Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Kasım '06

 
Kategori
İnsan Kaynakları
 

Dominant

Dominant
 

Beş yıl önce, o dönemin televizyon ve gazetelerine bol reklam veren bir şirkete iş başvurusunda bulunmuştum. Arandım; görüşmeye çağırdılar. Sevinçliyim, beş altı gün sonra görüşmemiz var.

Büyük gün geliyor, süslenip püslenip arabaya atlıyorum. Gideceğim yer Maslak'ta, ben Kadıköy yakasındayım. Sabah 09.30 görüşmesi benim. Bir aydır her gün açan güneş o sabah kaybolmuş, gökyüzü delinmiş gibi yağmur yağıyor. Trafik adım adım... Direksiyona yapışmış, atıl bir vaziyette dururken "galiba ters gidecek" diye düşünüp, "yağmur berekettir" diye teselli ediyorum kendimi. Gerilip, sinirlendikçe ter basıyor ama yapacak bir şey yok; geç kaldığım kesin artık. Bir buçuk saattir yoldayım ve bu gidişle Maslak'a ulaşmam için en az bir yarım saat daha lazım. Ancak saat 10.00'a yaklaşırken varabiliyorum binanın önüne ve değnekçilerle gırtlak gırtlağa gelmek üzereyken arabayı park ediyorum. Bir elimde şemsiyemle koşarak içeri giriyorum. Giriş kocaman, çok heybetli. Kapının karşı tarafındaki devasa danışma masasına doğru hızlı adımlarla yürüyorum.

- Günaydın.

- Günaydın. Buyrun, kime gelmiştiniz?

- İnsan kaynaklarıyla.......... demeye çalışırken önüme iki yaprak, dört sayfalık bir form uzatıyor mermer masanın ardındaki eller.

- Formu doldurun lütfen. Sonra dördüncü kata çıkın.

Doldurup, doldurmamak arasında tereddüt yaşıyorum. Onca zahmetli bir yolculuğa katlandıktan sonra doldurmaya karar verip, sorulara bakıyorum. "Son bitirdiğim okul, daha önce çalıştığım yerler, bana referans verebilecek kişiler, vs." türünden klasik soruların arasında bir tanesi ilgimi çekiyor: "Geçmişte üstlendiğiniz sorumluluklar..." Parantez içinde bana anlamsız gelen üç beş ipucundan biri daha önce takım kaptanlığı yapıp yapmadığımla ilgili. "Yaptım" diye açıklama yazıyorum.

Takım elbisemi bütünleyen ıslak bir şemsiyeyle asansöre biniyorum. Dördüncü kattaki büyük bir bekleme salonunda soluklanıyorum. Arada koridordan geçen asık yüzlü insanları izliyorum. Geç kaldığım için gerginim. Kendimi toparlamaya çalışırken adımın gevelendiği cılız bir ses duyuyorum.

Girdiğim odada biri erkek diğeri kadın iki kişi var. Büyük bir masanın kapı tarafına yakın olan kısmında yan yana oturuyorlar. Karşılarına denk gelen cam tarafı benim. Yerime geçmeye çalışırken beni süzdüklerini farkediyorum ama yataktan kalktığım andan beri yaşadığım stres yüzünden hareketlerimi kontrol edecek durumda değilim. Elimdeki şemsiyeyi koyacak uygun bir yer aramakla meşgulüm.

- Trafiğe takıldınız sanırım. Sizden sonra görüşeceğimiz kişiyi sizin yerinize aldık. Randevunuzu kaydırmak zorunda kaldık.

Anlayışlı oldukları için teşekkür ediyorum ve geciktiğim için yeniden özür diliyorum. Biçimsiz bir yere dayadığım şemsiyenin düşmemesini diliyorum içimden. Görüşme başlıyor. Bir ellerinde faksla gönderdiğim özgeçmişim duruyor, ikisinin arasında da az önce doldurup kaptanlık yaptığımı beyan eden formum... Konuşmaları erkek olan yapıyor;

- Türkiye'de on altı yerde yerleşik durumdayız. İstanbul, İzmir, Mersin, Samsun, Trabzon, Batman... (hepsini sayıyor). Sizin için İstanbul dışında çalımanın mahsuru yoktur herhalde?

Şaşırıyorum. İlan böyle değildi. Belki de şemsiyesini nereye koyacağını bilemeyen birinin kendi şirketlerinde çalışmasını uygun bulmadılar ve daha baştan elendim.

- Hayır. İlanınız sadece İstanbul içindi. Başka bir şehirde çalışmayı düşünmüyorum.

- Fakat biz şirket olarak genç ve ileriye dönük faydalı olacağına inandığımız arkadaşlarımızı farklı lokasyonlarda eğitip, son olarak İstanbul'a getiriyoruz.

- İlanınız yeteri kadar açıktı ancak bu stratejiniz yazılmamıştı. Üç buçuk yıl yurt dışında çalıştım ve artık İstanbul dışında bir yerde çalışmayı düşünmüyorum.

Benim için görüşme, karşımdaki adamın on altı yerleşim yerini ezberden saymaya başladığı anda bitiyor zaten; beklediğim hakemin son düdüğü.

- Fenerbahçe Spor Kulubü'ne üye olduğunuzu yazmışsınız. Fenerbahçeli misiniz?

O yaşıma değin hiç böyle ilginç bir soruyla karşılaşmadığım için ne cevap vereceğimi bilemiyorum. Gözlerimi karşımdaki adamdan masaya kaydırıp gülümsemekle yetiniyorum. Beni görüşme için aradıkları andan itibaren hissettiklerim jet hızıyla aklımdan geçiyor. Sorulan sorulara, beklenen doğruluktaki yanıtları vermek ve seçilen kişi olmak için içimde yaşattığım provaları hatırlıyorum. Beni değerlendirecek olan kişileri aslında benim de değerlendirmem gerektiğini bu cin soruyla birlikte farkediyorum. Arkamdaki cama vuran yağmurun sesini duyuyorum o anda. Gözlerimi masadan kaldırıp karşımdaki kişileri incelemeye başlıyorum.

Kadından başlıyorum önce. Makyajı yerinde. Yataktan kalkan sarkık yüz ifadesini ve bir önceki günün fönlü saçından arda kalan kabarıklığı ayna karşısında gördüğü andaki mutsuzluğu canlanıyor gözümün önünde. İş yeri adabına uygun beyaz bir gömlek giymiş. Sandalyede dimdik oturuyor. Falanca okulun filanca dalını iyi notla bitirmiş olmalı. Yetiştiği evde anne dominant ama karşımdaki kadın, babasında görmek istediği role soyunmuş. Hep hayalini kurduğu güçlü ve otoriter baba... Kendini, rolüne o derece kaptırmış ki incelendiğinin farkında bile değil. Ellerine bakıyorum; masanın üzerinde birbirine bağlanmış. Elleri de tıpkı vücudu gibi kaskatı.

Adama kayıyor analiz. Rahatına düşkün olduğu için evi mekan seçenlerden biri. İçe dönük ama zenginlik yok. Basitliği seviyor. Verilecek üç kelimeyle en mahrem sırrını paylaşacak bir gevşekliği var. Fazla ilgimi çekmiyor.

- Fanatik misiniz Alpay bey?

- Fanatizmden ne anladığınıza bağlı.

Anlamış gibi gülüyor. Anlamadığını hissediyorum, muhtemelen kritik bir soruya kaçamak cevap verdiğimi düşünüyor. Kendimi anlatmaya karşı gösterdiğim direnç, soru cevapların arasındaki sessizliğin süresini uzatıyor.

- Peki, dikkatli biri misiniz?

- Göreceli bir kavram bu.

- Örneğin bekleme salonundaki duvarların rengini sorsak size?

Tamam sorun. Sıra bende.

- Bekleme salonu elli metrekare civarında bir alan. Dört kolon var. Kolonlar mavi renkte ama baskın olan duvarların sarı rengiyle, odanın ihtiyacından fazla sayıdaki kırmızı koltuklar. Kişisel bir tercih ama pek beğendiğimi söyleyemeyeceğim. Bu fanatizmle ilgili sorunuza da cevap olabilir.

Adam gülerek, "ben de Fenerbahçeli'yim" diyor ama kadın görüşmenin sürüklendiği atmosferden son derece rahatsız olarak bana bakıyor. Gözlerinin irileştiğini görüyorum. Görüşme kurallarını tersine çevirip, ellerinin hareketini izliyorum. Savunmada olması gerekenin, hücuma geçmesi otoriter baba rolünü sarsıyor. Kimsenin kimseyi sınayamayacağını haykırmak istiyorum ama sessizce durmaya devam ediyorum. Aklım şemsiyeye ve dönüş yoluna kayıyor. Cama vuran sese bakılırsa yağmur şiddetinden ödün vermemiş. Camdaki yağmurla şemsiye arasında gidip gelirken, en sevdikleri ve fakat en sevmediğim soru çıkıyor karşıma:

- Alpay bey, talep ettiğiniz ücret kısmını boş bırakmışsınız.

- Şirketinizin uyguladığı bir ücret sistemi vardır zaten.

- Elbette var ama siz yine de yazsanız?

Uçuk kaçık bir rakam yazmak geçiyor içimden; formu önüme alıyorum. Masanın diğer tarafında oturan iki kişinin gerginliği beni hayrete düşürüyor. Onlar için uygun olmadığımı dakikalar önce anladıkları belliyken, formuma yazacağım ücreti görmek için boyunlarını uzatmaya çalışmaları çok anlamsız geliyor... Onlar için hayattaki üç beş geçerli veriden biri yazılacak az sonra. Yazdığım rakama göre hakkımdaki raporları tamamlanmış olacak. Bu kadar basit... Kimin, ne için orada oturduğunun fazla önemi yok. Önemli olan okul takımında kaptanlık yaptığını söyleyen birini, ilanlarında yazmadığı halde üç otuza yurdun bir yerlerine gönderebilmek.

Yazmaktan vazgeçip, duruyorum. Başımı kaldırdığımda baba rolündeki dominant annenin yüzüyle karşılaşıyorum. Durmuş olmamdan son derece rahatsız olarak gözlerini kağıttan kaldırmadan, başıyla "haydi" işareti yapıyor. Kalemi bırakıp, cilalı masada formu önüne doğru kaydırıyorum.

- Teşekkür ederim, istemiyorum.

Bu blog Milliyet.com.tr sitesinden 0 kez görüntülenmiştir

 
Toplam blog
: 33
: 2040
Kayıt tarihi
: 07.07.06
 
 

Evli. Baba. Ailesine düşkün. Mühendis. Fenerbahçeli. Suya yazar.   ..