Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '18

 
Kategori
Kültürler
 

Ah Bu Babalar, Ah Bu Babalar!

Ah Bu Babalar, Ah Bu Babalar!
 

“Kadın kendi başına
ne gül goncasıdır, ne diken.
Koklamasını bilirsen gül olur;
tutmasını bilmezsen diken...”

                          Refik Halid Karay

 

Yaklaşık 15 yıl kadar önceydi. İstanbul Vergi Dairesi’nden, “Çok Önemli” notu ile taahhütlü bir zarf...  Vergi borçlarımı günü gününe ödeyen bir insan olduğumdan merakla açtım hemen: İzmir Vergi Dairesinde birikmiş yüklüce bir borcumdan dolayı arabama haciz konduğu bildiriliyordu.

İyi de, benim İzmir Vergi Dairesi ile hiçbir ilgim yoktu ki. İşyerim İstanbul’da, Cağaloğlu’nda idi ve ben Eminönü-Hocapaşa Vergi Dairesi mükellefi, yani bu dairenin vergi yükümlüsüydüm. Zarfı aldığım gibi, koştum vergi dairesine. Yazıyı gönderen bölümü ve ilgili memuru buldum.

Kimliğimi ve gönderdikleri yazıyı verip, “Bu işte bir yanlışlık var.” dedim. “Bakalım” deyip açtı dosyayı.  Üstünkörü şöyle bir gözden geçirip:

“Siz Hüseyin Erkan’sınız; değil mi?

“Evet...”

“Bir yanlışlık yok. İzmir Vergi Dairesine olan borcunuzu ödememişsiniz.”

“İyi de benim İzmir’le hiçbir ilgim ve ilişkim yok ki... Evet, borçlunun adı Hüseyin Erkan görünüyor ama o ben değilim.”

“Yalan mı söylüyorsun, doğru mu?”der gibi şöyle bir süzdü beni. Sonra dosyayı karıştırıp İzmir’den bir iş yeri adresi okuyup:

“Bu adreste bir iş yeriniz yok mu sizin?”diye sordu.

“Hayır, yok...” 

“Nasıl olur!”

Benim bir tek işyerim var. O da İstanbul’da... Kimliğim elinizde. Ben yalnızca bu vergi dairesine kayıtlı bir vergi mükellefiyim. Ve ödenmemiş hiçbir vergi borcum da yok.”

Biraz düşündükten sonra, “Bu beyanınızı yazın şu kâğıda, İzmir’e gönderelim. Sonucu bildiririz size.” dedi.

İsim benzerliğinden dolayı arabamı haciz edilmekten zor kurtarabildim. (Bu arada, İstanbul vergi dairelerinden birinde müdür olan dostum Ahmet Ak’tan aldığım yardımı unutamam.)

İsim benzerliği pek çok yurttaşımızın canını yakmıştır. Bunlardan biri de Dr. Osman Nuri Yıldırım... Bir değil, birçok kez hem de…

1980’li yıllar… Eşi Ümran Hanım’la birlikte Antalya’dan İstanbul’a uçmak için havaalanındadır. Bekleme salonuna girerken, kimliğini kontrol eden polis, bir suç dolayısıyla arandığını söyler.

Götürdüğü âmir, İnterpol tarafından arandığını, Roma İnterpol’üne teslim edilmek üzere Ankara’ya göndereceğini söyler.

İtiraz eder dostumuz. Âmir, tutuklama evrakını ister polisten. Bu arada uyanıklık yapan dostumuz, polisten aldığı İngilizce evrakı âmire verirken, onun meşguliyetinden yararlanıp şöyle bir göz atıverir. Bakar ki, cinsiyeti bölümünde M yazılıdır:

“Âmir bey, benim adım Osman Nuri Yıldırım, oysa evraktaki isim Osman Yıldırım” derse de Âmir, “Nuri yerine kısaltılarak N yazmak istemişler ama yanlışlıkla M yazmışlar.” der. Osman Bey:

“Hayır, sayın âmirim, bakınız; cinsiyeti bölümüne M yazılmış. M İngilizce erkek anlamına gelen “male” kelimesinin kısaltılmışı” deyince, benim gibi İngilizce bilmeyen âmir, pes etmek zorunda kalıp bırakır dostumuzu. (İyi ki, Osman Nuri Bey’in yerinde ben yokmuşum; mutlaka alıp götürürlerdi beni Roma’ya.)

Yine bir gün, dostumuzun yazıhanesine gelen bir polis, askerliğini iki gün eksik yaptığı gerekçesiyle Erzurum’a göndermeye kalkar.

50 yaşlarında olduğunu, zaten Erzurum’a varmadan iki günün çoktan geçeceğini, ayrıca askerliğini tam yaptığını söylese de ikna edemez memuru.

Oysa aranan başka bir Osman Nuri Yıldırım’mış. Dostum, asıl aranan kişiyi bulur da kurtarır yakasını polisten.

Bir başka zaman da şöyle olur:

Akademisyen dostumuz, güya kaçak olarak taksi çalıştırırken yakalanmış. Ama ceza ödememek için adres değiştirmiş! Gerçek suçlunun adı Osman Yıldırım’mış ama doğum yeri, baba adı, araç numarası farklı imiş. Olsun! İlgili memurumuz, yalnızca isme bakarak Dr. Osman Nuri Bey’i bulmuş ya, cezayı ona ödetecek ille de.

Ama hava alır elbette. Bir başkası olsa neyse de, sınıf arkadaşım Dr. Zekâi Ünal ile Resim Öğretmeni İlhami Ercivan gibi Akseki’nin Çaltılıçukur köyünde doğan, İsveç’te Karl Marks üzerine doktora yapıp 15 yıl çalıştıktan sonra yurda dönen dostumuzu bu tür gerekçelerle oyuna getirip cezalandırmak kolay mı?

“Ömür Böyle Geçti” adlı eserinde dahası da var.

Telefonla bir devlet dairesinden arayıp yerinde olup olmadığını sorarlar. Olumlu cevap verince, birkaç saat sonra iki bayan gelir. Devamını yazardan dinleyelim:

“Benim, bilmem hangi köydeki 36 dönüm zeytinliğime buğday ektiğimi ileri sürerek, Dünya Bankası’ndan iki bin lira para aldığımı, daha doğrusu, Dünya Bankası’nı dolandırdığımı ileri sürüyorlardı.”

“Bense, böyle bir yerimin olmadığını ve adı geçen köyde de oturmadığımı, ne para aldığımı ne de dolandırdığımı söyledim. Memurların aradığı kişinin adı Osman Yıldırım’dı. Benim adımda bir de Nuri var, yani üç sözcük var. Ayrıca ben Akseki doğumluyum. Aranan kişi ise Antalya merkez köylerinden birinde doğmuştu. Buna rağmen, sık sık isim benzerliğinden dolayı başımı ağrıtıyorlar. Onları ikna etmen epey zamanımı aldı.”

Bakın, nasıl isyan ediyor dostum:

“Böyle şeyler hep beni mi bulacak? Şimdi resmi yaşım 70… Bilsem ki, 30 sene daha yaşayacağım, bu yaştan sonra ismimi değiştireceğim. Hem de bir daha karışıklık olmaması için, gidip bir Çin ismi alacağım. Bıktım artık bu isim karışıklığından.”

Haksız mı?

Bu konuda bir olay daha anlatıyor:

“Daha geçen hafta sonu, cep telefonumu arayan bir kişi ismimi sordu. Ben de doğal olarak söyledim.  Sonra, ‘Kız nerede, kız nerede? Kaç jandarma ile gelip evini bastırayım.’demesin mi?

“Meğer ismi Osman Yıldırım olan bir kişi kız kaçırmış. Kızın babası da bula bula ismimden muzdarip ben garip Osman Nuri Yıldırım’ı bulmuş.”

“Benim kendimi tanıtmam ve onu ikna etmen epey güç oldu. Eğer kaçırılan kızın babasını, benim başka bir Osman Yıldırım olduğuma ikna edemezsem, bu yaştan sonra konu komşuya kız kaçırmaktan dolayı rezil olacaktım neredeyse.”

“Sonradan öğrendim ki, kızın kaçırılma işini, çeyiz masrafından kurtulmak için anne planlamış. Zaten kız kaçırmalar çoğunlukla anne eliyle olur. Ama sorunlar hep babaları bulur. Onlar karakollara, mahkemelere, hapislere düşerler.

 Ah bu babalar, ah bu babalar!..”

Ve dostumuz burada Orhan Veli’nin bir şiirini biraz değiştirerek şöyle söyler:

Hiçbir şeyden çekmedi dünya

Adından çektiği kadar

Hatta çirkin yaşatıldığından bile

O kadar müteessir değildi

Kundurası vurmadığı zamanlarda

Anmazdı ama Allah’ın adını

Günahkâr da sayılmazdı

Yazık oldu Osman Efendi’ye!

 Hüseyin Erkan

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..