Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '16

 
Kategori
Öykü
 

Ağaç

Ağaç
 

Bolu-Abant


Babamın köyüne gittiğimiz bir gün, onların da Harman Yeri dedikleri bir yeri ziyarete gittik. İlginç günlerimden biriydi, samanlar havada uçuşuyordu. Ne yaptıklarını anlamam yılarımı almıştı.

Hatta ilkokulda ders kitaplarında harmanın neden nasıl yapıldığı anlatılana kadar benim için çok da eğlenceli olmayan bir oyun gibi görünüyordu…

Orada köşede duran ağaçlar beni ısrarla kendilerine çağırmışlardı. Kendi evimizin bahçesindeki ağaçlar kesildikten sonra bu maceramı bitirmiştim oysa. Dayanamadım ve zaten sarı samandan, uçuşup ağzıma burnuma girmesinden de çok sıkılmıştım.

Koştum ağaçların yanına. Küçük bir ayva ağacı vardı. Sapsarı olmuşlardı ama kimse toplamıyordu. Oysa bizim oralarda olsaydı bu ağaç çoktan ayvaları talan edilmişti. Burada çok ağaç olduğu için kimse dönüp bakmıyordu bile. Diğer meyvelerde ağaçların üzerinde kuruyup dökülüyordu. Ne üzücü gelmişti bana. Kaç tane çocuğun gönlünü yapardı bu ağaçlar, bizim oralarda dedim içimden kendime…

Ayva ağacı alçaktı, tıpkı benim kökünden kırdığım incir ağacı gibiydi. Ona benzettim içim burkuldu. Ona çıkmak beni heyecanlandırmazdı. O yüzden onunla pek ilgilenmedim fakat onun hemen yanında büyüyen tam olarak ne olduğunu anlamadığım büyükçe bir ağaç vardı. Neredeyse dalları ayva ağacının üzerine doğru sarkıyordu. Birbirlerine o kadar yakın büyümüşlerdi. Ne hoştu. İki farklı ağaç birbirlerine neredeyse sırt sırta vermiş gibi, birlikte gökyüzüne doğru yol almışlardı.

Bu fikir beni mutlu etti. Dayanışma dedikleri işte tam da buydu. Arkadaşlık ve dostluk tariflerine de uyuyordu. Ama benim ağaca çıkma dürtümü o büyük ağaç cezp etmişti. Ayva ağacının alçak dallarından yararlanmıştım o yüzden o büyük ağaca çıkmak da zor olmamıştı.

Artık en tepedeydim. Bütün ince dalları gözden geçirebilir ve köyün en ücra köşesine yukarıdan bakabilirdim.

Şöyle bir gezindim dalları arasında, şöyle bir bakındım usul usul uzaklara. Bu keyif muhteşemdi ama uzun sürmedi. Çünkü bu ağacın dalları kurumuş ve yaşlanmıştı. Çıtır çıtır kırılıyordu. Aslında biraz şüphelendim ama düşeceğim ihtimalini aklımın ucuna bile getirmemiştim.

En son hatırladığımsa bastığım ve tutunduğum her dalın çatır-çutur kırıldığıydı. Hızla yere düşüyordum, artık en iyisi gözlerimi sımsıkı kapatmaktı. Neden bilmiyorum böyle tehlike anlarında her zaman gözlerimi sımsıkı kapatıyordum. Açtığımda ya her şey çok kötü ya da her şey düzelmiş oluyordu.

Ama bu kez gözlerimi en son tutunduğum dalın kırılmamış olması nedeniyle yere düşmeden (hatta yere çakılmadan diyebilirim o kadar yüksekten düştüğüm için) açtım. Ayva ağacının dalında sallanıyordum. Aşağısı artık çok yakındı, yavaşça bıraktım kendimi. Ama o korku bana bir süre yetti.

Su kadar derin yaralar açmamıştı bu düşüş içimde. Beni boğmaya çalışan suyu affetmeyen içim, ağaçlara karşı küslük hissetmemişti.

O günden sonra her ağaca çıktığımda ayaklarımın titrediğini fark ettim. Artık o korkuyu üzerimden atmak çok zordu. En iyisi bu sevdadan vazgeçmekti. Ama yine de ağaçlar benim vazgeçilmez dostlarımdı. O gün o ağaçtan düşmek, kesinlikle benim hatamdı. 

Bu Harman Kaya ve Harman Yeri’nin ortak yanı yalnızca isimleri değildi, anılarımın arasında yer alan. İçimde büyüttüğüm korkularımın ilk kelimesini oluşturuyorlardı artık. ‘Harman’ sözcüğü bende, içimin içinde başka bir anlama bürünüyordu.

 

Not: ‘Alaz’ın Dansı 2’ hikâye kitabımdan alınan küçük bir bölümdü, sizlerle bu hafta paylaştığım…

 

 

 
Toplam blog
: 20
: 164
Kayıt tarihi
: 18.09.15
 
 

Memleketim Zonguldak yani emeğin başkenti... Ben de cümleler önce kara taşlardan süzülüyor... Ben..