Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Haziran '18

     
    Kategori
    Kitap
     

    Her Şeyden Önce İnsandık

    Her Şeyden Önce İnsandık
     

    Neydi bizi yıllardır diğer canlılardan ayıran ve kendimizi onlardan üstün görmemizi sağlayan? “İnsanlık” diye adlandırıp altında topladığımız bütün değerler neydi? Eğer bu soruyla yıllar yıllar önce karşılaşmış olsam belki verilecek bir cevabım olurdu fakat sanırım artık ne ben ne de başka biri bu soruyu yanıtlayamaz. “Biz insanız.” cümlesi sanki yıllara yenik düşen mahalle aralarında gözümüzün aramaya başladığı eskici amca, her evde başköşede yeri olan çevirmeli telefonlar veya günler geçtikçe sokaklarda azalan çocuk sesleri gibi yerini “Biz insandık.” cümlesine devretti. Çünkü öyle bir zamandayız ki unuttuk insan olduğumuzu.

    Hissetmek için duygularımızın, düşünmek için aklımızın ve fikirlerimizi eyleme dökmek için emrimizde hazır bekleyen onca sinir hücresinin varlığından bihaberiz. Sanki bize özgü bütün özellikleri bir şişeye toplamışız ve şişe içinde başkalarına ulaşması için yazılan bir mektup gibi bırakıvermişiz denizlere, okyanuslara... Fakat keşke bir gram merhamet ayırsaymışız kendimize. Bir gram da akıl tabii... Eee düşünmek şart!

    Ben de uzun zaman önce o şişeye koyduğum parçalarımdan kısa süre önce birer gramını geri aldım. Bu kavuşma sonrasında sorguladığım ilk şey ise kendimizi ne zaman bu kadar üstün görmeye başladığımız oldu.

    Ne zaman unuttuk farklı renklerle yaşamanın güzelliğini? Başkalarının her soluğunu eleştirmeyi nereden öğrendik? Peki insan olmayı neden bıraktık? Ne zaman tecavüze uğrayan bir kıza “Kendi kaşınmış o eteği giymeseymiş.” diyecek hale geldik biz? İnsanlar ölüyor, “Ah, vah.” Yangınlar oluyor, “Tüh, bak!” Haberlerde izlediğimiz vahşetler ya da acılar bizi etkilemiyor artık. Ne etkileniyoruz ne harekete geçiyoruz. Karşılaştığımız olaylar karşısında işimize gelene “Eyvallah.” bize ters olana “Yallah.” Hiç oturup da düşünüyor muyuz neden diye? Hiç kafamızı yoruyor muyuz ne yapmalıyım diye?

    Yitirdik bütün duygularımızı, düşüncelerimizi ve bunların sonucunda insanlığımızı. İnsan dediğin üzülür, şaşırır, merhamet eder, düşünür ve duygularının karşılığında harekete geçer. Fakat dönün bir bakın halimize. Dövmesi olanlara serseri, saçı kirpi olanlara apaçi, kendini kesenlere psikopat... Ne güzel değil mi her kesime, her olaya söylenecek bir lafımız var. Fakat bu lafları hiç durup düşündük mü? Hiç efor sarfettik mi acı içerisinde olan insanlara yardım etmek için? “Dövmesi var, kesin belalıdır.” Hayır efendim asıl senden daha insandır! “Saçı kirpi gibi kesin serseridir.” Emin ol içi senden güzeldir! Peki kendini kesene ne denir? Kaçarsınız haliyle ondan, korkarsınız. Fakat hiç çaba sarf etmezsiniz ona yardım eli olmak için. Hiç aklınıza gelmez sorunlarının onu bu yola ittiği, bir köşede meleğini beklediği. Aklımız da her şey siyah beyaz bizim için. Kötü kötüdür, iyi iyidir. Gri diye bir renk yok hayatlarımızda. Haliyle olaylara karşı adım atacak aklımız da yok.

    Peki şimdi soracaksınız nereden geldin bu konuya diye. İçimde olan bir yaranın kitaba dönüştürülmesi sebep oldu diyelim. Zülfü Livaneli’nin Huzursuzluk adlı romanından sonra okyanus olup döküldü bu cümleler içimden. Roman Mardin’de geçiyor. Hüseyin adlı bir gencin Yezidi inancına sahip olan Meleknaz adlı bir kadınla evlenmesinin ardından Meleknaz’a halk tarafından yapılan zulmü ve bağnazlığı konu alıyor. Hüseyin ölünce ise arkadaşı İbrahim, Meleknaz’ın varlığını ve yaşadıklarını öğrenip onu aramaya başlar. İbrahim ise sadece dininden dolayı bunca hadiseye maruz kalmış o kadını ararken duyduğu her olay onu yeniden ve yeniden insanlığımızı sorgulamaya itiyor.

    Ne gariptir değil mi? Sadece dininden dolayı bir insanın kitabını yazmak? Aslında, bakarsanız dünyada Müslümanlara karşı genel bir terörist algısı var. Ne zaman bu konunu bahsi geçse küplere biniyoruz. Hemen başlıyor ‘Olur mu öyle şeyler.’ Fakat gelin görün ki biz de aynı şeyi yapıyoruz. Buda heykeline tapan insanların kutsal simgeleriyle alay etmeler mi dersiniz Türk bayrağını göklere çıkarırken diğer ülkelerlerin milli simgelerini yerin beş arşın altına gömmeler mi? Havada uçuşuyor resmen. Biz unutmuşuz insan olmayı. Başkalarına saygımız yok ki bize olsun. Olayların iç yüzünü düşünmeden hemen damga, hemen düşmanlık. Keza bu merhamet noksanlığımız, duygu ve düşünce adına olan noksanlığımıza günlük olaylarda da sıkça rastlıyoruz. Kız biriyle geziyorsa namussuz, erkek biriyle takılıyorsa delikanlı. Herkes kabul etmiş ya artık böyle sürüp gidiyor bu damga. Hele kız hata etmeye dursun, hiç bekleme hemen vur ki namusunuz temizlensin. Zülfü Livaneli de kitabında çok güzel anlatmış bu olayı: “Adet böyle oğlum adet böyle. Hele namus meselesi olunca kimsenin aklına silahtan başka bir şey gelmiyor.” (Livaneli 46)

    Zülfü Livaneli’nin de kitabında dediği gibi “Biz insandık.” Üzülür, şaşırır, düşünür ve değerlendirirdik. İnsanları inançlarına, dış görünüşlerine göre değerlendirmez onları damgalamazdık. Yaşanılan acı olayları “Ah, vah!” diyerek hissiz bir şekilde geçiştirmez hep bir eylem halinde olurduk. Bir insanı dini için yargılamaz onlarca farklı insanla din, dil, ırk demeden birlikte yaşardık. Benliğimizi şişeye koyup dalgalara teslim ederken bir gram merhametimizi ve aklımızı da kendimize ayırırdık. Namus diye erkekleri yüceltirken, kadınları bir kalemde harcamazdık. Fakat maalesef... Yitirdik bunca duygumuzu ve yanında düşünme gücümüzü. Her şeyden önce insandık biz. Keşke insan kalabilseydik.

     

     
    Toplam blog
    : 1
    : 122
    Kayıt tarihi
    : 03.06.18
     
     

     Çoğunlukla yürüyorum. Bazen durup dinliyorum. İşte o an hissediyorum.  ..