Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mart '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Benim İran günlüğüm

İRAN GÜNLÜĞÜ
19 Temmuz 07
Saat: 18.09

18.30’da kalkacak olan Tahran uçağına binmek üzere Sabiha Gökçen Havaalanı’ndayım. Bu benim ilk yurtdışı seyahatim olacak. Gitmeyi en çok arzu ettiğim yere gidiyorum.

20 Temmuz 07
Saat 00:44 İran saatiyle 01:11
Evet Tahran’dayım.
Uçakta yanımda oturan ve bana yardım edeceğini taahhüt ettiğini zannettiğim Tahranlı bir bayan tarafından, uçaktan iner inmez, ekildim. Üzerimdeki doları havaalanındaki mini bir bankada riyale çevirirken tanıştığım bir Türk yardımıyla taksiciyle pazarlık yapıp 40 bin tümenlik hizmetini 12 bin tümene satın aldım (sonradan öğrendim ki zaten yaklaşık ücreti buymuş). Ve hiç Türkçe bilmeyen sevimli taksicimle başladık Tahran’da otel aramaya. Süper Farsçamla anladığım kadarıyla benim için güvenli bir yer olarak düşündüğü oteller 50 dolardan başlıyordu ve bu benim için pahalıydı. Epey dolaştıktan sonra beni evine getirmeye karar verdi. Böylece para harcamamış olacaktım. Uzun ısrarlarından ve eşiyle beni telefonda tanıştırdıktan sonra ikna oldum ve yaklaşık 1 saat önce geldiğim bu evin oğlu Hamid’in odasına yerleşiverdim. Taksici Rıza, eşi mahbube, küçük kızları ise Hadis..
Yarın pansiyonu arayacağım. Uyumalıyım. Sabah ola hayr ola..

20 Temmuz 07
Saat: 13.50

Bu sabah hiç bilmediğim bir memleketin hiç tanımadığım insanlarının evinde uyandım. Daha doğrusu gece boyunca sürekli uyandım. Ev sahibesi “Mahbube” bana kahvaltı hazırladı.

Evlerinin salonu oldukça büyük, fakat odalar epey küçüktü. Anlaşılan birey olarak kendilerine fazla yer ayırmıyorlar, beraber olmayı seviyorlar. Odalar da havalandırma var ve anladığım kadarıyla klimaya bağlı. Eni konu lüks bir evdi yani. Rıza uyandığında beni hep beraber yurda bıraktılar. Bu kadar yardımsever olmalarına inanamadım.

Yurda girdim yani.. 40 gün için 100’ü depozito olmak üzere 503 dolar verdim. 6 gün boyunca iki kişilik odada kalacağım sonra 5 kişiliğe geçeceğim. Odamız gayet güzel. Öğrendiğim kadarıyla sigaradan nefret eden bir oda arkadaşım var. Mutfaktan 300 tümene çay satın aldım.
Yarın kurs başlıyor.

Men hayli heyecan darem

21 Temmuz 2007
Saat: 18:12

Bugünün “ilk”i de elbet kursa başlamam oldu.
Sabah benimle maksatları aynı olan iki Japon kızla beraber Tecriş’deki Dehhuda Enstitüsü’ne vasıl olduk. Seviye tespit sınavına girdim. Buna göre sondan iki önceki kura katıldım: “Pişrefte yek” Advance’ın ilk seviyesi yani. İleri yani.. Sınıfta iki Türk daha var. Biri erkek ki 40lı yaşlarda bir erkek ki ondan hoşlanmadım, diğeri ODTÜ’de Uluslar Arası İlişkiler bölümde doktorasını yapan bir kız ki onunla arkadaş oldum. İsm- i u Pınar est. O da yıllarca İran Kültür Merkezi’nde kursa gitmiş. Daha önce de araştırma amaçlı gelmiş buraya.Nişanlısı da burada araştırma yapıyor. Kurs bitiminde Tahran Üniversitesi’nin yurduna gittim onunla. Oraya kaydını yaptırdı. 5 hafta için 100 dolardan daha az bir meblağ ödedi ve ben beynimden vurulmuşa döndüm. Sonra benim pansiyona geldik ve devlet yurduna kabul edilmem söz konusu olursa paramı geri alıp alamayacağımı sordurdum Pınar’a. Kabul ettiler. Eğer ben de oraya geçersem epey kârım olacak. Burası daha lüks ama 5 gün sonra 5 kişilik odaya yerleşmem gerekiyor. Endişeliyim.

Oda arkadaşım, zannettiğim kişi değilmiş. Lili adında güzel bir kız. Sigara içmeme de karışmıyor. Kürt asıllı ve İstanbul’dan bir Vanlıyla mesajlaşıyor. Onun sevgilisi olduğunu söylüyor. Yüz yüze beş dakika görüşmüşler ancak. Oğlan da buna “ Sana aşık oldum” martavalı okuyor. Zavallı kız.. İran’dan nasıl bir bıkmışlık ki…..

Elan ba hanım-ı lili aks migirem.

23. Temmuz 07
Saat: 20.25
Dün çok yoruldum ve yazmaya vakit bulamadım. Pınar’la Emirabad’daki Tahran Yurduna geldik. O giriş kartını aldı ben de kayıt için başvurdum. Burada işler çok yavaş ilerliyor. Yazın devlet daireleri, bankalar 14.00 de kapanıyor. Biz kurstan 12’de çıkıyoruz ve 14’e kadar işlerimizi halletmeye çalışıyoruz. Dün başvurumu yaptım, bugün bankaya para yatırdım, yarın da kaydımı yaptırıcam. Bütün bunlara rağmen bugün kaldığım Venek’deki pansiyondan ayrılıp yurtta misafir öğrenci olarak yerleşmeyi başardım. Gerçi giriş kartım yok diye biraz zorluk çıkardılar ama onlara parayı ödediğimi ve kalacak başka yerimin olmadığını söyledim. Pınar’ın misafiri olduğumu da söyledim ama Pınar bu gece de gelmeyecek. Bana onu sorup duruyorlar.

Evet şimdi Pınar’a verilen odadayım. Bir oda arkadaşı(mız) var. İyi birine benziyor, Adı Şule.

Burada sigara içmek hoş karşılanmıyormuş. Bu arzularımı tatmin etmeme mani olamaz ama yine de dikkatli olmalıyım. En azından kesin kayıt yaptırana kadar. Daha 38 gün buradayım.

Dün pınar ve Bayram’la takıldım. Derbend denen bir yere götürdüler beni. Fotoğraf makinesini yanıma almadığım için üzüldüm. Oldukça otantik bir yerdi.
Men elan bâ hem-otâgem gezâ mi horem. Şeb be hayr.

25 Temmuz 07
Saat:23.20
Çarşamba
Nihayet hafta sonu geldi. Evet yarın hafta sonu. Devlet dairelerinin çoğu tatil, bazıları da öğleye kadar çalışıyormuş. Cuma da tatil. Diğer günler hafta içi sayılıyor.

Gittikçe daha çok hoşlanıyorum buradan. Bu sıcakta manto giyip, baş örtüsü takmak zorunluluğu olmasa, hatta sevebilirim burayı.

Şu an yurttan bir kızın doğum gününü kutluyorlar bahçede. Oda arkadaşım beni de götürdü. Bir erkeğin burada belki hiç göremeyeceği manzaralara şahit oldum. Gündüzleri simsiyah, upuzun kıyafetlere bürünmüş, belki de çarşafla dolaşan bu kızların akşamları nasıl bu kadar değişebildiğine şaşıyorum. Mini etekli, şortlu ve fazlasıyla oynak olan bu kızlardan çok hoşlandım. Dansları daha çok Azerilerinkine benziyor. Beni zorla oyuna kaldırmaya çalıştıklarında “Beled nistem, beled nistem -galiba ‘yapamam!’ anlamına geliyor- ” diyerek o kadar direndim ki kendi nazımdan utandım. Bir ara Ebru Gündeş’in bi şarkısı çaldı, bari buna katılayım, dedim ama sözlerini bilmediğim için onu da başaramadım.

Odamıza biri daha geldi. Bir Japon taze; Yoşia. Farsça konuşabiliyor. Bu odadaki, bu yurttaki ve hatta bu ülkedeki herkes benden daha iyi Farsça konuşuyor. Dil bilmemenin insanı geri zekâlı gösterdiğine inancım kuvvetleniyor.


İlginç durumlar ve olaylar:
Ulaşım hakkında:
*Otobüslerde iki bölüm var: Ön tarafa yalnızca erkekler biniyor. Kadınlar biletlerini ön kapıdan şoföre uzatıp arka kapıdan otobüse dahil oluyorlar.( Bu kuralı bilmediğim için ilk gün erkeklerin arasına girmeye çalıştım ve bana sürekli “Ne!ne!” nidalarıyla bi şeyler anlatmaya çalışan şoföre bi süre aptal aptal baktım.) Otobüs biletleri çok ucuz; 200 riyal. 3 kuruş (30 kuruş değil, dikkat!) falan ediyor yanılmıyorsam.

* Hatt-ı taksi denen dolmuş benzeri arabalarla belli güzergahlara gidilebiliyor. Yoldan kadın ya da erkek 4 kişi alabiliyor. Ama bunların ücretleri her seferinde değişik olabiliyor. Mesela bir seferinde 200 tümen verdiğim yolculuğa aynı mesafe için başka bir sefer 450 tümen verdim. Belki de yabancı olduğum için beni kandırdılar. Men ra ferib dadend.

* Derbest denen sistem bizdeki taksi tutmaya benziyor. Ama bunun için taksicilik yapan birilerini aramaya gerek yok. Yoldan geçen herhangi bir arabayı durdurup pazarlık yaparak gidecekleri yere gidebiliyorlar. Genelde derbest için 3500 tümen veriyoruz Pınar’la ki 4.5 lira kadar ediyor.

27 Temmuz 07
Cuma
Saat: 21. 43

Bugün de dün olduğu gibi hafta sonu tatiliydi. Yarın da Hz Ali’nin doğum günü olduğundan bayram (ceşn-i tevellüd-i imam Ali) tatili olacak.

Bu akşam üstü oda arkadaşım Şule ve arkadaşlarıyla Gişa’da bir parka gittik. Bir kitapçıdan iki Hafız divanı aldım. Sunneti dedikleri el yapımı kötü bir dondurma yedim ve ab-ı talibi (kavun suyu) içtim.

Gözlemlerim

Burada arabasına bindiğimiz taksiciler, alışveriş yaptığımız satıcılar kendilerine borcumuzu sorduğumuzda “İstemez, siz benim misafirimsiniz.” diyorlar. Teşekkür edip tekrar sorunca ücreti söylüyorlar. Bir gün takside böyle bir durumdayken Pınar’a para vermek için neden ısrar ettiğini sordum. “Buna burada “taarruf” diyorlar.” dedi. “Eğer para vermeden inersen arkandan seslenip parayı alır.” Gereksiz bir nezaket yani.

30 Temmuz 07
Saat: 20.45

“To aziz-e delemi”
Farsça mahalli bir şarkı dinliyorum. Böyle başlıyor.

Yurtta “odamdayım”. Burayı da epey benimsemişim hani. Kurs bittiği zaman kendimi yurda atmak, dinlenmek ve Farsça çalışmak istiyorum. Fakat gezme fırsatlarını kaçırmamak için çoğunlukla Pınar ve Bayram’la takılıyorum. Dün Niavaran sarayına gittik mesela. Son şah Muhammed Rıza ve karısı Ferah’ın yaptırdığı yazlık saraymış. Oldukça bakımlı ve görkemliydi. Şahlık sisteminin tüm mirasını reddeden bir devletin orayı müzeye çevirip muhafazasına gösterdiği özen kabil-i teveccüh be nazar-ı mâ idi.

Dün iki yeni arkadaş taşındı odaya. İkisi de Türk. Sevimli kızlar Gülseren ve Gonca. Ama odada 5 kişi olduğumuz için (odamız 4 kişilik) bu sabah yurt “defter”ine uğradık ve rahatsızlığımızı dile getirdik. O kadar rahat ve gamsız insanlar ki bu koca gözlü Farslar… Ciddi ciddi rest çekmesem, durumun kabul edilemeyeceği hakkında ısrar etmesem “yer yok” deyip başlarından atacaklar bizi.
İş görmeye üşeniyor bunlar.

Mesela bugün saat 13 sıralarında sebze meyve satan bir merkeze gittik, bize öğle tatiline girdiklerini, saat 15’e kadar da dükkanları açmayacaklarını söylediler. Hakikaten de 15’e 5 kala bile satış yapmadılar. Siestaya çekilmiş efendiler.
Tüketim toplumu olmadıkları için burada tüketim malzemeleri fiyatları bizimkiyle kıyaslanınca yarı yarıya. Giyim ve kap kacak da nispeten ucuz. Satıcılar para kazanmak için çok istekli görünmüyorlar sanki. Mal satmak için ısrar eden görmedim hiç.

Sokaklar pis, trafik yoğun. Bir arabanın içinde de dışında da olsam sürücüler aklımı alıyorlar. Araçların büyük çoğunluğu kaportası yamulmuş şekilde seyrediyor. Galiba sık rastladığım Peugeot’dan başka yabancı marka araba pek yok burada. Pınar, bunun sebebinin Avrupa ülkelerinin İran’a koyduğu ticari ambargo olduğunu söyledi.

Bugün buzdolabımızı doldurduk. Yaklaşık 30 ytl ile ikimize de bir hafta yetebilecek erzak aldık.

Hafta sonu (Çarşamba akşamı) Tebriz’e gidiyoruz.
Şimdi “Rain Man(Adem-i Bârân)” i Farsçasından okuyacağım.

1 Ağustos 07

Saat: 15.00

Uykudan kalktım. Burada kurstan döndükten sonra öğle uykusuna yatmayı adet haline getirdim. Gündüzleri gördüğümüz iki saat dersten sonra nedense yorulduğumu hissediyorum.

Dün sinemaya gittik ismi “Ruz-ı sevvom”. Oldukça iyi bir yerli filmdi. Sözlerini anlamadım, sadece resimlerine baktım ;) ama konuyu derk ettim. İran’da sadece yerli filmler gösterime giriyormuş. Yabancıları ancak CD’lerden izlemek mümkün. Sinema salonları bize göre daha iptidai. Hele seyirciler –şaşılacak şey- Türklerden de görgüsüz. Salona soktukları naylon paketli yiyecek malzemelerinin çatırdata çatırdata yemek ve acıklı sayılacak bir sahnede bile ufacık bir bahane bulup kahkahalar atmak bize özgü bir köylülük değilmiş, müşahade etmiş bulunuyorum.
Bu akşam Tebriz’e gidiyoruz otobüsle. Otobüs biletleri yaklaşık 5 bin tümenmiş. Hayli giran est.phh?

4 Ağustos 07

İşte o akşam Tebriz’e gidemedik.
Saat 22 olduğunda bayram ve arkadaşları bizi yurda almaya geldiler. Ama kapıdaki bayan görevliler bizi dışarı bırakmamakta ısrar ettiler. Ben bunun konuşarak hallolacağına inanıyordum. Tebriz’e gitmek üzere yola çıkmak zorunda olduğumuzu, biletlerimizin alındığını, 1 saat sonra otobüste olmamız gerektiğini söyledik. Yurt müdürünü aradılar o da izin vermedi. Dinlemeyip çıkmak, daha sonra da hesabını vermek üzere kapıya hamle yaptık, bizi engelleyip kapıları üzerimize kilitlediler. Pınar da Bayram da hayli asabânî şodend. Bağırdılar çağırdılar ama onları ikna etmekte muvaffak olamadılar. Bense bir Farsla kavga edebilecek kadar Farsçaya hakim olmadığım için pek sakin durdum. (Öyleyse ders: Dil bilmeyenler çok mülayim olurlar. Öyleyse hadi gelin dillerimizi unutalım)Yaklaşık 1, 5 saat uğraştık, o kadar gürültü yaptık ki biletlerimizi görmek kaydıyla bizi bırakacaklarını söylediler. Oysa otobüs çoktan kaçmış ve neyse ki biletler geri verilebilmişti. Bu durum bence oldukça ilginç. Yabancı da olsan, yaşın 30’u geçmiş de olsa sana çok da sağlam sayılamayacak kurallarını dayatıveriyorlar. Bunu kabullensem bile üzerime kapıyı kilitlemelerini şaşkınlıkla karşıladım. Böyle bi şey Türkiye’de olsa, yani çıkıp gitsen senden savunma alırlar, olmadı yurttan uzaklaştırırlar. Benim bir yabancı olarak geceyi yurt dışında geçirebilme gibi bir hakkım varken giriş saatlerinden sonra dışarı çıkmak istediğim için içeriye kilitleniyorum.

Neyse tabii ki gece gidemedik Tebriz’e. Sabah 7’ de yola çıktık ve yol 8 saat sürdü. Geceyi bizimle beraber gelen Kamuran adlı Azeri bir gencin ailesinin evinde geçirdik. Oldukça hoştu. Yahu İran’ın göbeğinde (yok pek de göbeği değil tamam) rakı içtik o aileyle.

Tebriz’i de görmüş oldum böylece. Haftaya İnşallah Şiraz. Uçak bileti bulabilirsek.. Otobüsle 20 saat çünkü.

11.08.07
Saat: 20.00

Bugün haftanın ilk günü (şenbe) olmasına rağmen yine dini bir gün olması hasebiyle resmi tatildi. Tüm günümü yurtta geçirdim, ders çalıştım dinlendim.

Hala Farsça konuşamıyorum ve buna çok sinirleniyorum. Pınar’ın her daim yanımda olması ve ihtiyacım halinde Farslarla onu muhatap etmem ilerlememe mani oluyor ama , rahat da etmiyor değilim.

Bu hafta sonu Şiraz’a bilet bulamadık ama gelecek hafta dört kız uçakla gidecez. Sonraki hafta sonu da trenle Isfahan’a.

Bu şehri, bu ülkeyi gezerken aslında gezmeye ve yeni yerler görmeye pek de meraklı olmadığımı anladım. Tembel ve kötü bir turistim ben. Bugünlerde Pınar’la müze gezip durduk hep. Yoruldum ve sıkıldım. Alışveriş yapmak hediyeler almak istiyorum. Köylüyüm ben.

Dün akşam tesadüfen bir kültür merkezine girdik ve tam o saatte başlayan bir tiyatro oyununu izleme fırsatı bulduk. Elektra’yı ve Romeo ve Juliet’i adapte edip farklı bir yorumla sunmuşlar. Çok keyifliydi.

Daha önce yabancı sinemaların gösterime girmediğini söylemiştim. Yanılmışım. Dün akşam benim nerdeyse 1 yıl önce CD’den izlediğim bir “Trier” filminin afişini gördüm sinemada. İlginç.

Taksiciler bizi hala kandırmaya çalışıyorlar.

Milli kütüphaneye başvurduk üyelik için. Haftaya kartımız çıkacak. Yani öyle tahmin ediyorum.
Yarın ders var.

19 Ağustos 07

Buraya geleli tam 1 ay olmuş.
Milli kütüphane ile ilgili emel ve heveslerimiz kursağımızdan bir parmak aşağı inmemekte kararlı. İran’da bürokratik işlemlerle uğraşmak için ya güçlü olmalısın ya da fazla sabırlı. Elbette akıllarına başvurduğumuz gün talep etmedikleri bir belge geliverince kayıt işimiz de yattı (Aynı şeyi yurt kaydında Pınar’a da yapmışlardı). İstediğimiz CD’ leri hala hazırlamadılar mesela. Çok yavaşlar çok.
Hala Farsça konuşmayı başaramamam moralimi bozuyor. Gülseren ve Gonca benden 2 kur aşağıdalar ama dertlerini gayet güzel anlatabiliyorlar. Ben çok zorlanıyorum ve konuşmayıveriyorum. Gelişimin 3. gününden beri Farsça rüya görüyorum ama tek kelime anlamıyorum. Güya benim rüyam.

Geçen hafta sonu diğer 3 Türk kızı ile Şiraz’a ve Yezd’e gittik. Şiraz Persapolis dolayısıyla turistik bir yer. Orada gerçekten kendimi turist gibi hissettim. Pazarda pazarcıların mallarına bizim için biçtikleri fiyatla gerçek fiyatı arasında en az 3 kat fark var. Yanımızda bize yardım eden bir Azeri olmasa alışverişimiz çok pahalıya gelecekti.Türkiye’de turistlerin neler çektiğini idrak ettim ve nefret ettim bu tür insanlardan. Tüm satıcılara kuşkuyla yaklaşıyorum artık.

Şiraz’a uçakla gidip akşama kadar gezdikten sonra otobüsle Yezd’e vardığımızda saat sabahın 3.30’uydu ve otele gitmeye hiç niyetimiz yoktu. Sabaha kadar terminalde beklemeyi düşünüyorduk ki birden terminal mescidinin açıldığını ve kiminin ibadet, kiminin de dinlenme amacıyla içeri doluştuklarını görünce çok sevindik ve namaz mırıltılarının arasında güzel bir uyku çektik. Bu mescitte uyuma işini öğleyin şehir içinde de gerçekleştirdik. Zannımca insanlar biraz garipsediler ama hiç ilişen de olmadı.

Yezd’in çok farklı bir havası var. Sokaklarında dolaşırken kendimi bir sinemada doğu ülkelerinde bir macerayı anlatan bir filmi izliyormuş gibi hissettim. Daracık sokaklarda sağlı sollu kerpiçten yapılmış binalar ve binaların üstünde belki yüzyıllar öncesinden kalan ve zamanının klima görevini üstlenen “badgîr”ler şehre kahverengini vermiş. Gerçekten film manzaraları gibi. Hele bu şehirde yaşayan Zerdüştlerin aramgâhları, ateşkedelerini ve kendilerini görme şansını ancak filmlerde yakalayabilirdim. Gördüğüm en doğulu şehir burasıydı.
Bu hafta sonu Isfahan’a gidiyoruz. En merak ettiğim yer.

24 Ağustos 07
Saat 13.35

2 gece önce trende başladığımız Isfahan yolculuğundan bu sabah döndük. Yaklaşık 8 saat sürdü yolculuk. Gidiş de dönüş de yataklı trenle gerçekleştiği için her zamankinden daha az yorulduk. Yataklı tren tıpkı otobüsler gibi çok ucuz. Biz 3 kişi 6 kişilik kompartıman biletlerini (gidiş – dönüş) 40 bin tümene satın aldık. Yaklaşık 50 ytl.

Gelelim Isfahana. Arabamız ve zamanımız olmadığı için çok fazla dolaşamadık. Zamanımızın çoğunu pazarda geçirdik. Keşke biraz daha param olsa dediğim anlar oldu hep. Öyle ilginç, Isfahan’a özgü süs eşyaları var ki. İran’a özgü el sanatlarının çoğunu pazarda görmek mümkün. Hatta yapılışlarını da. Hatemkâriden çerçeveler, kalemlikler, saatler, kemikten sürmedanlar, resimler, elbaskısı örtüler, gümüş ev eşyaları ve şu an aklıma gelmeyen birçok elişi. Hakikaten büyüleyici.
İsfahan gezdiğim diğer İran şehirleri içinde şehre en benzeyeni.

27 Ağustos 2007

Dün akşam Tahran’daki en keyifli anlarımdan birini yaşadım. Tahran üniversitesinde tarih doktorası yapan ve yeni tanıştığımız Esra, odamıza gelip bize lokal benzeri bir yerde Azerilerin her hafta yekşenbe geceleri musiki toplantısı düzenlediklerini söyleyince yeni ve farklı bir ortama gireceğimizi düşünerek heyecanlandık. Biz yabancıydık ve yerlilere dışardan bakıp şaşıracaktık. Oraya gittiğimizde Azerbaycan’dan gelen ve musiki ile yakından alakalı olduklarını öğrendiğimiz Bakulü Türk misafirlerin ve biz Türkiyeli Türklerin varlığının memnuniyetle ve sürekli olarak vurgulanması ortamı misafir-ev sahibi, yabancı-yerli ikiliğinin dışında, Türk birliği düşünce ve hisleriyle doldurdu. Hele bize hiç de yabancı olamayan şiirleri şarkıları dinleyip danslarını izleyince soydaşlık heyecanımız elle tutulur hale geldi. Gurbet ellerde Türkçü olacağım kimin aklına gelirdi!:) Fakat Türk birliği ülküsünün asla gerçekleşemeyecek bir hayal olduğu düşüncesine bir kez daha inandım. Öyle farklıyız ki hepimiz aslında. Aynı çatı altında yaşamaya kalksak birbirimizi boğazlarız.

29. Ağustos 07
Saat:23.10

Bu gece bu ülkedeki son gecem. Benden başka kimse kalmadı gruptan.
Burada yeni – Türk- arkadaşlar da edindim. Biri Fars edebiyatında doktora yapmış; Turgay. Bir haftaya kadar o da dönüyor Türkiye’ye. İnşallah orda da arkadaşlığımız sürecek. bu alanda ondan çok yararlanabileceğimi düşünüyorum.
Burada kabil-i teveccüh başka bir husus da Türklerin hepsinin birbirini tanıyor olması. Hatta birbirlerini tanımakla kalmıyorlar, birbirlerinin tanıdığı İranlıları, Azerileri falan da tanıyorlar. mesela kitapçıdan tanıdığınız birinin evine gittiğiniz de pazardan tanıdığınız bir başkasıyla karşılaşabiliyorsunuz. Ben bile burayla bağlantılı olan ya da önceden olmuş insanların çoğunu ismen de olsa biliyorum artık. Ortada dönen isimler hiç yabancı değil bana.

Yarın Rey’e şehrine gidiyoruz. Asıl şehir eskiden orasıymış. Bazı mescitlere girebilmek için çador giymek zorunluymuş. Du bakalım ne olacak?

Geçirdiğim 40 gün bence çok güzeldi. Bu ülke ve bu dil bana “Keşke daha önce gelseydim.” dedirtiyor bana. Ahhh! Ben yine de şöyle demeye çalışacağım: “İyi ki gelmişim.”

YİNE GELİRİM::::::::::::::::

GÜLÇİÇEK KORKUT AKÇAY

 
Toplam blog
: 3
: 3512
Kayıt tarihi
: 01.03.08
 
 

Eski türk edb. alanında doktora yaptım. ..