Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '17

 
Kategori
Anılar
 

Ankara Halk Ekmek Genel Müdürü Ali İlkbahar

Ankara Halk Ekmek Genel Müdürü Ali İlkbahar
 

Ali İlkbahar


Mustafa Yolcu- Ali Bey Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Ali İlkbahar- Ben 1951 yılında Çankırı’nın şimdiki ismi Budak pınar olan köyünde doğdum.  Dedemin genç yaşta vefatı,  babamın ikinci evliliği, arazilerin parçalanması gibi sebeplerden dolayı şehre göç etme zorunluluğu ortaya çıkmış. Bu sebeple ailecek  Ankara'ya geldik.

Babam Ankara’da bir hemşerimizi bulmuş.  Hemşerimiz, Cebecide beş tane apartmana bakıyormuş. Bir apartmanın bakımını, babama vermiş. Bir gün apartmanın sahibi babama ne söylemişse, babamı ağlatmış. Apartmanın ikinci katında kalan birisi, babamın ağladığını görmüş. Babamın yanına inerek- “ Yarın sabah buraya araba gelecek. Sende benimle gel. Seni alıp bir yere götüreceğim.” Demiş. Babam nereye gideceğiz diye meraklanmış ama bir şeyde soramamış. Ertesi günü  babamı arabası ile Sümerbank’a götürmüş. Meğer adam, Sümerbank’ın Müdürü imiş. Babamın yanına  bir adam vermiş, mağaza ’da basma satılan kısma çıkmışlar. Babam da bu kısım da göreve başlamış.

Ben de Yeni doğan İlkokulunda okula başladım. Orta ve liseyi, Yıldırım Beyazıt lisesin ’de okudum. Benim ailem dindar ve inanç değerlerine bağlı idi.  Babam çok değerli biriydi. Babamın kazandığı para bize yetmiyordu.  Bunun için bende çalışmak  zorundaydım.   Okul hayatı dönemlerinde,  cumartesi, pazar günleri, her gün de sabahları erkenden kalkar,  simitçi fırınına gider, sabahın karanlığın ’da fırından simit alıp satmaya çalışırdım. Sabahları  fırından çıkmak istemezdik. Fırın hem sıcaktı, güvenli olsun diye  cami cemaatin  dağılmasını ve dolmuşların  sefere çıkmasını beklerdik. Yaz tatillerinde çıraklık yaptım. Pazarlarda ve çeşitli yerlerde çalıştım. Bu şekilde  ortaokul bitti.  O zamanlar ortalık çok gergindi. Anarşik hadiseler oluyordu. Babamın kendisi gibi iyi arkadaşları vardı. Babamın arkadaşlarının çocukları, benim arkadaşlarım oldular.  Onların çocukları ile tanıştık, ortak değerleri olan bir arkadaş grubumuz oluştu.

Ali bey senin bir gömlek diktirme hatıran vardı. Onu da tekrar anlatır mısın? O bana çok dokunmuştu.

A.İ.- O zamanlar  uzun yakalı gömlekler moda idi. Ama bizim de uzun yakalı bir gömleği alma imkânımız yoktu. Benim samimi olduğum üç arkadaşım vardı. Bunlardan Hayri doktor oldu. Kendimize gömlek diktirmek için kumaş alıp, Hayri’nin annesine gittik. O teyzemiz bizim kumaşlarımızla, bize gömlek dikip giydirmişti. Gömlekleri üçümüzde  zevkle giymiştik.

Lisede 2 yıl kültür ve edebiyat kulübü başkanı oldum. Okulda gazete  çıkartmaya başladım. Çanakkale geçilmez diye bir piyesi,  iki kez sahneye koydum. Birincisinde binbaşı rolünü oynadım. İkincisinde oyunun yöneticisi oldum. Bu piyeslerle, Çanakkale geçilmez tabirini işliyorduk. Bu oyun, seyredenlerin çok hoşuna gitti.  Çanakkale geçilmez diye bir tabir milletin sloganı oldu.  

Oyunda, iki çocuğunu şehit veren bir annenin rolünü oynayan kız arkadaşımız, Mehmet Akif Ersoy'un bir şiirini  ağlayarak okuyordu:

Eşele bir yerleri örten karı  

Ot değil onlar, dedenin saçları  

Dinle şehit sesleridir rüzgârı  

Haydi, git evladım uğurlar ola  

Haydi, git evladım açıktır yolun  

Zalimlere karşı bükülmez kolun  

Bayrağı çek ön safa geçmiş bulun  

Uğurun açık olsun uğurlar ola

Haydi, levent asker uğurlar ola
Bu  şiir çok dokunaklı idi. Şiiri okuyunca salondakiler duygulandı. Alkışladılar slogan atıldı.  Bu şekilde insanları gönül dünyasını girmeyi başardık.  Lise hayatımız böyle, çok aktif bir şekilde geçti. Hem okul gazetesi çıkarıyoruz, hem bu tip oyunları sergiliyorduk. Bu arada yeni arkadaşlarla tanıştık

Bizdeki vatan sevgisi çok derinden olduğu için, inandığımız şeyler ve söylediğimiz insanlara tesir ediyordu. Bir Cuma günü, cuma namazına gidiyordum. Yolda birlikte yürüdüğümüz, inancı zayıf okuldan bir hocamız vardı. Hocam ben cumaya gideceğim dedim. Hoca bana, niye Cumaya gidiyorsun diye sordu. Ben de kendisine şunu söyledim. “ Hocam bakın camiler, yollar namaz kılacak insanlar ile dolu. Bu insanlar boşuna mı inanıp, boşuna mı buraya geliyorlar. Bu bir gerçek ve ben inancım gereği olarak namazımı kılmaya gidiyorum.” diye kendisine cevap verdim

Liseden sonraki hayatımızda, siyasi eğilimlerimiz başladı. Hukuk Fakültesine girmiştim. Aynı zaman da gazetecilik yaptım. TBMM gittiğimde çok değerli büyüğümüz Recai Kutan Bey, Vakıflarına ait yurt bulunduğunu, yurdu yönetemediklerini, yurdu yönetebilir misiniz diye bana sordu. Avukat bir arkadaşımla, Vâkıfın durumunu ve imkânlarını inceleyerek yurdu yönetmeye talip olduk.

 130- 150 Kişilik olan yurtta, çok güzel bir arkadaş grubu oluştu. Yurtta kalanlar kendi yemeğini yapıyor, servis ediyor, bulaşıklarını kendileri yıkıyordu. Yurt ta ev ortamı oluşmuştu. Sevgi, samimiyet, sıcaklık vardı. Ayrıca imkânı olmayan arkadaşımızdan hiçbir ücret alınmıyor, kendi imkânlarımızla harçlık katkısı yapıyorduk.

1980 Yılında sıkıyönetimce yurt kapatıldı. Askerliği tecil ettiremediğimden, Askere gittim.

Askerde de güzel şeyler oldu. Artvin'de askerlik yaptım.  Askerlik yaparken, komutanımız beni yanına aldı. Birliğimizin Komutanı, aynı zamanda Artvin’in sıkıyönetim komutanı idi.

M.Y._ Askerlikle ilgili hatıranız var mı?

A.İ.-  Size askerlikle ilgili iki tane hatıra mı anlatacağım.

Bir gün komutanlığa, Artvin’in Merkez Caminin müezzini geldi. Artvin de her kesimin sevip saydığı vaaz hocası hakkında, bir takım konular da şikâyetler de bulundu. Müezzinin vaaz hocasını şikâyet etmesinden etkilenmiştim. Şikâyete konu alan yazıyı komutana takdim ettim. Komutan “müezzinin iddia ettiği konularla ilgili araştırma yap, ona göre gereğini yerine getirelim.” dedi.  Şikâyetleri ilgili yerlere yazarak, bilgi istedik. Ben yazıları elden götürdüm.  Yazıları götürdüğümüz ilgililer, vaizin kusuru olmadığını, dürüst birisi olduğunu bildirdiler. Askerden terhis olurken, vaaz hocası hakkında yazılan raporu vaaz hocasına götürüp, kendisine verdim. Ve  “Siz ne kadar değerli birisi imişsiniz ki, size yapılmak istenen tuzak geri tepti.  Size bir şey yapamadılar.” Dedim.

 Bir hatıramız ise bayram geliyor,  bayram’ da alayda bayram namazı kılacak yerimiz yoktu. Bütün izinler ’de kaldırılmıştı. Çarşıya çıkamıyorduk. Komutanın makamına çıkarak-“ Komutanım, askerler bayram namazı kılacak yerimiz yok. Komutanımız bizim babamız, bizim bu bayram namazı konumuzu çözer diyorlar.” Dedim. Komutan bana döndü, ne yapacağız dedi.-“ Komutanım alayın merkezinde, atıl durumda ahır binası var. Müsaade ederseniz bu ahırı, mescide döndürelim.” dedim. Bayrama 25 gün vardı. Komutan, bölük komutanlarını çağırarak, bölüklerdeki tüm inşaattan anlayanları mescit yapımı için görevlendirmeleri emirini verdi.  Bu mescit yapılırken insanların inancı için neler yapabileceklerini,   bu işi bitirmek için koca koca kalasları yukarılara nasıl kaldırdıklarını, gece gündüz çalışarak büyük bir fedakârlık gösterdiklerini gördüm.   Bayrama 4 gün kala mescit tamamen bitirildi.  Dışarıdan halılar, mikrofon tesisatı getirildi.

Mescidimizde namazı kılmaya, komutanımız da geldi. Bayram namazı kılındıktan sonra, hoca komutanımıza konuşması için mikrofon uzattı.  Komutan hepimizin bayramını kutladı. Mescitten çıkan herkesin dışarda sıra olmasını, bayramlaşmaya devam edileceğini bildirdi. Herkes sıraya dizildi. Komutandan sonra içi fındık, fıstık, üzüm dolu çuvallar dizildi. Bayramlaşmadan sonra, herkes sıra ile bir elini çuvala sokuyor, alabildiği kadar kuru yemişi alarak cebine koyuyordu. Bu şekilde bayramlaşma yaptık. Bir asker komutanın yanına gelince-“ Komutanım benim babam yok. Ben baba yüzü hiç görmedim.  Eğer müsaade ederseniz, ben size babam gibi sarılmak, kucaklamak istiyorum.” dedi. Bunu söyleyince komutan kendisini tutamadı ve ağlayarak askeri kucakladı. Bu hatırayı hiç unutamıyorum.  

M.Y- Belki de bu mescit hala kullanılıyor.

A.İ.-  Evet hala bu mescidin kullanıldığını gördüm.

Aradan 20- 25 yıl geçmişti. Halk Ekmekte görev yaparken, gazete ’de bir haber gözüme ilişti. Haberde - “ Cesur yürek komutan emekli edildi.” Diyordu. Baktım bu bizim komutandı. Artvin’deki komutanımız Genelkurmay'da Paşa olmuş ve 18 Şubat sırasında, bir subayın askerlere oruç tutturmama girişimine itiraz ettiği için emekli edilmişti. Emekli olduktan sonra, bana ziyarete geldi. Gazeteler ’de senin Halk Ekmek Genel Müdürü olduğunu okuyunca, ziyaretine geldim dedi. Çok memnun olmuştum. 

Ben Yurt Müdürlüğü yaparken, eşim ile nişanlanmıştım. Nişanlanma konumuzda şöyle oldu.  İhsan Ramiz diye bir hocamız vardı. Bize Kuranı Kerim okumasını öğretiyordu. Aynı şekilde Kuranı Kerim okumaya nişanlım da geliyordu. İhsan hocanın tavsiyesi ile eşimle evlenme konusu gündeme geldi. Eşimi istemeye gittik ve bu şekilde nişanlandık. Eşim le nişanlandık ama 1980 de yurt ’ta kapandığı için işsiz kalmıştım. Evlenmemiz söz konusu idi. Bu dönemde ben, aynı zamanda gazetecilik yapıyordum. O dönemde Çalışma Bakanı Cavit Erdem oldu. Makamına gittim. Bana, ne iş yapıyorsun dedi. Bende bir işim yok dedim. Ben seni işe alayım dedi.  O zamanlar belediyelerden imtihan kazandı belgesi alınarak, memur olarak işe giriliyordu. Bu sırada da Bakanın yanında, Kütahya'nın Belediye Başkanı vardı. Kütahya Belediye Başkanı, bana imtihan kazandı belgesi düzenledi ve o belge ile ben Çalışma Bakanlığı'na girdim. Benim Bakanlığa işe girdiğimden, nişanlımın ve ailesinin haberi yoktu.  Onlara giderek, işe girdiğimi müjdeledim. Bu habere çok sevindiler.  Çalışma Bakanlığı'nda işe başlayacağım ama bu arada düğün günümü belirlemiş,  davetiyeleri dağıtmıştık. Bakanlığın bölge çalışma müdürlüğüne giderek dedim ki- “ Ben iki gün sonra düğün yapacağım. Düğünden 3 gün sonra işe başlayacağım. Bana beş günlük izin verebilir misiniz?”  dedim. Müdür istemeyerek beni izinli saydı. Allah evlenenlere çok yardım ediyor. Ben bunu yaşadım.

Askerden sonra Halil Şıvgın beni Çankaya’da bir ofise çağırdı. Buraya Turgut Özal, Mehmet Altınsoy geldi. Büroya gittiğimde Turgut Özal vardı. Tanıştık. Sonra Halil Şıvgın bana- “ Çankırı’ya git, parti teşkilatını kur, milletvekili listesini hazırla. ” Dedi. Benim parti teşkilatını kuracak maddi gücüm yoktu. Bunu nasip değilmiş yapamadım.

Demet evlerde büyük bir süpermarket vardı. Sahibini tanıyordum. Bana- “ Marketin manav kısmını sen çalıştır.” Dedi. Orada işe başlayarak, gece gündüz çalıştım. Çürüyen sebzeleri elimle ayıkladım. Kendi işim olduğu içinde severek çalışıyordum.  Üç ay sonra hesap yaptık, para kazanmamış görünüyordum. Bunun üzerine oradan ayrıldım.

Bu arada Melih Gökçek de siyasi faaliyet içine girmişti. Yeni kurulan Büyük Türkiye Partisin de faaliyet sürdürüyordu. Bana birlikte çalışmayı, kendi işini birlikte sürdürmeyi teklif etti. Allah razı olsun, ben çok iyiliğini gördüm. Daha sonra Kenan Evren, Büyük Türkiye Partisini veto etti ve o teşebbüs sona erdi.

Daha sonra Turgut Özal ANAP kurdu. Birçok arkadaşımız burada görev aldı.  Seçimler oldu. Arkadaşlarımızdan ANAP’ tan bakan olanlar oldu.

Cemil Çiçek –“ arkadaşlarınızdan birini kararlaştırın, Keçiören’den Belediye Başkanı adayı olsun.” Dedi. Melih bey, Keçiören Belediye Başkanı adayı oldu. Melih beyden başka, birçok kişi aday olmuştu. Dişçi Hüseyin diye bir arkadaş vardı. Aday adaylarının hepsinin katılımı ile onun evinde toplantı yaptık. Adayların hepsi ’de konuşma yaptı. En çok kimin adaylığı isteniyor diye oylama yapıldı. Yapılan oylama ’da Melih bey en çok oy aldı. Yine’ de Melih beyin adaylığına karşı çıkanlar oldu. Turgut Özal, Keçiören Belediyesi Başkan adayımız Melih Gökçektir dedi. Belediye Başkanı seçiminde çok çalıştık. Melih bey seçimi kazanarak Keçiören Belediye Başkanı oldu.

Böylece benim de siyasi hayatım başlamış oldu. Keçiören Belediyesinde Özel Kalem Müdürlüğü, Başkan yardımcılığı yaptım

M.Y.- Keçiören Belediyesinde iken bir hatıranızı anlatır mısınız?

A.İ.-  Ankara Büyükşehir Belediyesi İmar Yönetmeliğinin hazırlanmasını, Melih Bey koordine ediyordu. Bir komisyon marifeti ile yürütülen çalışmada, yeni cami yapılmasına min. 3000 m2 alan şartı konuluyordu. Belediyemizde imarda çalışan yetkili bir arkadaşım, bu konuda beni uyardı. Ben de konuyu Melih beye ilettim. Melih beyin talimatıyla bu madde- “ Yeni imar planı yapılan alanlarda, camiler için min. 3000m2 alan ayrılır hükmü getirildi. İmar Yönetmeliğinde camiler ile ilgili önceden hazırladıkları madde hükmü değişmeseydi, eski yerleşim alanlarında bulunan birçok caminin alanı 3000m2 den küçük olduğu için yapılamayacaktı.

Büyükşehirde meclis üyesi iken, Ankara’nın ana yolları girişine anıtların yapılması, İstanbul Caddesinin adının Fatih Sultan Mehmet Bulvarı, Konya yoluna Mevlana Bulvarı, Çankırı yoluna Yıldırım Beyazıt Bulvarı gibi teklifleri getirmiştim. Bu teklifler kabul edildi ve İstanbul Caddesi Fatih Sultan Mehmet Bulvarı adını aldı, yollara anıtlar yapıldı.

 1989 Yılında yapılan seçimler ’de Melih bey seçimi kazanamadı. Çocuk Esirgeme Kurumuna Genel Müdür olarak atandı. Bende bu kurumun Kavacık Suyu işletmesinin başına geçtim. Melih beyin bu kurumda da çok güzel çalışmaları oldu.

Anavatan partisinde Melih beyle bir süre görev yaptık. Daha sonra, Melih Beyle birlikte Refah Partisine geçiyorduk. Büyük bir tören yapılıyordu. Rahmetli Özal'ın danışmanı olan öğretmen kökenli olan kişi ’de törende refah partisine geçiyordu. Bu arkadaş tören sırasındaki konuşmasında “ Herkesin bir öğretmeni vardır. Benim de bugünkü fikirlerimin öğretmeni öğrencim Ali İlkbahar olmuştur.” Dedi. Bu konuşmadan çok onurlandım.

M.Y.- Halk Ekmeğin başına gelme fikri nerden doğdu?

A.İ.-  Melih Bey Büyükşehir Belediye Başkanı seçilince, bana belediyenin hangi biriminde çalışmak istediğimi sordu. Bende-“ başkanım siz nerde derseniz, ben orda çalışırım.” Dedim. Bana ekmeğin başına geç dedi.

Halk Ekmeği devralmak için fabrikaya gittim. Önce bizi içeri almamak için direttiler. İçeri girdik. Eski Genel Müdüre tebligatı yapıp, onları gönderip göreve başladık. Sahaya indiğimizde yolların kazılmış, ekmek üretim makinaları eskimiş arızalanmış,  arızalı ekmek arabalarının yollara bırakılmış olduğunu gördük.  O zamanlar günde, 140.000 ekmek üretiliyormuş. Ekmeğe 20 ayrı katkı maddesi katılıyor, ekmeğin lezzeti yok yenmiyordu. Hayatta en zor şeylerden birisi, sevmediğin bir şeyi yemektir. Ben bile üretilen ekmeği yiyemiyordum. Fabrikanın piyasaya borçları birikmiş, un fabrikaları borç ödenmeden un vermeyiz diyorlardı. Hemen Konya’ya giderek, tanıdığım un fabrikasından un bağlantısı yaptım. Başkan’a giderek durumu arz ettim.

Başkanın talimatı ile şirkette sermaye artırımı yaptık. Borçları ödedik. Yeniden işe başladık. Bu arada gazete ’de bir haber okudum. Hacettepe Üniversitesinden Profesör Hamit Köksel Avrupa’da ekmekçilik ödülü almış. Hemen Hamit beyi buldum. Ona –“ Hocam biz Halk Ekmekte ekmek üretiyoruz ama ekmeğin tadı tuzu yok. Bize yardım edin, kaliteli ekmek üretelim. İsterseniz bizim kadroya geçin, ister danışmanımız olun.” Dedim.

Hamit hoca- “ Ben sizden para pul istemiyorum. Size yardım ederim bir şartla. Öğrencilerim sizin fabrikada staj yapacak.” Dedi. Bende teklifi hemen kabul ettim. Bana ekmeğe ne kattığımızı sordu. Bende- “ 20 Adet katkı maddesi katıyoruz.” Dedim.

Hamit hoca katkı maddelerini kaldırmamızı, unun ’da kendi istediği evsafta üretilmesini istedi. Bunları hemen yerine getirdik. Ekmeği bu şekilde üretmeye başladık. Ekmek pişerken etrafa o kadar güzel koku yayılıyordu ki, fabrikanın dışından bile koku alınıyor, millet siz ne pişiriyorsunuz diye soruyordu. Ekmeğimiz çok sevildi. Ürettiğimiz ekmeği yetiştiremez olduk. Fiyatımız da ucuzdu. Ekmek Büfesi sayısını 150 den 400 adede, sonrada 600 adede çıkardık. Halk, ekmek almak için kuyruğa girmeye başladı. Büfelerin önün de kuyruk oluyor, kadınlar kuyrukta beklerken elişi örüp, sohbet yapıyorlardı. Ekmeğe talep artınca, bizde ürettiğimiz ekmeği bir milyon adede çıkardık.

Halk Ekmekte Çarşamba günü, halk günü olarak düzenleme yapılıyor, halkın bize yaptığı taleplerini dinliyorduk. Bir Çarşamba günü, genç bir bayan ile erkek iki kişi geldi. Konuşma sırası kendilerine gelince- “ Bizim nikâhımız olacak, sizi nikâh şahidi yapmak istiyoruz.” Dediler. Bende-“ Niye ailenizden birini seçmedinizde, benim nikâh şahidi olmamı istiyorsunuz.” Dedim. Dediler ki-“ Biz ekmek kuyruğunda tanıştık. Sizin ekmeğiniz, bizim karşılaşmamıza neden oldu. Bu sebeple sizin nikâh şahidimiz olmanızı istiyoruz.” Dediler. Nikâhlarına katılarak şahitliklerini yaptım.

Bizim ekmeğimizin rengi, buğdayın rengine yakındı. Fırıncılar, Halk Ekmek beyaz ekmek çıkaramıyor diye propaganda yapmışlar. Dedikleri beyaz ekmek, buğdayın en yararlı kısmının atılarak, ortasında bulunan nişastalı, şeker yoğunluklu kısmı ile yapılıyor.

Bundan 40- 50 yıl önce Anadolu’da bulunan su değirmenlerinde, buğdayın tamamından un yapılıyordu. Buğdayın en yararlı yeri kepek kısmı ve onun altında bulunan demir, çinko, folik asit, B1, B12 vitaminleriyle bazı minerallerin bulunduğu kısımdır. Beyaz ekmek üretilirken, her 100 kilogram buğdaydan elde edilen 35 kilogramlık kepek yem sanayinde kullanılmaktadır.

Yüz kilogram buğdaydan sadece 65 kilogram “beyaz” ekmek unu elde edilirken, tam buğday ekmeğinde ise 100 kilogram buğdayın 98 kilogramı un oluyor. Burada buğdaydan yüzde 33'lük kazanım oluyor. Yılda 16 milyon ton ekmeklik buğday tüketiliyor. Tam buğday ekmeği yersek, yılda 5 milyon ton buğday tasarrufu sağlarız. Fırınlarda tam buğday ekmeği üretimini sağlamak için 10 yıl süren mücadele verdik.

 M.Y.- Bu mücadeleyi nasıl kazandınız?

A.İ.- En son Sayın Gıda Bakanımız Mehmet Mehdi Eker bey, bizimle görüşmek için 20 dakika randevu verdi.  Biz Sayın Bakanla tam buğday ekmeği hakkında üç saat görüştük. Bakan bey, bizi büyük bir dikkatle dinledi. Bakan bey sağlık bakanı İle ’de görüştü. Tam buğday ekmeğinin tanıtımı için toplantı yapılmasına karar verildi. Rixos otelde üniversitelerin, bazı kuruluşların ve basının katılımı ile TAM BUĞDAY EKMEĞİNİ tanıtmaya çalıştık.  Vatandaşlar uyandı. Kendileri tam buğday ekmeğini aramaya başladılar. Un fabrikaları, buğdayın öğütüldüğü merdaneleri soğutarak, buğdayın en sağlıklı kısmının yanmadan, un elde edilmesini sağladılar. Bu durum ülkemiz ve insanlarımızın sağlığı açısından önem arz ediyor. Hayvan yemi olarak kullanılan kepek kısmı, un olarak kullanılmaya başlandı.

Bazı fırınlar işe hile katarak, unun içine karamele kattılar. Böylece simsiyah ekmek üreterek, ekmeğin kalitesinin bozulmasına neden oldular. Bu ekmeğin adına da tam buğday ekmeği dediler. Ben bunları uyararak, ürettiğiniz ekmeğe karamelli ekmek deyin dedim.

M.Y.- Ali Bey şu anda tükettiğimiz buğdayın GDO’sunda bir sorun var mı?

A.İ.-  Yurdumuz buğdayında hiçbir sorun yok. Sadece buğdayın daha iyi hale gelmesi için çalışmalar yapılmıştır. Asılsız söylentiler ile vatandaşın kafasını bulandırmaya çalışıyorlar. Tek sorun, tarlalara ekilen sünni gübrelerden oluşmuştur. Bu gübreler toprağın taşlaşmasına yol açmış, buğday üretimine zarar vermiştir. Biz ekmek yiyen bir milletiz. Ekmek bizim elimizden düşmez. Bulgur pilavını bile ekmekle yeriz.

M.Y.- Ali Bey siz, ekmek üretimi ve fiyatı ile Türkiye’nin nabzını tuttunuz. Bu hususta ne dersiniz.

A.İ. – Önceleri ekmek fiyatlarını, diğer fırınlar ile birlikte belirlemeye çalıştık. Fiyat belirlemede onlar, halkın aleyhine yüksek fiyatlar ileri sürdüler. Biz onlardan ayrışarak, kendi ekmeğimizin fiyatını kendimiz belirledik. Ekmek maliyetimizi tespit ediyor, üzerine kazanç koyarak ekmeği halka arz ediyoruz. Bizim fiyatımız fırınların fiyatının altında kalınca, onlarda fiyatlarını bizim fiyatlara çektiler. Bu durum tüm Türkiye için örnek haline geldi.

Diğer bir faaliyetimiz de, satılamayan ekmekleri toplayarak, onlardan cips dediğimiz ürün üretmeye başladık. Bu ürünümüz ’de piyasa da çok tutuldu. Satılamayan binlerce ekmeği tasarruf ederek, ekonomimize yeniden kazandırmayı başardık.

M.Y.- Genç nesille buradan ne iletmek istersiniz?

A.İ.- Biz dünya da en büyük imparatorlukları kurmuş, dedelerin torunlarıyız. Ülkemiz ’de bir ara batı diye tutturuldu. Tamam, batının da dünyanın da bize yararlı neyi varsa alalım.  Ama biz ayrı bir milletiz.  İlim ve tekniği alalım ama bunu biz kendi teknemizde yoğurarak, insanımızın hizmetine sunalım. Onların yaşam tarzları bizi etkilemesin. Biz kendi değerlerimize, varlıklarımıza sahip olalım. İşte o zaman bizi kimse yerimizden oynatamaz. 15 Temmuz bizim için milattır. Tankların karşısına nasıl inançla dikilmişsek, birlik ve beraberliğimize yönelen tehlikelerin karşısında da öylece duralım.

M.Y.- Ali Bey,   bize verdiğiniz bilgiler için size teşekkür ederim.

10.08.2017 Mustafa Yolcu 

 
Toplam blog
: 172
: 1405
Kayıt tarihi
: 26.06.09
 
 

1953 Yılı Çorum iskilip doğumluyum.  inşaat mühendisiyim. Ankara'da ikamet ediyorum Yazılarım baz..