Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Nisan '18

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ah Nerede

Ah Nerede
 

Dünyaya Açılan Pencere


O zamanlar çok küçüktüm, aile büyüklerinin heyecanlı konuşmalarına ister istemez kulak misafiri oluyordum. Konuşulanları hayal bile edemeyeceğimiz kadar inanılmaz buluyordum. Güzel bir şeylerden bahsettikleri belliydi ki, bir heyecan bir sevinç nidası herkesin yüzüne gelip oturmuştu.

Beyaz bir camdan bahsediyorlardı. Konuşan sesi, çıkan tiyatroların, türkülerin içinde oynandığı sinemanın, evlere geleceğini ballandırarak anlatıyorlardı. Hatta dünyaya açılan sihirli bir pencereden bahsediyorlardı. İlk yayın yapılmış ama net değilmiş. Diye; Anlatıp duruyorlardı. Evimize gelen gazetenin küçük bir köşesine yerleştirilen, TV’de bugün yazısını sırf meraktan okumuş olmak için okurdum, ama ne olduğunu, Neyi anlattığını hiç anlamaz, kimseye de sormayı akıl edemezdim.

Şimdi Hatırladıkça gülüyorum, TV’nin televizyonda bugün yayın akışıymış. Ama ben bilmediğim için tedavi de bugün diyerek, Bir doktorun hastanesinde olanları bahsediyor gibi algılardım. Çünkü teknolojinin ne olduğunu, ne anlama geldiğini hiç ama hiç bilmiyordum. Bir gün epeyce Geç vakitte annemle bir aile ziyaretinden eve dönüyorduk, insanlar bir halıcı dükkânının büyük camekânın önüne yığılmış, hayret nidaları ile bir şeylere bakıyorlardı. Biz de merakla aradan görmeye çalıştık, kocaman bir kutu yanlarda tuhaf kocaman düğmeleri vardı.

Büyük bir camın arkasında konuşan insan yüzü görünüyor ama görüntü pul pul karıncalanıyordu. Arada bir netlik geliyor o zaman da ortasında kalın bir siyah çift çizgi aşağı yukarı kayarak hareket ediyor, tok Sesli bir Bey kalın siyah çerçeveli gözlükleri ile oldukça vakur ciddi takım elbisesi ile elindeki bir deste Kâğıda bakarak bir şeyler okuyordu.

Evet, benim televizyonla ilk tanışmam böyle başlıyor. Rahmetli Zafer cilasun TRT spikeri haberleri sunuyordu. Sonra aniden görüntü kayboluyor, insanlar ellerini dizlerine vurarak tüh yine gitti diye üzüntülerini dile getiriyorlardı. Sonrasında arkadaşımın babası Almanya’dan gelirken, o sihirli kutudan getirmişti. Ama sadece fişini prize takıp ekranda gidip gelen o siyah çizgi izlemeye doyamıyor, ona bile hayretler ediyorduk.

Sonraki yıllarda hızla hayatımıza girdi televizyonlu günler. Büyük bir tören ve gururla bize de televizyonu alındı. Onu korumak için özel kilitli televizyon dolapları yaptırıldı. Üzerlerine annelerin maharetli elleriyle yapılan dantelli örtüler, itinayla örtüldü. Her hafta belli günde, Türk filmi olduğu zaman konu komşu televizyonlu evlere toplandı. Adım atacak yer olmamasına rağmen, ev sahibi hiç gocunmadan televizyonlu bir ev olmanın gururuyla, zevkle çaylar, kahveler, kekler servis etmekten memnunluk duyuyordu.

Çocuklar Heidi, Arı Maya, Atom Karınca anneler de; Küçük Ev, Bonanza, Dallas gibi dizilerle hayatın akışına kapılıp gidiyorlardı. Hayat bir yerden bambaşka dünyalara yol aldı. Sabahın beşinde Muhammed Ali clay’ın boks maçı uykulu gözlerle, Müslüman boksörün maçını izlemenin Onuru ile hayat devam etti durdu.

Ne güzel günlerdi dostluğun, komşuluk ilişkilerinin paylaşım ruhunun, birlik beraberliğin en güzel örneklerinin yaşandığı, hayatımıza giren o ilk televizyonlu yılların özlem dolu Hatıraları hala burnumda tüter. Ne zaman ki adı üstünde Yalan Rüzgârı, Dallas gibi dizilere kendimizi kaptırdık. Sanki tüm saf masum duygularımızı da yitirdik. Sahteliği, dalavereyi, ihaneti ilk defa orada yaşamışız gibi ağzımız açık izledik durduk. Belki bu tür şeyler o zamanlar çok az oluyordu, onun içinde bilinmiyordu. Gözlerimizle görünce de çok büyük ayıpmış gibi geliyor, hayretle biraz açık cömert sahnelerde, herkes yere bakıyordu. Güzeldi bizim değerlerimiz, hem de çok güzel, ne ara yitirdik anlayamadık hiç. Zamanın içinde teknoloji ile birlikte kaybolduk gittik.

Teknoloji kötü demiyorum asla, ama aklımızı kullanamadığımızdan, teknoloji denince batının yanlış adetlerini, yanlış tutumlarını gelişme olarak algıladık galiba. Örfümüzü, geleneklerimizi demode oldu diyerek bir yerlere attık veya sakladık. Oysa televizyon hayatımıza girdiğinde kurduğumuz tatlı düşler ne de güzeldi. İçten samimi duygularla kurduğumuz hayallerimiz, çocukça masum hislerimiz ne güzeldi. Sevdalar, gerçek sözler, gerçek davranışlar gerçekti. Yalan rüzgârının toz bulutları arasında, yıllar içinde gözden kayboldu gitti hepsi. Adile teyzeler nerede Zekiler, Bizimkiler nerede. Unutulmaz yeni yıl programları, türküler geçidi, Cenk Koraylar, Bülent Özverenler, Halit kıvançlar, Jülide Ateşler neredeler. Sonuna kadar izlediğimiz Güne bakış haberlerimiz neredeler. Ne tatlı günlerdi hepsi, en güzel en lüks eğlencemizdi. Onlar bilgi yuvamızdı.

Şimdilerin en gelişmiş teknolojilerine, en akıllı telefonlarına o günlerin bir tek anında yaşadığım, o sevincini heyecanını değişir miyim? Acaba. Ah o televizyonlu günlerimiz, ah tıpkı Füsun Önal’ın o güzel şarkısı gibi kulaklarımda, ruhumda çınlıyorlar. “Ah nerede vah nerede, nereye de koydum kalbimi acaba. Ne olurdu yerinde duraydı, daha dün kalbim şuradaydı. Ah nerede vah nerede, nereye de baksam ah nerede. Tam ona muhtaç olunca çekmiş gitmiş nerede.”

 
Toplam blog
: 19
: 230
Kayıt tarihi
: 09.03.18
 
 

Ben 53 yaşında evli, iki çocuk, üç torun sahibi bir ev hanımıyım. Ortaokul mezunuyum. Ailevi sebe..