Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Kasım '14

 
Kategori
Sinema
 

Çocukluk: Richard Linklater'dan 12 yıla yayılmış bir sinema deneyimi

(Not: Filmi izlememiş olanlar sadece 1., 2. ve son paragrafı okurlarsa fazla spoiler almamış olurlar.)

Mason, 5 yaşında bir erkek çocuğudur. Öğretmeni derse konsantre olamadığından şikayetçidir. Annesi Patricia sorumluluk sahibi olamayan aylak babasından yeni ayrılmıştır ve ablası Samantha ile de birlikte üçü bir düzen kurmaya çalışmaktadırlar. Patricia, yarım kalan yüksek lisans eğitimine devam etmeye karar verir ve bunu gerçekleştirmek için üniversiteye yakın bir yere taşınırlar. Üniversitedeki hocalarından biriyle evlenir ve başlarda her şey yolundadır. Akademik hayat yolunda gider, üvey baba Bill’in de iki çocuğu vardır ve iyi anlaşan geniş bir aile olurlar. Ama bu durum herkes Bill’in istediği gibi davranması koşuluyla devam edecektir. Sorunlar Bill’in alkolikliğini tetikler ve evlilik yürümez. Yeniden bir boşanma ve taşınma beklemektedir Mason ve ailesini. Patricia tekrardan umutla bir aile düzeni kurmayı denerken, çocuklar ve baba kendi yollarını hayatın akışıyla da olsa bulacaklardır.

Richard Linklater’ın yönetmenliğini üstlendiği film, Mason’ın 5 yaşından 18 yaşına kadar olan gelişimini bir çocuğun (büyüdükçe değişen) perspektifiyle anlatıyor. Filmin konusuna baktığımızda tipik bir drama filmi olarak görülebir, ama Richard Linklater bütün bu süreci 12 sene boyunca aynı oyuncularla çekmiş ve ortaya eşsiz bir film çıkarmış. Alışılagelmişin dışında bir çekim süreci ile bu normal hikayeyi tüm doğallığı ile, basit ama etkili bir şekilde sunmayı başarmış. Before Sunset, Before Sunrise ve Before Midnight üçlemesinden tanıdığımız Linklater’e, üçlemede beraber çalıştığı Ethan Hawke’ın (baba) yanı sıra Ellar Coltrane (Mason), Patricia Arquette (anne) ve Linklater’ın kızı Lorelei Linklater (abla) eşlik ediyor. Before Sunrise ile Berlin’de Gümüş Ayı kazanan;Before Sunset ve Before Midnight filmleri ile de En iyi Uyarlama Senaryo dalında Oscar adayı olan Richard Linklater, Çocukluk filmi ile de festivallerde birçok ödül kazandı. Filmekiminde de katıldığı diğer festivallerde olduğu gibi çekim süreci ile heyecanla beklenen bir filmdi ve çoğu izleyiciyi de tatmin ettiğini sanıyorum.

            Çocukluk’un konu itibariyle tipik bir hikayeye sahip olması hem yaşadığımız zaman hem de insan doğası adına incelemeye değer. Mason’ın yaşadığı sorunlar, günümüzde orta sınıf burjuva ailesinde (tabii ki özellikle Amerikan toplumunda) büyüyen bir çocuğun yaşadıklarını yansıtıyor. Bu yüzden geçmişe dönüp kendimize, yaşadığımız topluma ve kendi çocuklarımızı nasıl yetiştireceğimize dair dönüp düşünmemizi sağlıyor. Bu tarz bir sorgulama yapmasında yönetmenin minimalist ve doğal anlatımımının ve gerçek oyuncularla 12 senelik bir çekim yapmasının etkisi büyük. Mason’ın büyürken sorduğu  basit ve pek de felsefi olmayan sorular o yaştaki çocuğun pespektifiyle baktığımızda daha fazla anlam kazanıyor: Annem babamı hala seviyor mu ve tekrar biraraya gelecekler mi? Okulumu ve arkadaşlarımı bırakıp bilmediğim bir yere nasıl taşınacağım? Anneme ve bana iyi davranan bu adam niye anneme bu kadar yakın davranıyor? Elfler gerçek dünyada yok mu? Bana babalık taslayan bu manyak üvey babamla ne yapacağım? Annemin yine yakın davrandığı bir adam; yeni bir baba mı? Kızlarla ilişki, ot ve alkolle ilk deneyim, uzaktaki babayla ve onun yeni aile ile ilişki kurmaya çalışma... İnternet ve facebook yüzünden hepimiz birer robot haline gelmedik mi? Facebook profilini kapamak bir tepki mi yoksa aptal bir ukalalık mı? Üniversite hayatı abartılan bir deneyim mi? Eğer öğretim görevilisi olan annemin de benim kadar kafası karışıksa bütün bunlar ne işe yarıyor? Bu soruların bazıları hiç sorulmuyor bile ve biz Mason’ın bir bakışından, Linklater’ın minimalist yönetmenliği sayesinde anlayabiliyoruz. Bütün bu soruları zaman içinde ilerleyen sahnelerle ayrı ayrı veren yönetmen, 12 yıllık çekim sürecine rağmen süreklilik ve bütünlük sağlamayı; bir belgeselde bulabileceğimizden öte bir gerçeklik ve samimiyet duygusu vermeyi başarmış.

Filmin zenginliği sadece bir kişiyi değil, tüm ailenin üyelerinin gelişimlerini ve diğer yandan tüm yan karakterlerin kendi açılarından yaşadıklarını çok yönlü olarak verebilmesinden kaynaklanıyor. Patricia, bir anne olarak hayatı sürdürmenin zorluklarını yaşıyor. Para kazanmayan serseri kocasından boşansa da, yalnız yaşamak kolay değil. Evlendiği diğer adamlar da çocuğu olan bir anne ile yaşamayı beceremiyorlar. Onlar için de kolay değil, bunu anlayabiliyoruz. Kendilerini baba yerine koymayan sorunlu çocuklar var ve babalar egoları yüzünden bunu kabul edemiyorlar. Sorun hiçbir zaman sadece alkolik veya yüksek beklentili bir üvey baba değil. Bazı ilişkileri kurmak kolay olmuyor. Belki herhangi bir ilişkiyi kurmak kolay değil, çünkü filmdeki hiçbir ilişki mükemmel olarak yürümüyor, bize hangi tarz ailenin daha iyi olduğu konusunda bir yol gösterilmiyor. (Belki de sadece yeterince çaba göstermiyorlar.) Ama tamamen bir karamsarlık da söz konusu değil. Film bir umudu barındırıyor: İşler bir şekilde yoluna giriyor, belki de hayatı akışına bırakmak ve anı yaşamak, geleceği fazla dert etmemek lazım. Çünkü ne yapsak da bir şekilde gelecek geleceği şekilde geliyor. Linklater’ın vermek istediği de farklı yaşlardaki şimdiki zaman deneyimlerimizi o anların içinde, o anki benliklerimizin perspektifinden verebilmek. Bir yandan da geniş bir zaman periyodunu bize sunarak karakterlere üstten bir bakış atabilmemizi; onlar geçmişte birşey düşünürken sonra ne olduğunu görmemizi sağlayan özel konuma geçmemizi sağlamak. Ve sonrasında geçmişimize bir bakış atabilir ve nasıl bir değişim geçirdiğimizi değerlendirebiliriz. Belki de bu, şimdiki zamanı ve geleceğimizin ne getireceğini değerlendirmemizde yardımcı olabilir.

Hikayedeki umutlu öğenin küçük bir amerikan rüyasını hala barındırdığını söylemek gerek. Filmde karakterler yollarını çok büyük çabalar da sarfetmeden iyi kötü buluyorlar ve olaylar fazla büyümeden çözülüyor. Annesi sorunlu kocalarından zarar görmeden ayrılabiliyor. Mason çok mutlu bir kişi haline gelmese de istediği mesleği burslu olarak okuyabiliyor. Ablası üniversiteye gidebiliyor, babası yeni bir aile kurup çocuk sahibi olarak, bir yandan da diğer çocukları ile arasını iyi tutarak hayatını devam ettirebiliyor. Yani birşekilde hepsi yolunu bulup sisteme bir şekilde entegre olabiliyorlar. Çok mutlu değiller ama mutsuz da değiller. Sadece boşanmış anne için hayat tam olarak umutlu bir noktaya gelmiyor. Başarılı bir öğretim görevlisi olup çocuklarını da okutabilmesine rağmen kendini mutlu hissetmiyor ve kendini yalnız hissediyor. Hayatını nasıl devam ettireceğini ve bundan sonra ne istediğini bilemiyor. Toplum muhtemelen bunlarla tatmin olmasını öğütleyecektir ve daha fazlasını sunmuyor. İşinde ve çocuklarında başarılı bir kadın daha ne isteyebilir ki? Ama Patricia özel hayatındaki yalnızlığına çare bulamıyor. Çocuklu ve boşanmış kadın, ilişkilerinde tutunamıyor. Üvey babalar böyle bir kadınla bir aile kurma yetisine ve gerekli çabayı göstermek için motivasyona sahip değiller. Ve bunu da anlayabiliyoruz. Çocukların biyolojik babaları, erkek olduğu için hayatına devam edebiliyor. Çocuklarını ara sıra görüp, onlara destek olmayıp sadece eğlenceli baba rolü ile çocukları tarafından sevilebiliyor. Kendisinden genç bir kadınla evlenip yeni bir çocuk doğuruyor ve yeni bir hayat kurup bir yandan eski hayatını devam ettirebiliyor. Anne ise tüm yükü çekiyor, sevilse de sıkça çocukların çocuksu suçlamalarına maruz kalıyor ve en sonunda da görece yalnız bir şekilde hayatına devam etmesi gerekiyor.

Karakterlerin gelişiminden bahsetsek de, ne kadar gelişip değiştiğimiz tabii ki filmin tartışmaya açtığı bir konu. Çocuklar bir şekilde büyüyorlar, ama gerçekten değişiyorlar mı? Mason’ın dersle ilgilenmeyen 5 yaşındaki hali ile üniversitede istediği bölümü okuduğu ama yine de okula gitmeyi çok anlamlı bulmadığı 18 yaşındaki hali arasındaki fark ne kadar büyük? Defalarca evlenmeyi deneyip başarısız olan Patricia’nın hayatı bir döngüden çıkamamış gibi değil mi? Ya da en sonunda değiştiğini ve Patricia’nın kendisinden senelerce evvel beklediği hale geldiğini iddia eden baba (Ethan Hawke), oğluna arabasını hediye edeceği sözünü unutup arabayı sattığında ya da Patricia’ya yardım etmek için para vermek isteyip cüzdanında para bulamadığında aslında ne kadar değişmiştir? Ama diğer yandan da Patricia artık kendisiyle ilgilenen birine bu sefer yaklaşmaz, Mason üniversiteye başlayıp yeni arkadaşlıklar kurmaktadır ve baba da kendi ailesini kurmuştur. Döngüler değişerek tekrarlanmaktadır, onun için umutsuz olmaya da gerek yoktur.

Filmin en önemli unsuru tabii ki çekimlerinin 12 yıl boyunca aynı oyuncular ile gerçekleşmesi ve sırf bu yüzden bile izlenmeyi hak ediyor. Yapım ekibini de düşündüğümüzde, bu, aşkın ve heyecanlı bir süreç olmalı. Yönetmenin bu tekniği amacına uygun, hikayeyi zenginleştirici ve anlatımı güçlendirici şekilde kullanması ise bu yöntemin bir çığır açıp açmayacağı konusunda beni meraklandırdı. Bir karakterin 12 senelik sürecini aynı oyuncu üzerinden izlemek izleyiciyi o karaktere daha fazla yakınlaştırıyor ve onların gerçekliğine kendisini inandırıyor. Belki de postmodern sanata o kadar aşina olmamıza rağmen hala sanat eserlerini gerçeğin bir temsili olarak algılıyoruz, filme bir gerçek olarak inanmayı seviyoruz ve klasik anlamda bir gerçekliğin üzerimizdeki etkisi daha fazla oluyor. Çünkü Çocukluk filminin yaşattığı deneyimi farklı yapan aslında hiç de garip olmaması, tam tersine film sanatının kullandığı manipülasyon yöntemlerine minimal düzeyde başvurması. Minimal kamera ve ışık kullanımının yanısıra oyuncuların da değişmemiş olmasıyla oyuncuların gelişimini fiziksel olarak doğrudan takip edebiliyoruz. Film, gerçekliği tüm gerçekliği ile yaşayabilmemizi sağlamasıyla farklılık yaratıyor. Film çekimi için doğal olmayan, izleyici için daha doğal bir deneyimin yolunu açıyor. Karakterlerin 12 yıllık hayatlarını 2 saatlik bir sürede izleyebilmemizin sonucunda da hem karakterlere hem de kendimize yönelik bir meta-perspektif kazanıyoruz. Bu etki sadece bu filme mi özel ve zamana yayılmış oyunculuk ileride farklı tarz filmlerde de uygulanabilir mi bilemiyorum, ama Linklater’ın film çekiminde bir farklılık yaratacağı aşikar.

 

 

 

 
Toplam blog
: 3
: 1376
Kayıt tarihi
: 01.07.06
 
 

Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü Doktora öğrencisiyim.   ..