Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Eylül '18

 
Kategori
Şiir
 

Bir Garip Suçlama

Bir Garip Suçlama
 

Edebiyat dünyasının çok değerli ismi, yenilerde yitirdiğimiz ve benim de kendisine hayranlığım büyük olan Sennur Sezer'in şiiri ile konuya giriş yapmak istedim.
 
Kadının Akşam Duası
 
Durmadan dağılır oda
Küflü bir ıslaklık dolaplarda
- Aşkı düşün aşkı, dayan -
Işıldayan sabun köpüğü 
 
- Öyle yakınımda ki seçilmiyor
Yaşamanın çizgileri
Saçlarıma değmeden geçiyor
Camlarda kalıyor izi
 
- Bir çayevinde olmalı şimdi
Şiirler okumalı akşam serinliğinde
Uzaktan uzağa toprak kokusu -
Bulaşık kalsın
Soğudu su, yağlar dondu
Çorba pişmeli
 
- Yüreğine akşamla çökeni
Sokaklar uzaklaştıramaz
Uyanırsın yanında yabancı biri
Aşkı kimseler kurtaramaz
 
Öyle yakınımda ki seçilmiyor
Yaşamanın çizgileri
 
Sennur Sezer
 
 
*Bu şiirde herkesin anlayabileceği biçimde bir kadının akşam yaklaştıkça, bitmez tükenmez işleri arasında, istekleri olmasına karşın bunları yapamadığı, kendini nasıl yitirip gittiği ve yaşamın tekdüzeliği anlatılmaktadır. Günümüzde bile çoğul kadınların yaşamı bundan ibarettir. Bu gerçeği dile getirmek suç mudur? Gelin görün ki esas konumuzda buna benzer yazılmış bir şiirin, şairinin başına gelen olay traji-komik bir şekilde suç sayılmıştır. 
 
28 Şubat 1942 tarihli "İnkılapçı Gençlik" Dergisi'nin birinci sayfasında "Bulut Geçti" adlı bir şiir yayınlanır. Şiir şöyledir:
 
Sen şimdi kocanın evinde oturursun 
Ve saçların artık eskisi gibi değil 
Geceleri yemekten sonra 
Çorap söküğü dikersin 
Belki de ellerin soğan kokar 
Senin kocan bir suratı çirkin adam 
Ağzı açık uyur 
Ve senin vücudun bozulur çocuk doğurdukça
 
  Bu şiir o tarihte 23 yaşında olan şair Salah Birsel'indir. Aynı tarihte bir yıl önce yayınlanmış olan "Garip" adlı kitapta Orhan Veli, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat'ın şiirleri tutucu ve bağnaz çevreler tarafından sindirilemeyerek büyük tepki görmüştür. Daha sonra bu şiirinden dolayı 23 yaşındaki genç şair Salah Birsel de bu tepkiden nasibini alır.
 
O zamanlarda çıkan Ulus Gazetesi'nden Sabahattin Sönmez'in hışmına uğrar. "Haydi, gençlerin yeni sanat anlayışlarına, yeni şiirlerine tahammül edelim, bu sabrı gösterelim, fakat bu zararlı propagandaya göz yummak kabil midir?" diye sorar ve şairin şiiri ile "milli aile" nin yapısına saldırmakta olduğu, evlilik kurumunu küçümsediğini, ayrıca şiirin yıkıcı olduğunu söyler.
 
Bu kışkırtmalara, ne yazık ki dönemin ünlü edebiyatçıları da katılır. Refik Halit Karay Tan Gazetesinde "Çorap Söküğü Diken Zavallı Ev Kadını" başlığıyla yazdığı yazıda: şiirin yalnız evlenmeyi kötülemekle kalmayıp, genç kızları ere varmaktan, evli olmaktan şiddetle tiksindirdikten başka, onları sadece bir eğlence ve nefis körletme vasıtası olarak tanıdığını, oynaşlığa, sürtüklüğe heveslendirdiğini anlatır.
 
Bunun üzerine hakkında dava açılan Salah Birsel, İstanbul 7. Ceza Mahkemesi'nde yargılanır. Yargıç aklı başında, aydın bir insandır ve şiirde söylenenlerin son derece doğal ve en önemlisi gerçeğe uygun bularak, 1942 yılının 17 Nisan günü yapılan duruşmada şairi aklar. Ancak, Salah Birsel içine düştüğü bu durumdan öyle kolay kurtulamayacaktır.
 
İstanbul Cumhuriyet savcı yardımcılarından Hilmi Davaslıgil şiirin "aile mevcudiyetini ve aile kurmak esasını sarsacak ve kadınlığın ana olmak hususundaki fikri temayülünü zayıflatacak" nitelikte olduğunu, Salah Birsel'in "açıkça çocuk doğurmamayı telkin ettiği" ve de mahkeme kararının bilirkişiye başvurulmadan alındığını belirterek Yargıtay'a başvurur.
 
Genç şair, Basın Yasası'nın 41. maddesine göre yeniden yargılanır. Bu madde "Bir aydan bir yıla kadar hapis cezası" demektir. Yargıtay bilirkişi raporu olmadığı için kararı bozmuş, yargıç da bu karara uymuştur. 
 
Şiirin ve şairin kaderini belirleyecek bilirkişi heyeti üç edebiyatçıdan oluşur; Mithat Cemal Kuntay, Orhan Seyfi Orhon ve Halit Fahri Ozansoy. Salah Birsel'in lehine rapor veren yalnızca Ozansoy olur ve bu Salah Birsel'in yazdıklarının gerçekçilik olarak değerlendirilmesi gerektiği ve hiçbir suç unsuru taşımadığını ifade eder.
 
Burada dikkatinizi çekmek istediğim nokta: aynı yolda yürüyenlerin yoldaşına gördüğü revanın acı gerçeğidir. Günümüzde de eleştiri veyahut birbirinin yazdığını değersiz bulma gibi, benzer vakalar vukuu bulmaktadır. 
 
Gelelim Salah Birsel savunmasına: "Ben şiiri anlam için yazmam. Zaten bugün şiirde anlamın temeli oluşturmadığı üzerinde bir düşünceye varılmıştır. Ben şiir yazarken, bir güzellik yaratmak isterim. Şiir, sözcüklerle yazıldığı için, kendiliğinden bir anlam çıkar. Şiir sözcüklerin birleşmesinden meydana gelmiş büyük bir sözcükten başka bir şey değildir" der. Ancak 13 oturumdan sonra mahkeme kararını açıklar ve şairi suçsuz bulur.
 
*Bu konudaki yazısından yararlanarak yazdığım Sunay Akın demiş ki: sizi bilmem ama ben, başımı kaldırdığımda geçip giden bir bulut görsem, Cumhuriyet tarihimizin en saçma sapan davalarından birinin sanığı olan Salah Birsel'i anımsarım. Yalnızca bulut geçince mi?... Kocasının evinde oturan, saçları eskisi gibi olmayan, çorap söküğü diken, elleri soğan kokan, suratı çirkin bir adam olan kocasının dövdüğü, nüfus planlamasına karşı cephe olarak, vücudu çocuk doğurdukça bozulmuş kadınların dramları, gözyaşları ve çaresizlikleriyle televizyon ekranında karşılaşınca da Salah Birsel gelir aklıma. Böylesi "zavallı" kadınlar öylesine çok ki dramları, hayat öyküleri hafta içi her gün tüm televizyon kanallarını dolduruyor neredeyse!?.
 
Şairin kaderinde mevcut olan yargılama, geçmişte olduğu gibi şimdi ve gelecekte de sürecek gibi görülüyor. Oysa şiir aşktır, yaşamdır, insandır...Ancak şiire gönül vermiş olanlar bile zaman zaman bu haksızlığa ortaklık etmektedir. İğneyi önce kendimize batıralım. Biraz empati, hoşgörülük ve eğer gerçeği imliyorsa düşünceye saygı olmalıdır son sözüm. 
 
 
Hâdiye Kaptan
 
 
 
Toplam blog
: 467
: 145
Kayıt tarihi
: 16.05.11
 
 

Güzel Sanatlara tutkulu, Türk sanat müziği hayranı,  deniz ve İstanbul âşığı şiiryazar bir fâni....