Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '18

 
Kategori
Çocuk Psikolojisi
 

Arslan Dedenin Evi

Arslan Dedenin Evi
 

Çakıllı yoldan arabayla savrula savrula iniyoruz biraz aşağıda gözüken 2 katlı eski ahşap eve doğru. Buram buram yaşanmışlık kokusu geliyor burnuma eve yaklaştığımda.

8 basamaklı beton merdivenden sonra eşiğe gelmeden sol tarafta oturan kadının eline doğru uzanıyorum öpmek için. Türkçeyle, Hemşince karışık kim olduğumu soruyor:

- “Ka (Kız) kimsun?”

Beni anlayabilsin diye sesimi yükseltip, oğlun Kamil’in torunuyum diyorum. Sol eliyle elimi sıkıp, sağ elini de üstüne koyuyor türkü söylemeye başlayarak. Dinlemek için yarım metre uzağındaki kapı eşiğine oturuyorum. Bastonunu alıyor eline, tutma yeriyle itiyor kalçamı yandan kalkmam için. Kapı eşiğine oturan kızlar evde kalıyormuş buralarda, kıkırdıyorum duyunca. Belki de haklıydın büyük babaanne, hep o eşiklere oturmaktan kalmış olabiliriz evde.

Kadın haklarının olmadığı yerlermiş eskiden buralar. Kız kaçırmalar dışında, evliliklerin tümü büyüklerin kararlarıyla yapılıyormuş mesela. Kadınlar tarlada ve evde ne kadar iş gücüyle çalışabilir değerlendirilmesiyle, gelin alınıyor. Önce erkeklerin karınları doyuruluyor hep, yemek kalırsa gelinler bölüşüyor. Kadınlar, erkek doğuramıyorsa kusurlu sayılıyor. Bir şans daha veriliyor, yine kız doğuruyorsa kuma ona müstahak oluyor.

Anneannem gelinlerden en şanslısı yine, dedem onu çok seviyor çünkü. 3 kızdan sonra doğuyor dayım. Adını Fatih Mehmet koyuyorlar. Adeta Fatih Sultan Mehmet gibi fethediyor buraları, kurtarıyor anneannemi kuma derdinden. Sonra dedem anneannemi alıp Ankara’ya yerleşiyor.

Ben Arslan dedeyi hiç tanımadım. Büyük babaanneyi de hikayenin başında anlattığım kadar hatırlayabiliyorum.

Efsaneleşmiş “3 harfli” hikayeleriyle biliyorum ben bu evi. Kadınların yaşadıkları eziyetlerden sonra psikolojilerinin bozulup, halüsinasyon görmeye başladıkları ev yani. Ah bir dili olsa da konuşsa, anlatsa da dinleyebilsem hepsini.

Tüm kuzenler yazın burada buluşurduk , harmanında eğlenip koştuğumuz evdi burası bizim için çocukken. En büyük korkumuz oyun esnasında tuvaletimizin gelmesiydi. O kadar hikaye dinledikten sonra bu evde yalnız tuvalete gitmek için yürek yemek gerekirdi.

Bir akşam oynarken ablama yalvardığımı hatırlıyorum. “Nolur benimle gel” diye. “Gizem biraz daha tut” dedi. Son noktama  gelmiş olmalıyım ki merdivenin 2.basamağına oturup onların koşturmasını izlerken kara kara düşünmeye başlamıştım. Ablam ölse oyunu yarıda bırakmayacaktı, üstüme yapsam annemden şamar yiyecektim, eve girsem çarpılacaktım. Seçim yapmak için de sürem sona ermek üzereydi, Allah’ım bana yardım et.

Sağ ayakla “Bismillah” deyip evin içine adımımı attım. Sessizce yürürsem belki 3 harfliler beni görmezdi. 5, 6 adımdan sonra kocaman bir holde buluyorsun kendini. Tüm odaların kapıları kapalı.

Başka koyacak yer bulamamışlar gibi, Arslan dedenin fotoğrafını tuvalete giden yolun sol tarafına asmışlar. O zamanki teknolojiyle nasıl o fotoğrafı renkli ve canlı gibi çekebilmişlerdi hala bilmiyorum. Öyle heybetli bir adammış ki rahmetli, fotoğraftaki bakışını görünce insanın tuvaleti yoksa bile tuvaleti geliyor.

Önce bakmadan geçmeyi denesem de baktım saygısızlık olacak, çerçeveyle konuşurken buldum kendimi:

-Arslan Dede, sadece ellerimi yıkayıp çıkacağım yüksek müsaadenle.

Gözleriyle onay verdiğini düşünmüş olmalıyım ki ‘pırrr’ diye koşup tuvaletin içinde buldum kendimi.

İlk bestemi o gün orada yapmıştım. Şarkımın adı “Tu Destur”, başka söz yok. Kaç kere tekrar ettiğimi hatırlamıyorum.

Fotoğrafta gördüğünüz ev, bu hikayedeki gerçek evdir, Akçakoca Hemşin köyünde. O taraflara yolunuz düşerse Tarihi Hemşin köyüne gelmeden sağ tarafta, Arslan Şeker’in evi.

Her sene dedemin mezarını ziyarete giderken el sallarım çakıllı yolun başından “Güle güle üç harfliler.”

 

 
Toplam blog
: 15
: 340
Kayıt tarihi
: 10.09.18
 
 

Gizem's Diary ..