- Kategori
- Gündelik Yaşam
Kriz anında kaygılarımız
Dünya üzerindeki herkesin kaygı seviyesini şu an ölçmeye kalksak nasıl bir durumla karşılaşırdık sizce? Muhtemelen çok yüksek olurdu . Öyle kaygılıyız ki artık. Evden çıkmasak, güvende olduğumuz bir yerde olsak da farklı konulardan kaygılıyız. Geçici süre de olsa yakınlarımızla fiziksel temas kurmayıp onları koruduğumuzu düşünsek de kaygılıyız. Bu virüsün aşısı bulunsa da kaygının şiddeti geçecek ama ‘kaygılı olma ‘hali kolay kolay geçmeyecektir. Çünkü uzun süreli maruz kalınan bir travma yaşanıyor dünya genelinde.
İnsanın yeryüzünde kendine anlam katan ‘özgürlüğü’ kendi dışındaki bir uyarana bağlı olduğu için ve bunun için elinden bir şey gelemediği için (eğer savaş yıllarını görmeyen biriyseniz) muhtemelen hayatımızda daha önce hiç karşılaşmadığımız bir şey yaşıyoruz. Sadece filmlerde izlenen ve izlerken bile aklımızın almadığı hatta dünya üzerindeki bu kadar insanın aynı şeyi yaşayabilme ‘ihtimalini’ bile mantık süzgecinden geçiremezken olayların tam da göbeğinde bu gerçeklikle meşgul olmak insana nasıl bir ruh hali bırakabilir onu şimdiden kestirebilmek zor.
Her ne kadar biz insanoğlu ‘Savaş ya da kaç’ gibi hayatta kalma enstrümanlarımızla dünyaya gelmişken bunlardan da mahrumken ‘Dur ve sindir ‘ mesajına uyum sağlamaya çalışıyoruz. Çünkü bizim ‘belli bir süre için’ hafif derecedeki kaygılı ve endişeli olmamız bizi hayatta tutar. Örneğin; üzerinize gelen son hız bir arabayı gördüğünüzde düşünmeden karşıya fırlamanız ya da ani yüksek sese maruz kaldığınızda aniden eğilip kendimizi korumamız da düşünmeden gerçekleştirdiğimiz eylemlerdir.. Bunlar reflekstir . Ama kaygı hali kronik hal alırsa burada zihin sürekli eski haline dönme isteği duyacak fakat vücudumuzdan beklediği yanıtı alamayacaktır.Burada bir dengeye ihtiyacı olacaktır. İnsanoğlunun her acı duruma verdiği tepki gibi buna ihtiyacı vardır. Zihin –ruh –beden üçlüsü herhangi bir sarsıntı almamak için kendini korumak adına sırasıyla önce alınan haberi İNKAR EDER . Bunu birçoğumuz deneyimleriz zihin : Bu durum kabul edilemeyecek kadar imkansız hayır böyle bir şeyin gerçekleşmesi söz konusu dahi OLAMAZ der. Bu nokta zaten; bedensel tüm hastalıkların ortaya çıktığı vücudun savunma sisteminin verdiği alarmdır. Hani kötü rüya gördüğümüzde dudak kenarında uçuk çıkar ya bu stresin içerden patlamasıdır. Zihin o rüyadaki kötü gerçeklikten kaçmak için tepki verir. İkinci aşama; ÖFKE DALGASI yla gelir. Bu bazen inkarla bir arada da ortaya çıkabilir. Kişi bundan sorumlu birini, tanıdığı yakınını ,bir nesneyi,bir canlıyı arar suç onda demek için. Bu her ne olursa olsun ona öfke duyar. Saldırganlaşır içe kendisine doğru ya da dışarı bir tepkide bulunur. Bunun bazen kontrollü olarak duygu deşarjı açısından sağlıklı olduğu söylenir. Ama dışarıda yapılan aktiviteler,doğaya çıkmak,farklı uygulamalar vs şu anki ev ortamlarımızda çok da akla yatkın gelmediği için öfkeyi boşaltmaya farklı yöntemlerle yaklaşıyoruz bir şekilde. Üçüncü aşama ise öyle hemen gelemeyen, insanın sahiden içinden çıkacak hiçbir yolun bulunmadığı durumlarda gerçekleşen bir durumdur. En zoru ama en etkilisidir.
KABULLENMEK.. Her ne kadar yaşanan durumlardan insanoğlunu hırpalayıp zorlasa da başka bir çıkış yolunun olmadığında ‘birey tarafından ‘alınacak sağlıklı karardır.(Evet bunu kişi bireysel de almalıdır her ne kadar dış etkenlerden dolayı zorunlu olsak da bu benliğimizi iyi hissettirir)Burada ‘Dur ve Sindir’ der insan kendine. Zor olan ama asıl çözümün bu olduğu aşamadır. Burada zihin,ruh ve beden uyumsuzluktan kurtulur ve bedene yapılan baskı azalır. Dolayısıyla bu bilgilerle genel olarak şu anki fiziksel durumumuza bakarsak bu üçlüyü de sağlıklı tutarsak savunma mekanizmamızı daha sağlıklı ayakta tutabilir bu zamanların daha az stresle atlatılmasını sağlayabiliriz.
Hepimizin sağlıklı kalması dileğiyle.