancı sermayenin böylesi bir alana girmeye niyetli olmadığı da blinen bir gerçekliktir.

Demir yataklarında madencilik konusunda kamu kurumları kadar bazı özel yatırımcıların da on yıllardır işletmecilik yaptığı bir gerçek. Bir başka gerçek te, ülkenin demir çelik sektörünün ithal cevher ve hurda bağımlısı kılınması ve yeni yataklara arama yatırımlarının yapılmamakta oluşudur. Kamu yatırımının girmediği çinko, kalay, mangan vb alanlarda özel kesimin ne yapabildiği ya da yabancı sermayenin neden olmadığı, üzerinde düşünülmesi gereken önemli bir konu olarak karşımızda durmaktadır.

ENDÜSTRİYEL HAMMADDELER

Endüstriyel Hammaddeler konusunda kamu yatırımlarının ağırlık taşımadığı çok açık. Bir iki küçük tuz işletmesi ve bor yatakları dışında bu alanda kamunun varlığı bile söz konusu değil. Ama, kamu yatırımları olmasa da bazı endüstriyel hammaddeler konusunda büyüklü küçüklü işletmelerin varlığı dikkati çekiyor. Manyezit, perlit ve pomza ile başlayan ve şimdi mermercilik, trona, kalsit, vb hammaddeler alanındaki bu çalışmalar hep dışsatım güdümünde hızla gelişiyor. Bunların arasında ikincil ürünlerin elde edilmesine yönelik bir endüstrinin kurulması çabaları çok zayıf. Bu yönü ile kömür ve metal madenciliğindeki kamu kurumlarının varlığı ile tam bir karşıtlık oluşturuyor.

Endüstriyel Hammaddeler alanında bir başka işletme kategorisi de ülke içinde gelişen endüstrinin gereksindiği hammaddenin üretimi için yaşanan gelişmeler. Bu alandaki en tipik örnekler önce çimento hammaddeleri, sonra seramik hammaddeleri, yaygın olarak agrega ve yapı taşı, cam hammaddeleri, vb işletmeciliği. Bunun yüksek katma değer eldesine katkısı, 9. kalkınma planı için yol gösterici olması gereken örnekler olarak ele alınmalıdır.

Belli ki, kamu kurum ve kuruluşları ülke madenciliği içinde gerektiği yerde varlar; olmamış olmaları durumunda ülkemiz bugünkü kadar bile gelişememiş kalacaktı; görünür bir gelecekte buna bir seçenek te yok; özelleştirmelerin tartışılmaz ve ayrıcasız bir zorunluluk olarak görülüp uygulanması durumunda ülkemiz madenciliğinin önemli bazı alanlarında ise, tam bir yıkım yaşanacak.

Bu nedenle, 9. kalkınma planı özel ihtisas komisyonunda kamu kurum ve kuruluşlarını da önyargısız olarak var saymak gerekli.

Özel Kesim

Ülkemiz madenciliğinde yerli özel yatırımcıları da birkaç ayrı kategoride ele almak gerekli.

Her şeyden önce yukarıda da biraz örneklendiği gibi madenciliği hammadde dışsatımcılığının bir ön aşaması olarak gören bir özel girişimci kesimi var. Bunlar, genellikle el yordamıyla dış pazarlar bularak çıkardıkları hammaddeleri dışarı satıp madencilik dışında kullanacakları birikimlere özeniyor ve başarabilenler bunu sağlıyor. Bu alanda ne kullanılan teknoloji geliştirilebiliyor; ne yatırımlar geliştirilip çıkarılan hammaddelerin ülke içinde işlenip ikinci, üçüncü ürünler üretilmesi yoluna gidiliyor; ne de arama çalışmalarına ilgi duyuluyor. Bu işletmelerde cevher ya da hammadde yataklarının hangi koşullarda, ne etkinlikle ve kaynağın ve çevrenin korunmasına yönelik ne denli özen gösterilerek çalışıldığı konusunda iç açıcı bir durum yok.

Ya da, yabancı dışalımcıların ülke içinde başka alanlarda iş ilişkileri içinde oldukları girişimciler, kimi zaman ruhsat ve işletmeleri devir alarak kendileri bir işletme kurup; kimi zaman da çıkarılmış cevher ya da hammaddeleri toplayarak çalışıyor. Her iki durumda da çıkarılan cevher ya da hammadde ülke içinde işlenmeden, kayda değer bir katma değer elde edilemeden yurt dışına satılıyor. Elde edilen gelir sektör dışında kalıyor. Bu ekonomik etkinlik biçiminin kendi iç mantığı ne maden ve hammadde yataklarının ve ne çevre koşullarının korunmasında; ne arama çalışmalarını olumlu etkileyip yeni yatakların ortaya çıkarılmasında; ve ne de madencilik sektöründe kullanılagelen teknolojinin ve sosyal sermayenin geliştirilmesinde olumlu bir katkı yaratamıyor.

Bir de, ya ülke içinde değişik alanlarda endüstri kuruluşlarına sahip şirket topluluklarının yapılarında madenciliğe de yer vermesi, ya da kısıtlı ölçüde de olsa madencilikten elde edilen gelirin bu sektöre yatırıldığı bazı özel yatırımcıların oluşturduğu bir öbek var. Bunlar, yakın zamana değin az sayıda şirket ya da şirketler grubunun fazla çeşitlenmeden yürüttükleri çalışmalardan oluşuyordu. Şimdilerde ise bunların hem teknoloji parkları büyüdü ve çağdaşlaştı; hem uluslar arası ilişkileri gelişti. Böylece, görünür geleceğin ülke madenciliğinde söz sahibi olacak özel yatırımcıları da belirmeye başladı. özel ihtisas komisyonunun bu gerçeği de göz önüne alması önem taşıyor.

MADENCİLİK SEKTÖRÜNDE YABANCI SERMAYE

Üzerinde durulması gereken bir başka girişim öbeği olarak, ülkemize madencilik işletmeleri için sınırlı ölçüde gelen yabancı sermaye de var. Bunlar, hemen hemen kesinlikle, yalnızca son on yılda ilgi göstermeye başladı ülkemiz madenciliğine. 1980’den bu yana ülkemizde çoğu mermercilik için olmak üzere madenciliğe yatırım yapmak üzere izin alan 85 yabancı sermaye kuruluşu toplam 275 milyon dolar getirmeye söz vermiş. Bu miktar, ülkemize yönelen toplam yabancı yatırımın yalnızca %0, 9’udur. Bir çeşitlilik peşinde değiller.

Öncelikle mermercilik ve altın işletmeciliğine istekliler. Çok az sayıda bakır işletme tasarısı ve yakın zamanda dillendirilen bir de çinko sahası var ilgi alanlarında. Bunların hiç biri ülke içinde metal işleme endüstrisi kurma düşüncesine sahip değil. Mermer dışında endüstriyel hammaddeler alanına pek ilgi gösterdiklerine tanık olunmadı. Hepsi, çokuluslu şirketler. Güçlü bir sermaye yapıları var. Bu nedenle arama ve geliştirmeyi hızlı yapabiliyorlar. Yine de, arama çalışmalarında daha önce MTA tarafından üretilmiş zengin bilgi dağarcığını kullanıyorlar. Hırslı bir politika izliyor, medyayı, kamu oyunu, kamu görevlilerini kendilerinden yana etkilemek için her yolu deniyorlar. Bu yalnız ülkemize özgü değil. Dünya Bankası ve öteki kuruluşların çabalarıyla az gelişmiş ülkelere dayatılan hammadde deposu olma rolü bütün dünyada benzer baskılarla sonuçlanıyor. Her yerde o ülke madenciliğinin yıkımı ve yerine çok uluslu madencilik şirketlerinin kapkaç işletmeciliğinin konması deneniyor. Bizce ulusal madencilik politikasının oluşamamasının en önemli kaynağı bu uluslararası tekellerin siyasal düzlemdeki güçlü etkileridir.

9. kalkınma planı, özel ihtisas komisyonunun, “el emeği madenciliği”, kazma-kürek madenciliği ya da uluslararası terimi ile “artizanal” madencilik üzerinde de durmasının önemli olduğunu düşünüyoruz. Bazı ülkelerde önemli niceliklere erişen bu tür, emeğe dayalı madencilik ülkemizde pek yaygın değil. Yine de, bazı örnekleri var. Örneğin, lületaşı madenciliği, Şırnak’ta asfaltit madenciliği, Zonguldak’ta kaçak küçük taşkömürü işletmeleri, dağınık ve çok sayıda örnekle görünen agrega ya da taş işletmeleri, paket taşı işletmeleri hep bu düzeydeki madenciliğin örnekleri. Ek istihdam sağlayan bir üretim alanı olduğunu düşünüyoruz. Bu sektörün geliştirilmesine yönelik çalışmalar yapılmalıdır.

MADENCİLİĞİN SEKTÖRÜNE BAKIŞTAKİ YANILSAMALAR

Ülkemizde madenciliğe bir ekonomik ve toplumsal etkinlik alanı olarak genellikle gerçekçi olmayan ve çarpıtılmış bir bakış açısı egemen. Bu konuda en göze batan eğilim büyük maden yataklarına sahip olduğumuz ve bunları işletirsek ülke olarak kurtulacağımız, topluca esenliğe kavuşacağımız düşüncesinin yaygınlığı. Dünyada en zengin yataklarına sahip olduğumuz bor kaynaklarının işletilmesinin engellendiği, bu alandaki engeller aşılırsa borçlarımızı kolayca temizleyebileceğimize öyle derin bir inanç var ki, örneğin, dünyadaki tüm bor pazarının 1, 3 milyar dolayında olduğunu ve bunun tümünü ele geçirsek bile nasıl kurtulamayacağımızı göremiyoruz. Birileri çıkıp altın zengini olduğumuzu söyleyince tanıtlanmış altın cevheri rezervimizin birkaç yüz ton olduğunu göz ardı edip modelleme çalışması ile ortaya atılan kaynak, potansiyel, rezerv gibi kavramların ayırdına varamadan 6500 tonluk altın rezervini!! benimseyiveriyoruz. Bunu hep yapıyoruz da, sayısız bilimsel araştırma ile ortaya konduğu gibi neden doğal kaynaklarını üretip ham olarak dışarı satan ülkelerin hiç iflah olamadıklarını, kalkınma hızları eksi değerlerde, kurumsal sermayeleri gelişmemiş, demokratik kurumlarını olgunlaştıramamış, çoğu iç savaştan zarar görür durumda olduklarını sorgulamıyoruz. Bu alışkanlık yüzünden madencilik sektörünün gücü ve sorunlarını gerçekçi biçimde tartışma olanağı bulamıyoruz.

Bir başka çarpık bakış ta, sektörün içinden geliyor : madenciliğin önündeki tüm engeller temizlenmelidir, yaklaşımı. Bu yaklaşım 5 haziran 2004 de yasalaşan 5177 ile değişik 3213 sayılı maden yasasında gözlenmşti. Ülkenin ormanları, su kaynakları, sit alanları, meraları, tarımsal alanları, tarihsel mirası, zeytinlikleri, kıyıları, vb ne tür doğal sermayesi varsa, buralarda madencilik yapılmasının önündeki tüm engellerin kaldırılması gerektiği yoğun bir şekilde gündeme getirilmişti. Bu yaklaşım sektörün sorununu çözmeyeceği gibi, madencilik çalışmalarını yalnızca tüm doğal kaynakları tüketmeyle eşdeğer tutan bir anlayışı da içermektedir.

Toplumsal psikolojide yaygın olan bir başka anlayış ta, madenciliğin kirletici ve yıkıcı bir etkinlik olduğu. Gerçi, böyle düşünülmesine neden olan sayısız örnek var. Ama, artık dünyada işletme sırası ve sonrasında çevre koruyucu, işletme sonrasında doğayı yeniden düzenleyici, yöre halkı ile ilişkileri geliştirici zengin bir deneyim kazanıldı, kurallar belirlendi, teknolojiler geliştirildi. Gelişmiş ve doğasına ve halkına özenli ülkelerde bu uygulamalar madenciliğin önemli bir öğesi, artık. Madencilik ile ilgili her türlü düzenlemede bu yolda kayıtlar konuyor. Özel ihtisas komisyonu bu gerçeği göz ardı etmemelidir.

Madenciliğimizin çok dikkat çekici bir özelliği halkın içinde, küçük ve orta ölçekli girişimciler düzeyinde bunun bir definecilik heyecanının ötesinde algılanamayışı. Değerli bir yatak bulup hızla köşeyi dönmenin dışında bir girişimcilik anlayışı, arama-bulma-geliştirme heyecanının peşinde gitmek, ülke kalkınması uğruna bir şeyler yapabilme güdüsü, istihdam yaratma yolu ile toplumsal prestij elde etme eğilimi, vb güdüler etkin değil. Bunun yaygınlaştırılmasında dünyada en çok jeoloji mühendisi ve maden mühendisi oranına sahip ülkelerden biri olan ülkemizde meslek sahibi yurttaşlara önemli görevler düşüyor. Özel ihtisas komisyonu bu konudaki bilincin geliştirilmesi yönünde hedefler koymak, çözümler önermek durumunda.

Öte yandan, madenciliğin hemen her durumda kentsel alanların dışında, kırsal yörede yapılmak durumunda oluşu nedeni ile yatırımların, alt yapının ve sonuçta kalkınmanın ülke yüzeyine yayılması açısından önemli bir gizili var. Bu yanı ile, tek tek işletmelerin kârlılıklarını tartışmanın yanında, toplumsal kalkınmada ve kalkınmanın yaygınlaştırılmasında da önemli bir araç olarak ele alınması gerekir.
Bu yanı ile siyasal karar vericiler için de önemli bir prestij kaynağı niteliği taşımaktadır. Madenciliğin gittiği yerlere başka herhangi bir yatırımı götürmek çoğu yerde güçtür. Özel ihtisas komisyonu’nun bunu ölçeklendirebilecek kural ve kurumların oluşturulması yönünde de önlemler önermesi gerekir.

Yine, madenciliğin kendi başına toplumsal gelişmenin ve kalkınmanın motoru olmadığı, geçmişte kalkınmış ve gelişmiş ülkelerin gelişmişliğinde madenciliğin hiç te başat bir rolü olmadığı da yapılan araştırmalarla ortaya çıkarılmış durumda.

Buna karşılık, madenciliğin ülke kalkınmasında, endüstrinin gelişmesinde, gönencin yaygınlaştırılmasında, az gelişmiş yöreleri kalkındırmada tüm öteki ekonomik ve toplumsal çabaların yanında önemli ve ötekilerden ayrılamaz bir yeri olduğu da bir gerçek. Böyle ise hazırlanacak bir stratejinin “madenciliği geliştirmek” değil; “ülkenin gelişmesine madenciliğin katkılarını arttırmak” konusunu işlemesi ve bunun hedef ve araçlarını belirlemesi gerekir.

9. kalkınma planı ancak bu yaklaşımla, her şeye karşın madencilik, madenciler için madencilik diyen anlayışa karşı korunabilir ve ulusal çıkarımızın başat olduğu bir nitelik kazanabilir.

ÜLKE GELİŞMESİNE MADENCİLİĞİN KATKISININ GELİŞTİRİLMESİ ÇABALARININ HEDEFLERİ NELER OLMALI?

Madenciliği ülkenin gelişmesinde katkı sağlayacak şekilde kullanmak için temel nitelikli hedeflerin vurgulanması, ikincil sayılabilecek hedeflerin öne çıkarılmaması gerekir.

Bunların başına ülkenin doğal sermayesinin, yer altı zenginliklerinin ve doğal çevrenin talandan ve yıkımdan korunması hedefi gelmelidir.

Yer altı zenginlikleri yenilenemez kaynaklardır. Bunlar bulunup işletildiklerinde tükenecek şekilde sınırlı kaynaklardır. Bu yüzden, geçmişten bugüne, sürekli olarak geleceğe yönelik kestirimler yapılmış ve belli doğal kaynakların ne kadar süre sonra tükeneceği öngörülmeye çalışılmıştır.

Kuşkusuz, işletme ve tüketme sürecinin yanında yeni yatakların aranma ve geliştirilmesi de sürmektedir. Bu yolla sürekli olarak yeni yataklar bulunup geliştirilmekte ve bu çalışmaların başarısına göre ömürleri, tükenme süresi de ileriye itilmektedir.

Bu koşullarda, bilinen rezerv ve kaynakların o dönem için geçerli tüketim hızı ile daha kaç yıl yetebileceğini, tükenme ömrünü belirlemek önem taşımaktadır. Bu parametreye kaynak güvenliği’ni göstermesi açısından önem verilmektedir. Tükenme ömrü kritik bir düzeye indiğinde arama yatırımlarının hızlandırılması, tüketimin kısıtlanması, son dönemlerde ağırlık verildiği gibi hurda kullanımının arttırılması ya da sanayide o doğal kaynağın yerine kullanılabilecek yeni malzeme seçeneklerinin geliştirilmesi öne çıkmaktadır.

Bu açıdan, ülkenin her bir doğal yer altı kaynak türü için böylesi değerlendirmeler yapılması ve madencilik çalışmalarının hangi alanlarda özendirileceği, hangi alanlarda bazı kısıtlamalara başvurulacağının kararlaştırılması seçilecek hedeflerden biri olacaktır. Özel ihtisas komisyonu oluşacak plan metninde bu hedefleri gözetmelidir.

Öte yandan, yer altı zenginlikleri, özellikle de metalik madenler bir yandan sürekli düşen fiyatları yüzünden ve bir yandan da gelişen çıkarma ve işleme teknolojileri sayesinde giderek daha düşük tenörlü yataklarda işletilmektedir. Yine de, her bir yatağın işletmeye konu olacak kesiminin seçilmesi ve işletilecek kesimin tenörünün alt sınırının (cut off grade) kararlaştırılması yatırımcı ve işletmecinin kendi iç fizibilite değerlendirmesi ile değerlendirilmektedir. Bunun çok tipik bir örneği Kışladağ altın yatağı olup, şirket hangi koşullarda işletmenin kendisi için çekici olacağını araştırmaktadır.

Bu açıdan da, ülkenin her bir doğal yer altı kaynak türü için, her bir maden yatağı için böylesi değerlendirmeler yapılması ve madencilik çalışmalarının hangi koşullarda özendirileceği, hangi kayıt ve kısıtlamalara başvurulacağının kararlaştırılması seçilecek hedeflerden biri olacaktır. Bu konuda donanımlı, özerk ve yetkilendirilmiş kamu kurumlarının oluşturulması bu hedefe ulaşmak için oldukça önemli.

Bu gerçeğin bir başka boyutu da, işletilmesine başlanan yataklarda jeoloji hizmetlerinin ve aramanın ihmal edilmesi yüzünden yatağın önemli bir bölümünün sonradan değerlendirilmesini engelleyecek şekilde yanlış işletme projelerinin uygulanması olmaktadır. Bu yüzden bir çok yatakta işletilebilecek önemli rezerv bölümleri yeraltında esir kalmaktadır.

Sektörün yönlendirilmesi açısından bir başka önemli nokta da ülkemizde endüstrinin hammadde gereksiniminin güvenli, sürekli ve ekonomik olarak yurt içinden karşılanmasıdır. Bu açıdan bakıldığında, ülkemizde bilinen yatakları bulunan ya da yeterince aranmamış bazı madenleri sağlayabilmek üzere önemli dışalımlar yapılmak durumunda kalınması yanlış görünmektedir. Buna karşı, ülkenin varolan ve yönelinen endüstri yapısının gereksineceği hammaddelerin önceden kestirilmesi, bu kaynaklara ilişkin aramaların hızlandırılması ve bilinen ve bulunan yatakların işletilmesine öncelik verilmesi de temel hedeflerden biri olmalıdır.

Bunun en tipik örneği bakırdır. Bu ve başka hammaddelerin aranması ve ülke içinde üretilmesinin önündeki tek engel ortak ve örgütlü akıl yokluğudur. Ülkemizde bu tür değerlendirmeler yapacak ve kararlar oluşturacak bir strateji örgütü yoktur. Bunun, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ya da Maden İşleri Genel Müdürlüğü yapısı içinde de oluşabileceği akla gelebilir. Ancak, böyle bir görevin yalnızca yeni ve özerk bir örgütlenme ile (son bölümde önerilen yeniden yapılanan MTA Enstitüsü ile) gerçekleştirilmesi en doğrusu gibi görünmektedir. Madenciliğimizin yalnızca reflekslerle yaşamını sürdürmeye çalışan, beyni olmayan ve ancak omuriliği ile yönseyen bir organdan farkı yoktur. Bunun giderilmesi de önemli ve önde gelen bir hedef olmalıdır.

Ülkenin gereksineceği maden kaynaklarının geliştirilmesine öncelik verilmelidir.9. kalkınma planının “temel hedefi” bu olmalıdır.

Bir başka önemli hedef de, ülkemizin doğal sermayesinin önemli bir öğesi olan yer altı zenginliklerinin yeraltından çıkarılıp işlenmeden dışarıya satılmasının bir şekilde önüne geçirilmesidir. Maden ve endüstriyel hammaddelerin yeraltından çıkarıldığı gibi, işlenmeden, ham, tüvenan olarak satılmasının özendirilmesi, taşıma harcamalarına vergi indirimi getirilmesi, bu amaçla kamunun limanlara yatırım yapmasının istenmesi, değerli metaller yurtdışına çıkarılırken şirket bildirimi ile yetinilmesi, dışsatım amaçlı madencilik şirketlerine çeşitli vergi indirimleri getirilmesi ve her türlü tarımsal, orman, çevre ve tarihsel varlığın madencilik etkinliği için feda edilmesinin önüne geçecek önlemler alınmalıdır.

Madencilik ürünlerinin işlenmeden ve katma değer yaratan, istihdamı geliştiren, ülke içindeki endüstri yatırımlarını destekleyen bir şekilde ikincil, üçüncül ürünlere dönüştürülmeden dış satımı belki yasaklanamaz ama; hiçbir biçimde özendirilmemelidir. Bunu zorlaştırmanın sayısız aracı bulunabilir. Yeter ki, bu hedef benimsensin. Madenciliğimiz dışsatım aracı olarak değil, ülke endüstrisine ve ekonomik ve toplumsal kalkınmasına yardımcı olacak şekilde geliştirilmelidir. Yukarıda eksikliği vurgulanan amaç ve hedeflere ulaşılabilmesini sağlayabilmek için;

-Öncelikle hammadde dışsatımının desteklenmesi ve özendirilmesinden vazgeçilmesi gerekir.
-Buna karşı, maden ve endüstriyel hammaddelerin ülke içinde işlenmesi alabildiğine özendirilmelidir.
-Ülke endüstrisinin gereksindiği girdiler düzenli biçimde izlenmeli, geleceğe yönelik duyarlı kestirimler yapılmalı ve kritik kaynaklar için maden aramaları her türlü etkin araçla desteklenip özendirilmelidir.
-Maden ve endüstriyel hammadde yataklarının talan edilmeden, önemli bölümü yeraltında bir daha kazanılamayacak şekilde terk edilmeden işletilmesi için kayıt ve kurallar konulmalı, düzenli denetimler yapılmalıdır. -Madencilik sektöründe kullanılan makine, donanım ve gerecin ülke içinde üretilmesine yönelik endüstrilere yatırımlar özendirilmelidir.
-Maden işletmelerinin kendi iç fizibilitelerinin yanında, çevre ve öteki doğal sermayeye etkilerini de göz önüne alan yarar/zarar değerlendirmesi yaptırılıp kesin işletme kararları buna göre verilmelidir.
Bütün bunların gerektirdiği bilimsel ve teknoloji bilgisinin üretilmesi, temel araştırmaların yapılması ve üst düzeyde stratejik hedeflerin seçilmesi için donanımlı ve özerk bir “Ulusal Doğal Kaynaklar Enstitüsü” gerekli görülmektedir. Madencilik sektöründe artık bugünkü durumuyla ona bel bağlamak olanaksız da olsa, MTA’nın; bir Genel Müdürlük olarak değil bir Enstitü olarak önemli bir yeri olmalıdır. Bu Ulusal Enstitü yapısı yeniden yapılanan MTA olmalıdır. MTA, maden aramaları ve teknoloji geliştirmede bir kurum olarak varlığını etkin biçimde sürdürmelidir. MTA, birikimi ve donanımı ile dünyadaki en güçlü jeolojik araştırma kurumlarından (geological surveys) biridir.

MTA’nın kuruluşundan 1980’li yıllara kadar ülke madenciliğine yapmış olduğu katkılar bilinmektedir. Bilinen hemen tüm linyit, taşkömürü, trona bor, asfaltit, uranyum, toryum ve petrol yatakları MTA tarafından bulunmuştur. Ancak 1985 yılında yayımlanan 3213 sayılı maden yasası MTA’nın bir çok etkinliğini kısıtlamış, ruhsat edinmede herhangi bir özel şirket ve kişiden farkı kalmamıştır. Oysa, 3213 sayılı yasadan önceki 6309 sayılı yasaya göre çalışmalarını yürüten ve çok önemli sonuçlar üreten bu kurum bilinçli bir politika sonucu etkisiz hale getirilmiştir. Bunun yanında, kuruma genel bütçeden ayrılan payın yaklaşık %80-85’lik bölümü personel gideri olarak kullanılmış ve asıl işi olan maden aramacılığı yok edilmiştir.

Dünyada ve ülkemizde, doğal kaynaklara ilişkin bilimsel, teknik ve ekonomik verilerin derlenip işlendiği; pazar ve fiyat hareketlerinin izlendiği; yeni teknolojiler ve araştırmalara ilişkin haber ve bilgilerin kovuşturulduğu; bunların elektronik ve basılı ortamlarda yayıldığı; ve ülke çıkarına politikaların tartışılacağı ortamların örgütlendiği bir “Ulusal Doğal Kaynaklar Akademisi” kurulmalıdır. Bu akademi yer altı zenginliklerimizin envanterini, bu doğal kaynaklarının muhasebesini, ülkenin doğal sermayesinin artış ya da eksilişini ve doğal kaynaklar ekonomisine ilişkin benzeri konularda görevler yüklenmeli, araştırmalar ve değerlendirmeler yaptırmalıdır.

Madencilik alanında kurulu ve çalışan kamu kurum ve kuruluşları yeniden yapılandırılmalı, ıslah edilmeli, bunların üzerindeki siyasal etkiler engellenmeli, teknolojileri yenilenmeli, yeni yatırımlar yapmalarının önü açılmalıdır.
Önerilen bu kurumların özerkliğinin yalnızca siyasal erke karşı değil; bir o kadar da, çokuluslu madencilik şirketlerinin çıkarlarına karşı da sağlanmasına özen gösterilmelidir.

Endüstrinin gereksiniminin karşılanamadığı ya da tükenme sürecine girmiş maden ya da endüstriyel hammadde kaynaklarının aranması her türlü yolla özendirilmeli ve ruhsat haklarının bu çalışmaları aksatma ve tavsatma yönünde kullanılmasına karşı önlemler alınmalıdır.

Ek istihdam ve katma değer yaratan yerel, el emeği (artizanal) madenciliğin korunması ve geliştirilmesi için yasal, ekonomik ve eğitimsel önlemler alınmalı, bu madencilerin örgütlenmesi özendirilmeli ve bu yoldaki girişimler desteklenmelidir.

Madencilik sektöründe iş güvenliği, işçi sağlığı ve çevre sağlığı ile ilgili köklü önlemler alınıp ödünsüz uygulanmalıdır. (TMMOB JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI)

Sağlamasını yapalım şu milli gelirin kişi başına düşen 10.000 USD. Ama her ne hikmetse. Kullanılan krediler ve vatandaş ortalaması 12.000 YTL borçlu.

Her işlemin sağlaması var beyler. Makro ekonomiciler, Yurt içine giren sermaye girişlerinden bahsediyor. Ne kadar çıkmış ve ne kadarı yatırıma dönmüş söyleyen yok.

Gazetelerde bir vatandaş şöyle cevap veriyor;evet zenginleşiyoruz diyoruzda kimler zenginleşiyor..Zenginler daha mı zengin oluyor? ASgari ücret artacak mı?? emekli maaşları artacak mı?? halkın refahı için neler yapılacak.. yakında ne olacak emekli maaşlarının düşürülmesi var önümüzde, işçilerin kıdem tazminatının kaldırılması var günümüzde.. Doğuda insanlarımız kışın ısınabilmek için tezek yakıyor.. nereye zenginleşiyoruz.. Bu milli gelir artması da sadece milli gelir hesaplama sisteminin degıseğinden dolayı kaynaklanan bir işlemdir..milli gelirin artması söz konusu değil...

NOMİNAL MİLLÎ GELİR ve REEL MİLLÎ GELİR Üretilen mal ve hizmetlerin piyasa fiyatları ile çarpılması oluşan toplama milli gelir denir. Fiyatların artması ile oluşacak milli gelir artışı gerçeği yansıtmaz; reel bir artış değildir, ekonomi büyümemiş, satın alma gücü artmamıştır. Çünkü bahsedilen artış reel değil nominal(parasal) bir artıştır. Ekonomik büyümenin göstergesi olan büyüklük reel milli gelirdir. Reel ve nominal değişimleri ayırt etmenin iki yolu vardır: Diyelim 1980 ve 1988 yıllarını karşılaştırıyoruz. 1988 yılı GSMH'sini hesaplarken 1988 yılı fiyatlarını değil karşılaştırma yapacağımız 1980 yılının fiyatlarını kullanırız. Bu şekilde 1980 ile 1988 yılları arasındaki dönemde fiyat artışları nedeniyle ortaya çıkan aldatıcı GSMH (ya da millî gelir) artışı giderilmiş ve geriye gerçek artış kalmış olacaktır. Fiyat endeksi kullanılır. Fiyat Endeksi = Nominal GSMH / Reel GSMH.

Milli gelirde yeni hesaplama sorunu da, ayrı bir sorundur. Yöntemleri ise, kurla veya nüfus sayımının 3.5 milyon civarı eksik hesaplanması ile %32.5 fazla hesablanmaktadır.

Büyüme oranıda %7 öngörülmüşken, 2007 yılında yeni yöntemde %4.5, eski yöntemde hesaplansa idi % 3.8 olacaktı.

2008 Yılı için öngörüm %1.9 dur.

Acilen tüketim ekonomosinden Tarım, Hayvancılık, Madencilik, Ağır Sanayi, Tekstil, Yan Sanayi, İleri teknoloji Vs. konularında rekabet koşullarının sağlanması, ve Ulusal Programa endekslenmesi gerekmektedir.

Ekonomik yapının ve piyasaların. her konuda rekabet koşulları arttırılmalıdır.

Türkiye avantajlıdır çünkü, kalkınma, inşaa ve sanayi hamlelerini tamamlamamıştır.

AB ülkeleri ve başta devi Almanya ve ABD yeni krizleri yaşayacakken acilen Bütçe'ye uygun Para Politikası geliştirilerek piyaslar hızlandırılmalıdır.

Her alan da İthalat azaltılmalı AB ve dışa bağımlılık kaldırılmalıdır. (Bakınız önceki ekonomi yazılarım.)

Üreten ve kontollü yaşayan bir millet olacağımız günler yakındır.

Üç kutuplu şekillenen yeni dünya düzenine acilen ekonomik açıdan ayak uydurulmalıdır. Amerikan balonu hava kaçırıyor. İsrail zeplini Iran'a vurarak yetişmeden, Büyük Orta Doğu Projesinin ipini Türk Hükümeti çekmelidir.

Gözünüz açık, sağlınız daim, mutluluğunuz bol olsun. Sıkılmadan hepsini okuduğunuz için teşekkür ederim.

 
Toplam blog
: 26
: 1200
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

1973 doğumluyum Türkiye'nin önde gelen firmalarından birinde üst düzey yöneticilik yapıyorum. Siy..