Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '11

 
Kategori
Dünya
 

Duasız Huzur!

Duasız Huzur!
 

Srebrenitsa Katliamı, başta BM Örgütü olmak üzere tüm insanlığın utancıdır


1989’da yıkılan “komünizm denilen hayaller”in duvarı, yıllarca sömürdüğü bazı ulusların serbest kalıp 1993’ten başlayarak insanlığa karşı saldırgan davranmalarında adeta bir suç ortaklığı yaptı. Ve bu arada Sırplar da insanlıktan çıkıp coğrafi sınırlarını masum Bosnalıların kanıyla genişletmeye, faşistçe çizmeye kalktı. Srebrenitsa Kenti, Sırp Kasabı Mladiç’in kişilikten yoksun Hollandalı BM Komutanı Albay Karremans’ı ikna (!) etmesiyle düşmüştü.

Boşnaklar yaşadıkları, ait oldukları köy ve kasabaları iki yıl önce Sırplardan kaçmak için boşaltmışlardı. 1995 yazında da ne suyun, ne de bir dükkanın olmadığı Srebrenitsa’yı bu kez yine ölmemek için terkediyorlardı. 25.000 Bosnalı çaresiz bir hayvan sürüsüne dönüştürülmüş, ormanlara, tarlalara, yollara, bayırlara, çayırlara, Tuzla gibi başka kentlere ya da kamplara doğru perişan bir biçimde uzaklaşıyordu.

Yazık ki bu iç burkan çabaların çoğu sonuçsuz kalacaktı. Ve binlerce masum insan, Sırplar’ın bölgeye göre uygun gördüğü yerlerde grup grup vuruldu ya da kıtır kıtır doğrandı. 6000 Boşnak ise gruplar halinde Hollandalı BM askerlerinin koruduğu (!) Potoçari Kasabası’ndaki Kampı’na sığındılar, kilometrelerce yol aldıktan sonra. İçerideki sığınmacılarla birlikte nüfus, sekiz bin üç yüz kişi olmuştu.

MUHAMMED NUHANOVİÇ
Yüzündeki kasları oynatamadığından, suratında bir maske taşıdığını bile düşünebilirdi insan. Binlerce Müslüman soydaşının birkaç günde yaşayacağı trajedi, Hasan’ı şimdiden kendi içinde kaybetmişti. Sol elindeki listeye bakarken diğeriyle de dikenli tellerin dışında bekleyen Sırplar’ı kovarcasına bir hareket yaptı. Ve resmi sarı kağıttaki, onlarca insanın en altında farklı bir isim oluştu: Adı: Muhammed. Soyadı: Nuhanoviç. Görevi : Temizlikçi.

Ardından kamp komutanının çadırına girerken yüreği o kadar gürültücüydü ki, kapıdaki bekçi köpeği, az daha kapıyordu paçasını. Islak zeminde kayıp düşerken elindeki listeyi patırtıya koşan Hollandalı subay havada uçarken yakalamıştı. Kamp Komutanı Yardımcısı Binbaşı, biraz sonra, çadırındaki gaz lambalı masasında, Bosnalı çevirmeninin hazırladığı “Kalacaklar” ın adlarını inceliyordu. Hasan Nuhanoviç ise bayılacakmış gibi adamın zayıf ışıkta titreyen el gölgesini izlemeye başladı. Oysa el sabitti ama gölgesi tıpkı kendi yüreği gibi ürkek! Hollandalının işaret parmağındaki kirli tırnak, kısa sürede onlarca kuzey Avrupalı’nın arasında Muhammed’i bulup kağıda yarım ay gibi bir işaret bırakıverdi.-“Bu kim?”

HASAN KENDİSİNİ SORGULUYOR
–“Temizlikçi efendim!” –“Kampa geçen hafta bir tane aldık ama o değil. Bak! Al işte şu!” Ve koca bir yaşamın üzerine, ucuz tükenmez kalemiyle kalbi gibi eğri sekiz harflik bir çizgi çekti.

Bu, öz kardeşinin ölümü anlamına geliyordu. Ve Hasan; Muhammed’in ismini aralara bir yere yazmadığı için ileride kendisini hiç affetmeyecekti. Nedir? Dünyadaki ortam, sırlara uygun değildir. Hasan da duygusal davranıp o ismin öz kardeşi olduğunu bu Viking kırmasına söyleseydi, kendisi de listeden çıkartılır, Sırp Kasabı Mladiç’in kanlı ellerine bırakılırdı. Hoş, bunu birkaç gün önce “kamp”a sığınmacı olarak giren tüm ailesine “Ben de sizin ile geleceğim, sizlerle öleceğim.” demişti. Ancak aldığı yanıt, kendisinin tanık olarak dünyada kalıp, binlerce kişinin katledilme olasılığı gerçekleşirse olanları milyarlarca insana anlatma görevini üstlenecek olması yönündeydi. Annesi, babası ve kardeşleri böyle istemişti: “Sen hayatta kal evlat!” Yazık ki; yaşamda masallara benzeyen düşünceler, bu tür ortamların gerçekleri karşısında cılız öykülere dönüşür.

Hollandalı binbaşı, elindeki izmariti toprak zemine fırlatıp postalıyla ezerken, sanki Hasan’ın tüm ailesini de oraya gömüverdi. Onlar ne yazık ki, delikanlının içindeki suskun bedenler sayılırdı artık.

1944’TEN SONRA İKİNCİ UTANÇ: SREBRENİTSA KATLİAMI
Daha sonra tüm insanlığın dökeceği göz yaşları, “İkinci Dünya Savaşı’nın kurbanları” gibi, binlerce Bosnalı’dan da hiç birisinin geri dönmesini sağlamayacaktı.

Nedir? “Eski İranlı şair Nef’i” : -“Önce beni öldürür, sonra yasımı tutarsınız!” der! Genç Bosnalı çevirmen Hasan Nuhanoviç, akli dengesini yitirecek olmuştu artık. Ne acıdır ki, 50 yıl önce Almanların Yahudilere yaşattığı cehennemde olduğu gibi burada da insanlığın ve tanrıların ‘kronik acz’i ortaya çıkınca; Bosnalı Müslümanların yazgısı da belirlendi. Hem de milenyuma 5 kala!

“Mladiç” etiketli tek hücreli yaratık, ağır silahlarla donanmış ‘ordu’ diye yutturulan katiller topluluğuyla dört yüz Hollandalı askerin beklediği sığınmacı kampının çevresini sarmıştı. Srebrenitsa'da 10 Temmuz’u 1995’i, 11 Temmuz’a bağlayan o kara gece yaşanmaktaydı! Kazıklı Voyvoda’nın soyundan gelen bu canavar, BM adına sığınmacı kampını yöneten ve koruyan (!) pısırık Hollandalı subaya şantaj çekerek, daha öncekilerle birlikte sekiz bine yakın Boşnak Müslüman’ı kesmek için istiyordu. Birliğe ait askerleri bir listede belirttikten sonra geri kalan tüm Bosnalıları kamp dışına göndermesiydi, katilin isteği.

ULAŞILMASIN DİYE DERİN KAZDILAR
“Hayır” denildiğinde ise, askerler dahil herkesi top ateşiyle öldüreceği blöfünü yaptı. Aşağılık BM Komutanı, kendisine teslim edilen yaklaşık sekiz bin canı feryatlar, haykırışlar içinde eli kanlı Sırplar’ın kucağına teslim etmişti bile.

Hasan’ın tüm ailesinin sona yolculuğu da başlamıştı yazık ki! Cellatların bağırışları, kurbanların haykırışları, ormanlık arazide hiçbir canın yüreğinin taşıyamayacağı yankılar yapıyordu. Çamlar erkeklere, köknarlar kadınlara, ladinler çocuklara, çınarlar ise yaşlılara ağlarken; diğer tüm ağaçlar da kanla kızarmış, gövdelerine balta yemişçesine çaresizdiler. Ay bile, gümüş ışıklarını kararttı ve alacalı bulutların arasına gizlenerek, ortaya çıkmadı utancından.

İnsan, bir trenin en arka vagonundan, hızla kapanıp yok olan raylara baktığında geçmişinin karanlıklarını görür gibi olur. Aynı yolu makinist kabininden izlerse rayların iki yana açıldığını farkeder, gelecek için daha fazla umudu olduğuna inanır. Ancak Sırplar, Boşnaklar’a "umut etme" olanağını bile tanımadan 1944'ten sonrası insanlığın ikinci büyük katliamını yaptılar. Bu soykırım girişiminin izleri de öyle şeytanca yok edilmeye çalışılmıştı ki, ulaşılmasın diye kalabalık toplu mezarları inanılmaz derin kazdılar.

ÖLÜM SADECE BİR BAŞLANGIÇ MIDIR, YOKSA SON MU?
Nedir? Daha sonra parçalanmış ölülerini arayan Bosnalı akrabalarına bir kelebek, bir de çiçek yardım etti. Mavi kanatlı zarif hayvan, yine özene bezene yaratılmış Artemis çiçeğini ısrarla ve filolar halinde arayıp bularak konunca geride kalanlar da ölülerinin izine ulaştılar. Yalnızca mezarların üzerinde açan o bitki “Ölüm Çiçeği” adını aldı. Gözünden hala kanlı yaşlar akan Bosna’da doğanın o trajik kompozisyonu “Mavi Kelebekler ve Ölüm Çiçekleri” olarak anılır bugün.

Bir de söylenti uçuşur orada burada; ya da ben bunu rüyamda görmüş olabilirim. Ancak bir yerde okumadığıma da çok eminim. Şöyle ki; o zamanlar dağ bayır, dere tepe tüm Bosnalılar ölülerini ararlarken katliamdan kurtulan bazı orta yaşlı erkekler koltuk altlarında taşıdıkları hasır seccadelerde namazlarını kılarlarmış. Aradan uzun yıllar geçti, o insanlar artık dede yaşlarındalar. Ve bugün bazılarının bahçelerinde “Ölüm Çiçekleri” boy atıyor. Hem de toprağın altına ölü hiçbir beden gömülmeden açmışlar. İlginçtir; mezarlar aranırken o çiçeklerin polenleri seccadelerin arasına girmiş ve evlere taşınmışlar. Ve sonra camlardan silkelenirken de yine kimsenin haberi olmadan toprağa düşüp döllenmişler. Mavi kelebekler eksik olur mu; onlar da hala yapraklarına konup duruyorlar.

Simgesel mezarlarda kemik tozları birbirine karışmış da olsa, tam olarak nerede yattıkları bilinmeden edilen dualar kendilerine doğrudan ulaşmasa bile o bahtsız insancıklar yine de huzur içindeler, sanırım. Duasız bir huzur!

BİLGİ / Öyküsel kurgu bölümleri: Levent ÜSKÜDARLI 

 
Toplam blog
: 86
: 39
Kayıt tarihi
: 09.12.08
 
 

1951 / İstanbul. Öğretmen bir ailenin tek çocuğu. Sade bir düzen içinde soluk alıp veren o "eski ..