Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

27 Ekim '18

 
Kategori
Güncel
 

95. Yılında İki Ezeli ve Azılı Düşmandan Koruyamazsak, Cumhuriyetimiz...

95. Yılında İki Ezeli ve Azılı Düşmandan Koruyamazsak, Cumhuriyetimiz...
 

Batı Avrupa ulusları günümüz dünyasının egemenleridir. Kapitalist dünya düzeninin emperyalistleri, iş birliği ve güç birliği içinde  bilim ve teknolojide, ekonomide ve askeri alanda elde ettikleri tartışmasız üstünlükleriyle egemenliklerini sürdürmektedirler. Güçlü ekonomileriyle, dünya denizlerine yayılmış nükleer, kimyasal ve konvansiyonel silahları ve uçak filolarıyla teçhiz edilmiş donanmaları ve hava kuvvetleriyle bu statülerini sürdürmektedirler.

Dünya’yı yüzyıllardır avuçlarının içinde tutan Batı Kapitalizmi bu güce nasıl ulaştı?

Akılla ve bilimle ulaştı. Akıl ve bilim sayesinde topla tüfekle donatılmış büyük gemiler inşa edip bilinmez denizlerde o güne kadar kimsenin gitmeye cesaret edemediği uzaklıklara açıldılar, ulaştıkları her noktayı yağmalayıp ülkelerine taşıdılar. Akılla, bilimle buhar enerjisini yaşamın her alanına yaydılar, üretimi katlayıp dünya pazarlarını ele geçirdiler. Akılla ve bilimle insanlığı uzay çağına, bilgisayar ve internet çağına taşıdılar…

Ve ele geçirdiler. Ve saltanatını sürüyorlar.

Bütün bunlar bir anda mı oldu?

Bu gelişmelerin bir tarihi vardı elbet.

Günümüz dünyasının egemenleri bu tarihi gelişmelerin mirasının yalnızca kendilerine ait olduğu iddiasında da egemenlik kurmuşlardır.

M.S. 12. Veya 13. Yüzyılda keşfettikleri (M.Ö 3. Yüzyıl ve evveline ait) antik yunan felsefesiyle ortaya çıkan  aydınlanma sürecinde, bilimde ve sanatta Rönesans ve dinde reformlar iklimindeki buluşlar ve keşifler sayesinde, bugünkü gelişmişlik ve uygarlık düzeyine ulaştıkları iddiasındadırlar.

Bu sav kısmen doğrudur ancak eksiktir.

Bu iddiada bir boşluk vardır. İnsanlık sanki antik yunandan Rönenansa kadar hiçbir gelişme göstermemiş gibi bir ön kabulü dünyaya benimsetme çabasındadırlar.

Oysa bu ara dönemde de müthiş gelişmeler vardır. Ve bu gelişmeler zincirin eksik halkalarını tamamlar.

Batılılar tarafından görmezden gelinen bu “bilim çağı” islam coğrafyasında yaşandı.

Dünyanın en büyük kütüphaneleri o dönem İslam coğrafyasındaydı. Antik yunan felsefesi eserleri ve kaynakları bu dönem tercümeleriyle gün yüzüne çıkıyordu. Modern tıbbın bilimsel temelleri bu döneme dayanıyordu. Mercek, küresel ve parabolik aynalar, ilaç, kimya, cebir, astronomi… bu dönemde gelişip batı bilim dünyasındaki gelişmelere kaynaklık eden bilgi birikimini büyütüyordu.

O dönem gelişmeleri yok farz edilerek bugünleri açıklamak olanaksızdır.

Sonra bilim yaşamında koşu  bayrağı tekrar batılılara geçti. Yaklaşık bin yıldır bilim ve teknoloji batıda gelişimini sürdürürken İslam dünyası tam bir sessizliğe büründü.

Batılıların, İslam’ın ilk 500 yılında bilimde ve felsefede yaşanan bu parlak dönemi görmezden geldikleri gibi İslam dünyası da izleyen bin yıllık dönemde Müslüman dünyada hiçbir gelişme kaydedilmemiş olmasını görmezden gelir.

İslam dünyasının bilimsel gelişme alanında bin yıldır karanlığa gömülmüş olmasının sebebinin, siyasal çıkarlara dayalı yönlendirmelerin de etkisiyle dinden ayrılınıp taassuba teslim olunmaktan kaynaklandığını düşünüyorum.

Kanaatimizce bu dönemde islam dünyasında akıl ve bilim bir kenara bırakılıp bütün enerji dinsel metinlerin yorumlanmasına ve tartışılmasına ve bu tartışmaların yöneltildiği çatışmalara harcanmıştır. Bu hengâme içinde zayıf düşen topluluğun güçlülere ram olması kaçınılmazdı.

Öyle de oluyordu.

Batılılar gelişip güçleniyor, doğulular geri kalıp zayıflıyor ve batıya teslim oluyordu. Gidiş yok oluş yönündeydi.

Bu gidişin bir sonunun olması kaçınılmazdı. Bir gün bu kör talihe bir “dur” diyen çıkacaktı.

İki büyük cendereden kurtulmak gerekirdi.

Birincisi aklımızı esir alan taassup zincirinin cenderesi ve ikincisi de emperyalist kuşatma cenderesi…

Kurtulmak ve inşasına katkıda bulunulacak çağdaş bir adil dünyada özgür ve eşit olmak gerekiyordu.

Bunu başarabilmek için silkinip ayağa kalkılmalıydı. Ve bunun bir yol göstereni bulunmalıydı.

“O Güneş” Anadolu’da doğuyor, yok edilmek istenen Ulusu ayağa kaldırıyor, egemenliği ele aldırtıyor, yedi düveli dize getirip emperyalist kuşatmayı paramparça ediyor,  taassup zincirinin halkalarını bir bir kopararak aklı ve bilimi özgürleştiriyordu.

Her yüz yılda dünyaya gelebilen o dahilerden sonuncusu, son yüzyılda Allah’ın Türk Ulusuna bahşettiği Mustafa Kemal’di.

Türklüğün, İslamın ve tüm dünya mazlumlarının makus talihinin yıkıldığı o kutlu gün bugün Türkiye’mizde “Cumhuriyet Bayramı” olarak kutlanır ve o eşsiz insan bu günde şükran ve minnetle yad olunur.

Ve o hamlesiyle yerle bir edilen iki ezeli ve azılı düşman, emperyalizm ve taassup, geçen süre zarfında Cumhuriyet’imizi ve Atatük’ümüzü yok etme çabalarını artırmıştır ve sürdürmektedir.

Atatürk’ümüzün ve Cumhuriyetimizin kıymetini bilmezsek, yani nankörlük eder ve aymazlığa düşersek ki, bu konuda çok dikkatli ve uyanık olduğumuz söylenemez, tekrar o “bin yıl” süren karanlığa yuvarlanır, emperyalizmin ayakları altında inim inim inleyen  Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Libya, Yemen, Somali… misali komşularımız ve dindaşlarımız gibi param parça oluruz.

Açık sözlü olmak gerekir.

Ya aklımızı başımıza alırız, Atatürk’müzün, Cumhuriyet’imizin  ne demek olduğunu idrak eder, sahip çıkar, Türkümüzle, Kürdümüzle, Sünnimiz ve Alevimizle, dünyada özgür ve eşit bir Ülke ve Ulus olarak varlığımızı sürdürürüz ya da  ya da tarihte pek çok örneği bulunduğu üzere varlığımızı, dilimizi, kültürümüzü, kimliğimizi kaybeder, tarihten silinir, yok olur gideriz.

Tercih bizimdir…

95 kuruluş yıldönümünde Cumhuriyet bayramımızı kutluyor Atatürk ve arkadaşlarını şükran ve minnetle anıyoruz!

Kenan IŞIK 

 

 
Toplam blog
: 432
: 2964
Kayıt tarihi
: 16.05.07
 
 

Mülkiye mezunuyum. Emekli müfettişim. Ankara'da yaşıyorum. S'oligarşi isimli kitabı yazdım. Kitap..