Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Kasım '14

 
Kategori
Efsaneler
 

Acılar şehri Dersim

Acılar şehri Dersim
 

Fotoğraf için Koçer YILMAZER'E teşekkürler


“Hayde Gerok yol zamanı!”

Çeker sizi yollara bu ses eğer ki gezginseniz… Ve içinizden bir ses 'Hazırım yollar!' derse çıkarsınız bir akşamüstü yola. Gitmem lazım dersiniz Seyit Rıza’nın memleketine, Dersim’e…
Dersim’e giderken yol üstünde hazır Hazar Gölü (Gölcük) selamlar sizi tüm güzellikleriyle. Deklanşöre yansır bir papatya bir kelebek belki de bir lale, aynalı sazan, karabatak ve bir su yılanı Kürdistan kıracında mavi ve serin bir soluktur Hazar. Yolunuz düşerse ister istemez ayağınız frene gider ve çekersiniz arabanızı yolun sağına, dalarsınız yeşille mavinin aşkına…

Güneş Kürdistan coğrafyasını terk etme rotasını çizerken Derwéşé GEROK’da, güneş rotasının ters yönünde Dersim’e doğru yol alır…

 EFSANE DOĞUŞLU MUNZUR

Asilsin asisin sen Munzur Suyu
Kutsalısın mağrur bir halkın
Bir sevda öyküsüsün
Yüreklere akan
Peri kızıyla Munzur gencinin
Akışında aşk var, umut var, sevda var
Katliamlara direniş var
Özgürlüğe kanat çırpan konukların var
Biri konar biri göçer
İsyanın var kana, katliama
Özgürlük türküleri söylenir kıyılarında
Her gece ay şavkırken yamaçlarında
Avuçlarımız yasemin kokar
Bakışlarımızda umut tohumları açar
Yer yeşil, gök mavi
Ve sen Munzur Suyu
 Öylesine dik ve mağrur aktıkça
Süt gibi göz göz fışkırdıkça
Direngen doğar Dersim’de
Munzur bakışlı
Göze yürekli çocuklar…


Munzur bir sevda öyküsüdür aktıkça deryalaşan…
Zalime değil, zulüm görene, katledene değil, katledilene akan kutsal bir nehirdir Munzur. 
Gittiği yollarda ayak izleri silinse de Munzur’un sütlü suyunu bir kez içen Dersimlinin yüreğinde bitmeyen sevdadır Munzur. Dersimli nereye giderse gitsin, nerede olursa olsun, bir gün döneceği yer Munzur’dur yine...
Süt gibi berrak olan Munzur Suyu sonsuza aktıkça doğuş hikâyesi hakkında birçok da efsane dilden dile, terzilerin pirinden de önce ondan da öte kadim bir söz olup günümüze kadar gelmiş Munzur efsaneleri. Kimine göre Munzur bir aşk hikâyesidir. Serin, ıssız ve bir o kadar da hırçın bir Dersim gecesinin ay ışığında başlayan sevdanın eseridir Munzur. Şöyle ki:  Çok eskilerde şehirlerden uzakça yüksek bir dağın eteklerinde maviyle yeşilin kucaklaştığı, her renkten böceğin ve çiçeğin süslediği büyükçe ağaçların gölgelerini cömertçe sunduğu ormanların, insanoğlunun erişemeyeceği yüksek kayaların eteklerinde buz gibi suların çağıldadığı çağlayanların arasında mini minnacık şirin bir köyde, bukleli saçları ta topuklarına kadar inen, zeytin gibi siyah gözleri, kızıl gül goncası gibi dudakları, derin denizlerin incisi gibi dişleri, fiske vursan kan fışkıracak kırmızılıkta yanakları olan güzel ve alımlı yalnızlıkla lanetli bir Peri kızıyla Munzur adlı bir genç yaşarmış şimdiki Munzur gözlerinin fışkırdığı bu yerlerde. Munzur gözelerinin fışkırmasına bu iki genç arasındaki aşk neden olmuş. Aşk Munzur’muş, Munzur aşkmış. Adeta aşk kuşatmış Munzur dağını. Ta ki Peri kızı ortadan kayboluncaya kadar. Efsane bu ya! Peri kızı yalnızlıkla tılsımlı olduğu için bir gün ortadan kaybolmuş. Peri kızı kaybolunca aşk ateşiyle yanıp kavrulan Munzur’un gözyaşları Kırkpınar olup akmış da akmış. Zamana karşı adeta efsunlanmış .  Peri kızın aşkına akan gözyaşları Munzur Suyu olmuş, yürümüş  arşa . Toprak emmiş , beslenmiş kılcal damarlar. Dallara doğru yol almış, çimen olmuş, çiçek olup açmış dağlarda renk renk. Beslenmiş börtü böcek. Barındırmış bağrında ürkek ceylanları, göğsü güzel keklikleri, telli turnaları, kardeş acısıyla kendini doğaya ihbar eden pepuk kuşlarını.  Açmış kollarını bir ana şefkatiyle hem arşa hem de arza. Bazen hırçın bazen de durgun süzülerek yürümüş sevdalı, şifalı, kutsal su Munzur buruk bir mutlulukla dünden bugüne ve sonsuza…

 Kimine göreyse Munzur adlı çobanla ağanın hikâyesidir ...
 Efsaneye göre Munzur, doğanın sesini, insanın içindeki duyguları bilen bir bilge çobanmış. Ovacık İlçesine bağlı Koyungölü Köyü’nde yaşayan bir ağa,  hayvanlarını gütmesi için Munzur çobanı yanına almış. Munzur hizmette hiç kusur etmez çok becerikli ve başarılıymış. Ağanın bir dediğini ikiletmez, çobanlıkta tut da tarla tapan işlerine koşar, çift sürdüğü öküzlerin, iş gördüğü atların bakımını, beslemesini hiç aksatmaz, işini büyük bit titizlikle yaparmış. Bağlılıkta, doğrulukta eşi bulunmaz, hiç bir canlıyı incitmezmiş… Bu tutumundan dolayı ağası Munzur çobandan çok memnunmuş.
O yıl yağışlar bol olmuş, toprak verime kavuşmuş, tarlalar tahıla durmuş. Harman zamanı ambar buğdayla dolmuş, Bahçeler, bostanlar meyveye durmuş. Koyunlar çift çift kuzulamış. Bu verim ve bolluk ağanın yüzünü güldürmüş. Sonuçta Munzur´un ağası hacca gitmeye karar vermiş. Yola çıkmadan önce de Munzur´u çağırtmış:
-Bak oğul, yaşım erişti. Allah da verdi vereceğini. Hacca gitmek kaçınılmaz oldu artık. Evi barkı, malı mülkü, çoluk çocuğu sana emanet edip gideceğim. Sana güvenim tam, gözümü arkada bırakma, hizmetinde kusur etme. Beni mahcup etme, diyerek hanımına gidip helallık dilemiş ve ağa  Hacca gitmiş.

 Bir gün Munzur gün ortasında sürüyü sağmak için köye dönmüş. Munzur evin hanımına şöyle demiş. 
         
           "Hanımefendi, benim efendim helva yemeyi çok istiyor."
          
          Evin hanımı, " İyi güzel de senin efendin şimdi buralardan çok uzaklarda." demiş.
          
          Munzur, " Önemli değil, sen helvayı yap, onu ben efendime götürürüm."
          
          Evin hanımı kendi kendine, " Anlaşılan bizim çoban helva yemek istiyor. Mühim değil, o bizim sürüye iyi bakıyor. Ben de ona helva yapayım." demiş.   
          
          Sonra helvayı hazırlamış, bir tabağa koyarak Munzur'a vermiş ve gülerek, " Onu efendine götür." demiş.
          
          Munzur, helvayı almış ve birden kaybolmuş. Kısa bir süre sonra da tabaksız geri dönmüş.
          
          Evin hanımı, " Munzur, tabak nerede ? " demiş.
          
          Munzur'da bunun üzerine " Efendim döndüğünde tabağı getirecek." demiş.
          
           Doğu geleneğinin bir unsuru olarak, Ali Haydar Ağa Hac’dan döndükten sonra köyün sakinleri Ali Haydar Ağa ile görüşmek ve kutsal yerlere değmiş ellerini öpmek için onu karşılamaya gitmişler. Fakat Ali Haydar Ağa, kalabalık kendisine doğru yaklaştığında elini öpmelerine müsaade etmeyerek söyle demiş.
          
           "Gerçek Hacı çobanım Munzur'dur. Gidin, onun elini öpün."
          
           Kalabalık bunun üzerine Munzur'u aramak için köye geri dönmüş. O sırada Munzur elinde efendisi için bir kap taze süt ile köyden çıkıyormuş. Munzur, kalabalığın kendi üzerine doğru  geldiğini görünce şaşırmış. Geri dönerek dağlara doğru kaçmış. Elini öpmek isteyen kalabalık onun peşinden gitmiş. Koşarken elinde tuttuğu kaptaki süt dökülmüş ve her bir damla sütün düştüğü yerdeki taşlardan süt beyazı gibi sular fışkırmış.  Bundan sonra Munzur kırk adım daha atmış. Attığı her adımda bir kaynak fışkırmış. Ve fışkıran bu sulardan bir ırmak meydana gelmiş. Munzur'un arkasından koşanlar bu ırmağın kenarına gelip karşıya geçmeye Munzur’a yetişmeye çalışmışlar ama öte yakaya geçememişler. Munzur “Allah’ım sırrımı ifşa etme, beni yanına al!” diyerek ellerini gökyüzüne kaldırarak da etmiş. Sonunda dağın eteğinde bir kayanın önüne gelmiş. Elindeki değnekle tası yere atıp Irmak kenarında bekleyenlerin gözleri önünde kaybolup gitmiş. Ardında sadece çoban değneği ve boş süt tası kalmış…
 
Yöredeki benzetmelerin çoğu çoban ile ağanın ilişkisi üzerinedir. Orada yaşayan insanlar için Munzur Suyu kutsaldır. Çoğu zaman köylüler Munzur Suyu'nun gözelerinden süt gibi aktığını gördüklerini söylerler. Ana sütü ile bir tutulur, Emekçi ve erdemli çoban Munzur’un sevgisi gönüllere akarak, dillerde adeta ululanarak günümüze dek varmış. Dünya döndükçe de var olup yaşayacaktır Munzur ve süt gözeleri…

 
 

YEŞİLLE MAVİNİN KUCAĞINDAKİ ŞEHİR DERSİM

Kardelenlerle süslü dağların
Ormanlarında boy boy bitkilerin
Gezinir soy soy hayvanların
Ağaçlarda her türden meyvelerin
Selama durur tarlalarda başakların
Çoktur güzelliklerin
Yoktur kötülüklerin
 Acılı tarihin adresi Dersim

Dersim’in bilinen tarihi MÖ 6. YY kadar gider . MÖ 6. YY dan 1936 yılına kadar ki adı Dersim olarak bilinir. Der, kapı anlamını, sim ise gümüşü ifade etmektedir. İkisi birleşerek Gümüş kapı anlamındaki Dersim’i ifade ederler. 2600 yıllık bu ad 1936 yılında çıkarılan 2884 sayılı Dersim özel kanunu ile Tunceli olarak değiştirilse de Dersimli resmi yazışmalar haricinde günlük yaşam dilinde halen ve ısrarla Dersim adını kullanır.

Tüm katliam ve işkencelere rağmen kimlik kavgasından asla geri durmayan bir halkı bağrında besleyen Dersim’de kaç dağ vardır bilmez kimseler. Türkülerde söylenir “dersim dört dağ içinde” dir diye. Dört dağ mı beş dağ mı önemi yok ama çıktığınız her dağın yamacına konmuştur hayatlar. İndiğiniz her dağın hemen dibinde dereler içine saklanmış köyler, köylerde çok renkli hayatların hikâyeleriyle efsaneleşmiş evliyalar diyarıdır Dersim…
Dersim’de gökyüzü her gece yıldızların düğününe tanıktır. Her sabah bir sevincin şöleni başlar. Düş mü, gerçek mi pek ayırt edilemez Dersim coğrafyasında gözlerinizi açmışsanız bir sabah. Dağlar öylesine görkemli durur ki Dersim’de, doruklarında gökyüzü hep mavi ve engin bir denizi andırır güneş ışığının renk oyunlarıyla. Ulu dağlar eteklerindeki derin vadileri, vadilerde boy boy hayvanları barındırır, onlara analık eder ve bütün kötülüklerden korur. En vahşi hayvandan, en sessiz böceğe kadar tüm canlılar kardeşçe geçinirmiş. Bir yeşil halı gibi yerleri kaplayan çimenler, nereden çıkıp nerede tükendiği bilinmeyen pırıl pırıl sular, rengarenk çiçekler ve türlü boyalı kuşlarla bu eşsiz yer, bir başka yaşama sevinci verirmiş Dersimliye.

Bu gizemli güzellik kanlı tarihin acılarıyla bir çok kez yoğrulup mayalanmış ne yazık ki…1937-38 yıllarında İksor Köyü tepelerinde tecavüzden kurtulmak için kendilerini kayalardan derin Ağpanos vadisi uçurumlarından atan nice Leyla Kasımların, Beritanların, Zilanların, hayatını halkının özgürlüğüne adayan Sakinlerin masallaştığı toprağın adıdır. Her Dersim dendiğinde tüm ajitatif duyguları tetikleyen yüksek meşeli ormanların, topraktan aldığını gökyüzündekinin eseri diye takdir eden semahların acılı adresidir Dersim.
Kutsal dağlar, kutsal sular, kutsal ağaçlar ve taşlar, kutsal insanlar ve kutsal kaynak gözeler diyarı Dersim, tüm kutsiyetleri öz alarak, kendi içinde insanlığın, saygınlığın, misafirperverliğin, dürüstlüğün sembolü olmuştur yüzyıllardır. Gelecek süreçte tüketerek yayılan kapitalist talana karşın Dersimli doğal yaşam alanlarını korumayı, kimlik ve kültürünü koruma mücadelesine monte etmek zorundadır. Aksini düşünemiyorum…


Birsen İNAL


Fotoğraf: Koçer Yılmazer

 *gerok: gezgin

 
Toplam blog
: 124
: 393
Kayıt tarihi
: 01.04.11
 
 

Diyarbakır’da doğdu, tam bir Diyarbakırlı olarak büyüdü. İlk okulu İsmet Paşa İlkokulu’nda, orta ..