Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Ağustos '06

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Babanız ile anneniz ne kadar aşıksa…

Babanız ile anneniz ne kadar aşıksa…
 

İnsanlar birbirlerine ne kadar aşık olabilir?
Bu soru ancak felsefi manyaklık durumunda gündeme gelebilir ki zamanın durduğu Türkiye’de bu manyaklık yaşanmayacaksa başka ne zaman ve nerede yaşanacak?Ve benden iyi manyak olarak kimi bulabiliriz?

Tezim, iki insanın birbirine aşık olabilme düzeyinin, anne ve babalarının birbirine aşık olma düzeyi ile belirlendiği şeklinde. Düşünsenize, bir evin içinde hiç tanımadığınız bir çocuk her an en beklenmedik şeyi yapabilecekken karşınızdakine konsantre olabiliyor. Aşkın en güzel yanı olan illegalitesini, içlerine sızma varken yaşayabilen iki ajanın romantizmini kim aşabilir ki... Sinema tarihine bir bakın bakalım. Tabii sonra bir de kendinize…

Çocuk olarak orada yakalayamadığınız ya da kenarından köşesinden gözünüze takılan şeyler, sizin de aşk profilinizi belirler. Ne yazık ki bu aile içinde bilinçli olarak çocuğa aktarılan bir birikimi içermez. Bilinçaltınıza ufak ufak işlenir. Bazen anne ile baba arasındaki kızgınlıkların çocuk gözüyle yanlış yorumlanmasıyla yanlış işlenir, bazen de sosyalliğin yarattığı hareketin doğru algılanmamasıyla.

Bütün bu eksiklikler yüzündendir ki, kimse anne babasından daha sıkı aşık olamaz. Onlar aşık değilse, hiç olamaz. Yaşadıkları sadece ilişkilerinde nasıl davranması gerektiğini öğretebilir ve belki her şey yaşanıp bittikten sonra, artık onlar ihtiyar kendisi de aşık olamayacak kadar katıyken, onların aslında neler yaşadığını anlayacak birikime ulaşabilir. Bu sanat tarihçisinin ya da arkeologun bulduğu izlerden sonuca ulaşırken yaşadığı orgazmı tattırır ona.

Bu satırları yazarken, aşk aslında İstanbul gibidir diyesim geldi. Bir zamanlar yemyeşil ve renkli bir dünyada ulaşılması zor bir şey olarak varmış. Şu anda ise, sahip olma ve teslim olmama yanlarıyla hüküm sürüyor. Ya Manhattan taklidi Mashattan’dayız, ya Dubai’nin kulelerine hakim olmaya çalışıyoruz.

Biz kazdıkça sadece Metro’ya çarpan kazı aparatı gibi garip kazalara yol açmıyoruz; eskinin ölülerini de ortaya çıkarıyoruz. Tıpkı, karşısındakinin kalbinde kendisine kalıcı bir yer açmaya çalışan birisi gibi, eski anılar, yaşanmışlıkları buluyoruz kazdıkça, sadece. Oraya tutunmak için kazdıkça kazıyoruz, sağlam hissetmiyoruz yine de.

Geçmişin oraya gömülmüş, artık oranın parçası olmuş yapılarını aşmak için çok daha büyüklerini, ihtişamlılarını ortaya koymak istiyoruz. En sonunda ortaya çıkan ise, ne kadar ihtişamlı olursa olsun, bir mezar oluyor.

İşin patladığı nokta ise, aşkın lafazan nitelemelerin aksine kalple ilgili bir şey olmamasından kaynaklanır. Daha çok kan adını verdiğimiz sıvımızla ilgilidir ve o damarda aktığı sürece yaşar. Kalp ise sadece pompadır. Damarlar, İstanbul’un trafiği gibi tıkandığında, metrosuna delici-kazıcı cihaz saplandığında olduğu gibi tek şeride düştüğünde; kısacası kanı akıtamaz hale geldiğinde, kalp çoktan ıskartaya çıkmış demektir. Tabii aşk da.

 
Toplam blog
: 38
: 987
Kayıt tarihi
: 04.08.06
 
 

1968 İstanbul doğumluyum. Hayatım boyunca elemelerden geçerek önce Kadıköy Anadolu Lisesi'ni, sonra ..