- Kategori
- Deneme
Anne olmak...
ınt
Çalışmayan kadınları bir türlü anlamıyorum, neyimize özeniyorsunuz?
Yirmi senelik evliyim. Bu yirmi sene nasıl geçti, bana hiç sormayın...
Çalışan ve ayakları üzerinde duran! bir kadınım. Çoğunluğun tabiriyle,
o ayakların üzerinde nasıl duruyorum bileniniz var mı?
Sabahları eşimden önce kalkıyorum. Kocama ve kızıma kahvaltı hazırlamam lazım çünkü. Nasıl geliyor o sıcacık yataktan kalkmak anlatamam. Gün içersinde o yatağa bir daha dönemeyeceğimi bilmek, hele içler acısı. Bazen yatağı düzeltirken, tekrar yatıp uyumak istiyorum. Eşim ile kızım kahvaltılarını yaparken ben hemen yatakları düzeltiyorum, Pijamalarını katlayıp yatağın üzerine bırakıyorum. Denenmiş kıyafetleri kaldırıyorum. Bu arada kahvaltı bitmiş oluyor. Hemen masayı topluyorum. Bulaşıkları makineye yerleştiriyorum. Hemen giyiniyorum. Akşamdan hazırlamamışsam, elime geçen şeyleri giyip, kızımı alıp çıkıyorum. Birkaç bir şey atıştırmaya vakit yok.
Kızımı annemlere ben bırakıyorum, kocamın iş yerine ters mesafede olduğu için. Kızım benden ayrılamıyor, her sabah ağlıyor. Ben de ondan ayrılamıyorum, ağlayamıyorum. Minicik yavrum duygularını belli ediyor, ben edemiyorum. Bebeğimden ayrıldıktan sonra ağlamaya başlıyorum.
Öyle onu gözü yaşlı bırakıp çıkıyorum. Anne sıcaklığını hissettiremiyorum yavruma. İçimde nasıl bir suçluluk, nasıl bir suçluluk…! Sabahları koştur koştur bırakıyorum, akşam koştur koştur yine ben alıyorum. Annemin birçok işini de ben yapıyorum. Akşamdan temizliğini yapıyor, diğer güne yemek yapıyor öyle çocuğumu alıp gidiyorum. Eğer işi çoksa uzun sürmüş ise eve bile gidemiyorum orda kalıyorum. Diğer gün rahat etsin, işi olmasında çocuğuma bakabilsin diye. Annem de sağ olsun, kızım zaten sen gün boyu çalışıp yoruluyorsun git çocuğunla ilgilen dinlen demiyor. Daha çok küçük yavrucum.. Her zaman suçlu hissettim kendimi, kızımı bırakıp gittiğim için. Bu suçluluk yanlış şeyler de yaptırdı bana. Sürekli hediyeler alıyordum kızıma, ihtiyacı olmayan bir sürü şey, vb. onu bu şekilde doyumsuz yaptım, her şeyine ben koşturup onun yerine birçok şeyi ben yaptığım içinde özgüveni hep eksik oldu.
Eşim aslında çalışmamı istemiyor. İhtiyacımız olduğu için neden çalışmayım diyorum. Elim ayağım tutuyor ve sağlıklıyım, neden çalışmayacakmışım.
Haa birde kocamın eline bakmamam lazım, onun kölesi olmamam lazım, param olması lazım ki benim de sesim çıksın!..
Patronum da erkek, ama onun kölesiyim. Bağırışlarına, azarlamalarına gıkımı çıkar(a)mıyorum. Maaşımı o veriyor ya!..
Para kazanıyorum, ev hanımları çevremdeki herkes bana imrenerek bakıyor. Acaba o paradan beş kuruş cebime giriyor mu? Kızımın okul masrafı, olmazsa olmaz harcamalarımız, vs. geldiğinden fazlasını harcıyorum.
Eve pestilim çıkmış geldiğimden, yemeğiydi, temizliğiydi, çocuğun bakımıydı, annemin işleriydi derken en paspal halimle dolaşıyorum.
O kadar çok yoruluyorum ki, oturduğum yerde uyuyup kalıyorum. O kadar da tahammülsüz oldum ki, ben benle evli olsam beni çekmezdim!.. Kocamın her işine karışıyorum, ağzını açsa sinirlerim tepeme çıkıyor. Hele bir de dağınıklığı beni öldürüp bitiriyor.
Çok yoruluyorum, kendime ayıracak gram vaktim yok. Sözde çalışan kadın özgürdü. Hep okulda, çevremizde, ailemizde bunu işlediler beynimize. Hani özgürlük, ben niye göremiyorum? Hep özgürlük diye kandırdılar bizi, kandırıldığımı ne zaman anladım?
Benim annem de çalışmıyordu, ama sürekli bizim yanımızda da değildi. Eskiden öyleydi çünkü. Biz beş kardeştik ve hepimiz farklı yerdeydik. Akşamları ve hafta sonları bir araya gelir, birbirimizi yerdik. İnsan o günleri bile arıyor. Babam sürekli çalışır, bize daha iyi bir hayat sunabilmek için didinirdi, annem ev hanımı fakat, bütün iş annemin omuzlarında değildi. Bütün kardeşlere iş bölümü yapılmış halde. Tabi iş yükü büyükten küçüğe azalarak devam ediyor. Ben ikinci sıradaydım. Ablamdan sonra bütün yük bendeydi, birde ablam evlenip gittikten sonra tamamen yük sırtımda.
Gerçi çocukken de hayat zordu. Çoğumuzun önlük yakası bile yokken, kimimizin ki danteldendi. Sınıfın fakirleri belli olurdu. İthal fazlası veya son kullanma tarihi geçmiş ürünler dağııtılırdı sınıfta. Kahretsin nasıl bir aşağılamaydı bu…? Leblebi tozu yerdik, gereksizce susamalar için. Hepimiz izi silinmeyen aşılar olduk sol kolumuzdan. Arı iğnesinin ne kadar acı verici olduğunu öğrenmiştik küçük yaşlarda. En güzel yemekti, sokakta oynarken camdan uzatılan ekmek arası. En korkunç savaştı arkadaşlar arasında çıkan kavga ve en anlam veremediğim ilişkiydi yarın hiçbir olmamış gibi davranmaları. Ne olmuş nasıl olmuşsa bilmiyorum artık, ama çocukken de hayat zordu.
Hani sorsalar, geçmişte hangi zamana dönmek istersiniz diye, sanırım çoğumuz o çocukluk yılları diye başlarız söze. Mesela, babanızın o adamlık dolu sesini özlersiniz, o çocuklukta kalan evin neşesini özlersiniz. Çünkü avuçlarınızda izi kalmıştır, şefkatini parmak uçlarında bile taşıyan bir baba elinin. Çünkü herkesten her zaman daha sıcaktır ve onun gibisi bir daha asla bulunamayacaktır.
Şimdi de çok zor. Kariyer peşinde değilim, sadece zaruri ihtiyaçlarımızı karşılamak derdindeyim, bende daha iyi şartlarda çalışmak isterim tabiî ki. Şu anda bu mümkün değil, kaldı ki kadına bakış açısı değişmediği sürece, kadının adı da yok, yeri de yok. Herkes rahat bir yaşam ister tabiî ki. Onun içindir ki çalışan kadınlara hiç heveslenmeyin. Çocuğunuzla bol bol vakit geçirin, her şeyi paylaşın. Çıkarsız koşulsuz sınırsız sevin…