Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Ağustos '07

 
Kategori
Sinema
 

Brad Pitt, Truva ve lamalar

Brad Pitt, Truva ve lamalar
 

Biliyorum epey gecikmeli ama ben ancak vakit bulabildim yazmaya...

Truva savaşı temelde iki kültürün egemenlik mücadelesidir. Batı tarafının kazandığı zafer o derece yer etmiştir ki kafalarda, biz İstanbul'u aldığımızda "eşitlik sağlandı" denmiştir. Her ne kadar dinler çatışması da olsa Ege'nin batı yakası doğu yakasına üstünlük sağlamıştır. Etkisini böylesi yıllar boyu gösteren bir savaşı anlatan filmin de epik bir destan olması beklenirken ben çok kötü hayal kırıklığına uğramıştım. En başta oyuncu seçiminden ve senaryonun taraflı olmasından rahatsız oldum, ama çok daha önemlisi, filmi seyreden ve konuyu bilmeyenlerin ne neden nasıl gibi sorulara cevap bulamadan sadece Brad Pitt'in kaslarıyla fimden ayrılması beni rahatsız etti.

Şimdi isterseniz hikayeyi bir de benden dinleyin, bakalım film nerede hikayenin gerisi nerede?? Bir tek unutmamamız gereken, aslında Truva savaşı konusunda bildiğimiz genel şeyler temelde bir kaynağa dayanıyor, Homer. Homer de temelde bir tarihçi değil, bir şair, yazdığı iki eser de İlyada ve Odise, tarihsel olaylardan çok hikayelere dayanıyor. Ancak bildiğimiz temel bilgiler bu kaynaktan geldiğine göre benim anlatacağım hikaye de Hollywood temelinden çok eski Yunan temeline dayanıyor.

Öncelikle hikayemiz Paris ile başlıyor. Paris Truva kralı Priam'ın oğlu. Ancak onun doğumundan hemen önce kahin Esakus "doğacak bu çocuk Truva'nın sonu olacak" dediği için Priam doğar doğmaz oğlunu öldürülmesi için başçobanı Agelaus'a verir. Agelaus bebeği öldüremeyip İda Dağı'nda kurtlara bırakır, ancak orada bir dişi ayı çocuğu koruyup besler. Bir hafta sonra geri dönen Agelaus da çocuğa kıyamayıp kendisi büyütmeye karar verir. Paris gayet kaliteli bir karakter olarak büyür, büyürken de sürülerini korumak için pekçok haydutla savaşır. Daha sonra da boğa güreştirmeye merak sarar. Bu boğa güreşleri sırasında rakibi boğa kılığındaki tanrı Apollon olur. Kendisinden daha güçlü bir rakibi hemen tanıyıp ona saygı duyduğu için tanrıların görüşlerine güvendikleri bir ölümlü olarak bilinir. Zeus'un düzenlediği bir törene davet edilmeyen kargaşa tanrısı Eris törende ortalığa üzerinde "en güzele" yazılı altın bir elma fırlatınca Hera, Atena ve Afrodit birbirlerine girerler en güzelin kim olduğu konusunda. Zeus da kadınların bu işine karışmak istemediği için ölümlü Paris'in fikrine danışmalarını söyler. Hayvanlarını otlatan Paris'i bulan tanrıçalar onu rüşvetle kandırmaya çalışırlar. Hera Anadolu'nun hükümdarlığını, Atena savaşta yenilmezliği, Afrodit de dünyadaki en güzel kadının aşkını rüşvet olarak sunar. Paris Afrodit'i "en güzel" olarak seçer, tabi sonuç olarak da en güzel kadının aşkını da kazanır, ama ufak bir sorun vardır, çünkü dünyanın en güzel kadını evlidir.

Şimdi gelelim dünyanın en güzel kadınına: Helen tanrı Zeus'un kızıdır. Dünyevi babası Tindareus Sparta Kralı'dır. Kardeşleri de Kastor ve Polluks, yani İkizler Burcu'nun iki tane parlak yıldızı. Bu hatun öylesine güzeldi ki cümle alem bu kadınla evlenmek için yarışıyordu. Yarışçılardan biri olan Odiseus baba Tindareus'a bir teklif sundu, eğer Tindareus Odiseus'un Penelope ile evlenmesine yardım ederse, Odiseus da baba Tindareus'un sorununu çözecekti. Sorun basit, herkes büyük hediyelerle kralın kapısına dayanıp dünyalar güzeli kızını istiyor, kime hayır dese ya reddedilenler birbirine girecek ya da reddedilenler Sparta'ya saldıracak. Odiseus ise basit bir çözüm buldu, kızı almak isteyenlerin tümü her kim kızın kocasına saldıracak olsa kızın kocası olacak kişiyi korumaya yemin edeceklerdir. Herkes bu yemini edince Helen Menelaus ile evlendi. Bundan sonra da Helen'in erkek kardeşleri Kastor ve Polluks ölünce Menelaus Sparta tahtına oturdu (filmde sanki Menelaus kırk yıllık Sparta'lı, zavallı Helen de dağdan getirdikleri köylü güzeli).

Gelelim Helen'in Paris ile kaçmasına: Burada da çokları diyor ki Paris Helen'i kendi isteği dışında kaçırdı, aslında Helen kocası Menelaus ve kızı Hermione'den (ne tesadür Harry Potter'ın da aynen onun yaşında olan bir arkadaşı var, hatta adı bile aynı) ayrılmak istememiş. Neyse, Helen Paris ile Truva'ya kaçı(rıl)nca, Menelaus'u korumaya yemin etmiş tüm Helen hayranları da Menelaus'un peşinden Truva'ya koşmuşlar. Bu tabii mitoloji, aslında eminim gerçeklikler daha çok Menelaus'un ağabeyi Agamemnon'un dediği gibi, bu aslında bir ticari savaştı.

Sonra gelelim savaşa: Öncelikle bu savaş on yıl sürdü, on gün değil. Ama sanırım on yıllık bir savaş filmi yapmak daha zor olduğu için on günlük bir savaş filmi daha kolay çekildi. Bu savaşta Yunanlılardan Aşil ve Ajaks, Truvalılardan da Hektor ve Paris öldü (evet Paris öldü, öyle sonunda mutlu yaşadılar falan yok).

Aşil Yunan şehirlerinden biri olan Truva'nın (bu Yunanistandaki Truva) kralı ile peri Tetis'in oğlu. Aslında Tetis'in peşinden Zeus da koşuyor, ancak Prometeus (hani tanrılardan ateşi çalan hınzır) Zeus'a Tetis'in oğlunun babasından daha önemli bir adam olacağını söyleyince Zeus vazgeçer, Prometeus'un dediği gibi Aşil babasından daha önemli biri olur. Annesi Tetis onu topuğundan tutarak Stiks nehrine daldırdığı için topuğu hariç neresinden yaralanırsa yaralansın öldürülemez. Çok kızgın bir savaşçı ve sırf bu kızgınlığından dolayı pekçok tanrının düşmanlığını kazanıyor. Mesela Truva savaşının hemen başında Hektor ve Paris'in küçük kardeşi Troylus'u Apollon Tapınağı'nın sunağında kafasını keserek öldürdüğü için tanrı Apollon Aşil'e ters. Hatta savaşın ilerleyen zamanlarında Paris'in attığı ok Apollon tarafından yönlendirilerek Aşil'i topuğundan vurarak öldürdüğü söyleniyor. Aslında bu savaş insanlardan ziyade tanrıların savaşı olduğu için savaş on sene sürüyor, bir yanda kuyruk acısı olan Hera ve Atena, diğer tarafta da Afrodit ve tapınağına saygısızlık yapılan Apollon. Bunları ve bunların arasındaki karışık ilişkiyi anlatmadan Truva'yı anlatmak ancak soğansız imambayıldı yapmaya benzer.

Neyse, devam edelim. Savaş sırasında Aşil'in en yakın arkadaşı ve pekçok kaynağa göre de sevgilisi olan Patroklus (evet, Aşil'in erkeklerden hoşlandığı söylenir) Hektor tarafından öldürülünce Aşil de tanrı Hepaistos'un yaptığı yenilmez sırhı ile Hektor'u yakalayıp öldürüyor. Ee tabi bu normal, zavallı Hektor ne derecede kahraman olsa da adam ölümlü, Aşil'in de arkasında hem ölümsüz olan annesi Tetis, hem de Hera ve Atena varken adamın yenilmesi zor. Hektor'u öldürdükten sonra da dokuz gün arabasının arkasında Truva surlarının çevresini dönüyor. Dokuzuncu günün sonunda baba Priam yalvar yakar (ve tanrı Hermes'in yardımı ile) Hektor'un cesedini alabiliyorlar Aşil'den. Sonra Aşil de Paris tarafından topuğundan vurularak öldürülüyor. Paris de savaş bitmeden Filoktetes tarafından öldürülüyor. Savaşın bitiminde Yunanlılar bu sefer de Aşil'in yenilmez sırhı için savaşmaya başlıyorlar. Savaşı kaybeden Ajaks'da kendisini öldürüyor, yani onu Hektor öldürmüyor. Savaşın sonunda da sağ kalan Menelaus karısı Helen'i alıp Sparta'ya geri dönüyor ve ikisi çocukları ile mutlu bir hayat yaşıyorlar.

Ama bildiğiniz gibi Hollywood böyle çalışmıyor:

Öncelikle Brad Pitt'den başlayalım. Bu adam Aşil, yani Yunanlıların büyük kahramanı. Kahraman belki biraz basit kaldı, şampiyonu diyelim belki de. Yani her yönü ile örnek gösterilen bir savaşçı. Yenilmez ve öldürülemez çünkü annesi onu neredeyse yaralanamaz yapmış, bir tek topuğu hariç. Şimdi filmdeki Aşil'de bunları buluyor muyuz?? Aşil kim olurdu bu filmde?? Arnold kesinlikle olurdu, Dwayne "The Rock" Johnson olurdu. Film sektöründeki iriyarı, bu adam beni çok fena döver görüntülü herkes Aşil olurdu. Ama Brad Pitt benim için Joe Black'tir, Tyler Durden'dır, Rusty Ryan'dır, hatta Thelma and Louıse'deki JD'dir, yani akıllı, becerikli ve hoş çocuk, benim hafızamda hiçbir zaman kafası yerine kaslarını kullanan biri olarak yer etmedi, bu filmde de yerine oturmadı.

Sonraki rahatsızlık Diane Kruger. Bu hatun dünyanın en güzel hatunu olmalı, ama Hektor'un karısı Andromake'yi oynayan Saffron Burrows bile bence ondan daha güzeldi. Hatun National Treasure'da gayet güzeldi, ama bu filme dünyanın en güzel kadını olarak hiç yakışmadı.Senelerdir o role kim otururdu diye düşünüp duruyoruz, sanırım bir Monica Bellucci ve on yaş gençken olurdu.

Son olarak da Paris'i oynayan Orlando Bloom. Aslında rolüne iyi uydu, ama benim gözümde kendi film hayatını bitirdi. Paris'i oynadıktan sonra bir daha maço savaşçı olarak onu her gördüğümde Truva'da Hektor'un bacağına sarılarak ağladığı sahne geliyor. Bundan sonra bana hep anne kuzusu olarak görünecek. Onun için de Karaip Korsanları'nın üçüncüsü bana gerçekten komedi geldi, neredeyse her sahnede Orlando Keira'nın bacağına sarılıp ağlayacakmış gibi.

Ama Eric Bana çok güzel bir Hektor olmuş, ancak bu kadar güzel Hektor olunurdu. 006'dan Boromir'e, hem aklını hem de kaslarını kullanan Sean Bean de güzel bir Odiseus olmuştu.

Film benim gözümde berbatdı, özellikle her sabah denizin üzerinden güneş doğmasıyla. Hani tamam gerçek Truva'da çekmediniz filmi anladık, ama en azından haritayı açıp bakın Truva'nın neder olduğuna. Daha da beteri, güneş o kadar hoşlarına gitmiş ki gece çektikleri görüntülere bile güneşi monte ettiklerinden gölge görünmüyor. Bir de lamalar var ki, ben film boyu düşünüp durdum Türkiye'de ne zaman lama vardı diye. Filmin tek güzel yanı kullanılan atın Çanakkale'ye hediye edilmiş olması.

 
Toplam blog
: 24
: 1639
Kayıt tarihi
: 21.07.07
 
 

1965 İstanbul doğumluyum. 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi'nden Elektrik Mühendisliği, 1990 yılınd..