Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Haziran '17

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Büyük Adam Olun, Büyükada'ya Sahip Çıkın

Büyük Adam Olun, Büyükada'ya Sahip Çıkın
 

Büyük Adam Olun, Büyükada'ya Sahip Çıkın.. Herşey Bizim Elimizde...


Büyük Adam Olun, Büyükada’ya Sahip Çıkın

Büyükada (henüz orayı görmeyenler, bilmeyenler için söylüyorum) İstanbul açıklarında bulunan ve Prens Adaları olarak bilinen adaların en büyüğüdür ve hepsi birbirinden güzel olan bu adalar içinde bence en görkemlisidir.

Benim ailem Büyükadalı, ben de Büyükadalıyım. Adalı olmakla, Ada ruhunu taşımakla hep gurur duydum, hep övündüm. Adalı olmak bana kendimi hep farklı hissettirdi, sebebini açıklamak zor, sadece yoğun bir his bu. Belki de Ada’nın ruhunda kendimi bulduğum için, orayı kendime büyülü bir dünya olarak addettiğim için, çocukluğumun ve gençliğimin en güzel zamanlarını onunla yaşadığım içindir.Bu -için- leri devam ettirmeye kalksam sayfalar dolusu sebep sayabilirim. Anlayın işte, övünmem şımarıklığımdan değil, hep bu –için-ler için.

Eskiden Ada’ya ilk ayak bastığımda önce martıları selamlardım “martılar ben geldim” diye gökyüzüne haykırarak. Onlar da kadın çığlığını andıran sesleriyle benim selamıma karşılık verirlerdi sanki. Aslına bakarsanız, hala aynı selamı veririm Ada’ya her gidişimde ama çok ilginçtir ki, tek bir martı bile geçmemişti üzerimden en son ziyaretimde. Belki  onlar da küskün birilerine haklı sebeplerle.

Parke taşlarla kaplı uzun bir yokuş vardı dedemlerin evine bizi götüren. Ne çok severdim o parke taşları.  Büyükada’nın anlamı o taşların üzerinde duran ayak izlerinde gizliydi sanki. O parke taşlar konuşurdu, başkalarını bilmem ama ben onları duyuyordum. İnsan istiyorlardı, ses istiyorlardı, kıymet istiyorlardı, sevilmek istiyorlardı. Taş deyip geçmeyin onların bile bence bir ruhu vardı. Sonra yine bir bayram günü gidişimde gördüm ki, üzerine asfalt dökmüşler o canım parke taşların. Hiç anlayamamıştım sebebini, çünkü Ada’da fayton ve bisikletten başka bir ulaşım aracı yoktu. Araba niyetine de belediyenin 1-2 aracı ve ambulans işte. O asfalt döküldüğünden beri de duyamaz oldum o parke taşların sesini. Ses vermediler sesime.  Onlar da susmuşlar, susturulmuşlar, boğulmuşlar kapkara bir ziftin içinde…

Önce parke taşlara üzüldüm, sonra o parke taşlarda daha kolay yol alabilen ve fayton çeken atlara. Ayaklarının altındaki nallarla nasıl gideceklerdi o asfalt yolda? Kaymaz mıydı ayakları? Çocuktum, düşünüyordum.  Peki onlar? O asfaltı dökenler? O asfaltın dökülmesine izin verenler?Düşünmediler mi hiç o canları? Ben bile yokuşu daha zor çıkar oldum o asfalt üzerinde, o zavallıcıklar koskoca faytonla nasıl çıkacaklardı o koca upuzun yokuşları?

Fayton demişken, şu yaşıma kadar kaç kere faytona bindiğimi sorsanız iki elimin parmaklarını geçmez. Ailem için de öyle. ”Çok şükür Allah bize iki ayak vermiş, güç kuvvet vermiş, yollar aşılmak içindir, yürür gideriz, bu canları yormaktansa” derdik. Yoksa cebimizdeki parayı korumak değildi maksadımız. Hatta rahmetli dedemin de faytonu vardı, beyazdı rengi hiç unutmam. Tekerlekleri hala gözümün önünde. Ne tarihi bir dokuydu o tekerlekler. Şimdi görsem, o anlara dönsem sevincimden sarılır öperim, o denli yani. Şimdi kim bilir mazinin hangi gölgesindeler… Üstü kapalı da bir körüğü vardı faytonun süslü püslü..Canım dedem, tüm yakışıklılığıyla sürerdi faytonunu..O faytonu çeken atlar ise onun evladıydı. Çok yormazdı onları, kıyamazdı. “Ekmek parası için” deyip, canların canından can koparmazdı. Kazanacağı paradan çok, ekmek teknesinin kıymetini bilenlerdendi. Bir müşteri daha, bir müşteri daha diye diye akşama kadar o canları aç susuz koymazdı. Cüzdan değil vicdan adamıydı benim dedem. Gerçi o dönemlerde birçok faytoncu öyleydi. Birkaç tane atı yedekte tutarlardı, biri tam yorulmaya yakınken diğeri faytona koşulurdu.  Böylece ne atlara işkence olur, ne de cüzdan boş kalırdı. Faytoncu atını sever, korur, onu ekmeğini kazanırken yanında dimdik duran yoldaş sayardı. Şimdilerde ise öyle mi? -İyileri tenzih ederek söylüyorum- O atları takatleri kesilene kadar deli gibi koşturan, aç susuz bırakan, kırbacı tüm gücüyle vuran faytoncular aldı artık onların yerini. Hayvanın canı acımış, yorulmuş, açmış, susuzmuş, yaralıymış demeyen faytoncular. Vicdan yoksunluğuyla cüzdanını daha fazla doldurma hevesi arasında sıkışmış, biraz daha para kazanmak uğruna canları hiçe sayan faytoncular. Kaç defa faytonların devrildiğine şahit oldum. Ama itiraf etmeliyim, ne o faytoncunun şaşkın haline, ne de o faytona sırf zevk-ü sefa olsun diye binen yolcunun acıklı haline üzüldüm. Sırtındaki o koca yükle canhıraş o yokuşu almaya çalışan hayvanın çaresizliğiydi yüreğimi parça parça eden. Evet, sadece o. Belki de sabahtan beri yolcu taşıyordu, belki açtı, susuzdu. Veyahut kaç kırbaç yedi tahmin etmek zor hiç beklemediği bir anda, o güneşin altında daha hızlı koşsun diye? Acelesi vardı faytoncunun ya, başka müşterilere yetişmekti gayesi, biraz daha para kazanmak, biraz daha para kazanmak, kazanmak, kazanmak… Ey insan!İşte o hırs bitirecek seni ve senin gibileri ama arada olan yine masum canlara oluyor. İşte en çok da bu korkutuyor beni.

Mavisine, yeşiline, taşına, toprağına, bulutuna, denizine, havasına, duygusuna, dokusuna hayran olduğum Büyükadam. Hatırlıyorum da hala dün gibi, dedemin evinin balkonundan Sedef Adası görünürdü, oturur izlerdim saatlerce. O durgun denize dalar giderdim, ara sıra da bir iç çekerdim, sanki bir daha o nefesi hiç alamayacakmışım gibi. Bisikletle tura çıkardık sık sık. Pedal çevirmekten öte, Ada rüzgarını yüzümüzde hissetmekti amacımız. Faytonların peşine bisikletle takılır giderdik. Atlar selam verirdi sanki bize. Ada’ya gezmeye gelenler gülümserdi bize hiç tanımadıkları halde.  Saygı vardı  Ada’nın tavrına, duruşuna, varlığına. Tek bir çöp göremezdik mesela yerlerde. Konserler olurdu meydanda, hınca hınç bir kalabalık, hele bir de sevilen bir sanatçının konseriyse. Konser bitiminde herkes aynı coşkuyla evine dağılır, kimisi vapurla karşıya geçer, kimisi de meydanda dostça şarkılar söylemeye devam ederdi.  Öyle zamanlarda bile kirli görmek mümkün değildi adayı. Şimdilerde ise tam aksine her şey. Her tarafa atılan çöp yığınlarını gazetelerde, televizyonlarda gördükçe, duydukça içim acıyor. Oysa bunlara sebep olanlar ne Adaya ne doğaya hiç mi hiç acımıyor.

Daha iki gün önce bayramdı, tatil kısa süreli de olunca birçok insan en yakın yer olarak Ada’yı görüp gezmeye gelmişti. Elbette hakları, gezsinler görsünler. Buna kimsenin bir şey dediği yok ki. Ancak bir yere gidiyorsa insan, yarın öbür gün oraya bir kez daha geleceğini varsayarak veya kendi gitmeyecekse de, başka insanların da bu güzellikten sevgiyle payına düşeni alması gerektiğini düşünerek hareket etmeli! Tüm bunları geçtim, orada yaşayan bir halk var, onların yaşamını kirletmeyecek;  kurulu olan bir düzene, nefes alıp verdikleri ortama saygı duyacak şekilde davranmalı! Bir fotoğraf gördüm, insandan başka bir varlık yoktu içinde. Çiçek aradım, çiçekler ezilmişti. Yeşillik aradım, toprak aradım, enikonu temiz bir beton üstü bile aradım. Bulamadım. Çünkü her yer bira şişesi, pet şişe, poşet vb. çöp yığınlarıyla doluydu. Denize bile atılmış poşetler, çöpler  göze çarparken insanlığımdan bir kez daha utandım. Bir fotoğraf gördüm, insandan başka bir varlık yoktu içinde.  Varlık yokluktu belki de. Suçlu yine insandı. Ve bayramdı. Bayram gibi bir bayram mıydı? Şu tabloya bakılırsa bayram görünümlü bir talandı.

Faytona binmek için bekleyen insan kalabalığını görünce hele,  yine o yakıcı güneş altında saatlerce faytona koşulacak atlar geldi aklıma. İçim bir kez daha acıdı. Martıları da anlıyorum şimdi. Nefes aldırmayacak kalabalıktan onlara gökyüzünde bile rahat kalmamıştı. İçim yine acıdı. İçim ne çok acıdı...

Büyükada’dayı hala çook seviyorum ama bu haliyle değil! Anılarımda büyüttüğüm, yaşattığım, hissettiğim haliyle seviyorum.

Gerekli birimler dilerim artık bu gidişata bir son verirler. Belki parke taşlı yollarımızı geri getiremezler ama acımasızca yapılan faytonculuğu kaldırabilirler veya 80 li 90 lı yıllardaki vicdanlı ve ahlaklı faytonculuk anlayışında olanları bu anlayışta olmayanlardan ayırt ederek faytonculuğu en doğru şekilde yaşatabilirler. Adaya giriş çıkışlarda iyi bir denetim yapıp, çevreyi kirletenlere, doğayı zarar verenlere anında ve caydırıcı cezalarla bir şekilde dur derler.

Ve tüm bu dileklerin yanında, en önemli görev insana düşüyor elbette. Nasıl mı? Değerlerine sahip çıkarak, giderek yok olan doğayı koruyarak, yere bir çöp dahi atmayarak, yerde gördüğü bir çöpü çöp kutusuna atacak kadar da duyarlı olarak, ayağı kolu tutuyorsa ,  sağlığı yerindeyse fayton gücüne dayanmadan yol alarak, faytona biniyorsa da bindiği faytonu çeken atlara şöyle bir göz atıp nasıl bakıldıklarına dair akıl yürütmesi yaparak, varsa olumsuz bir şey yetkili mercilere konuyu aktararak, ve daha neler neler. Kısaca sağduyulu bir insan topluluğu olarak küçük ama aslında çok büyük adımlar atarak her şeyi daha da güzelleştirmek elimizde…

O nedenle;

BÜYÜK ADAM Olun, BÜYÜKADA’ya ve tüm adalara sahip çıkın!

 
Toplam blog
: 6
: 782
Kayıt tarihi
: 20.06.17
 
 

Kocaeli doğumluyum. Küçüklüğümden beri yüreğime düşen yazı yazma aşkıyla duygularımı kaleme döküy..