Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

30 Ağustos '19

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Merhaba Gökyüzü...

Gecesi de gündüzü kadar mavi ve güzel olan bir şehir İstanbul. Caddebostan’da bindiğim taksici Osman amcanın dediğine göre 40 milyon insan var bu şehirde. 1965 yılında gelmiş bu mavi şehre. “Halen acemisiyim bu şehrin evladım.” diyor adresi söylediğimde. Ama Osman amca en iyi navigasyon programını cebinden çıkartır türden ustası sokakların. Taksiden indiğimde saat 23.34’ü gösteriyor. İki dakikalık yürüme mesafesinde konakladığım ev. Misafirim bu şehirde, ufak adımlarla ilerliyorum eve doğru. Kapıyı açtığımda hafiften bir sıcaklık karşılıyor beni. Direk döküyorum kıyafetleri sıcak karonun üstüne ve suya teslim oluyorum.

Duştan çıktığımda ufak bir esinti yokluyor ıslak tenimi. Kapıda karşılayan sıcaklık pencereden giren esintiye mahkum olmuşa benziyor. Mutfaktan filtre kahvemi alıp odaya doğru ilerliyorum. Benim geleneğimdir özellikle uçak yolculuklarında yanıma mutlaka bir kitap alırım. Bu seyahatimde de Ahmet Ümit’in Kırlangıç Çığlığı kitabına eşlik etme şansına nail olmuştum. Kahvenin yanına güzel gider düşüncesi ile açıyorum sayfalarını.

 Komiser Nevzat gerçekten güzel adam. Adını koyamadığım bir duygu var aramızda. Bazen kullandığını düşünüyorum beni. Maaş vermiyor ama her operasyona beraber katılıyoruz, Evgenia Hanım’ın yanına beraber gidiyoruz, Ali bile ben kadar gezmiyor adamın yanında. Bile derken kızgınlıkla söylemiyorum yanlış anlaşılmasın. Ali de iyi çocuk ayrıca kriminolog Zeynep’i de seviyor. Birbirlerine bakışlarını yakalıyorum bazen, ne de güzel bakıyor Ali. Gökyüzünün maviliklerinde kayboluyor zannediyorsun.

Üst üste koyulmuş iki adet soda paletinde uyudum. Niye soda dedim diye düşündüm sonrasında kola da olabilirdi veya su ama soda demek geldi içimden. Ben yatağından ayrı kalınca beli sızlayan tiplerdenimdir. Ancak renkli kumaşların içine saklanmış kuş tüyleri uzun bir zaman sonra belime bir kıyak yaparak enfes bir uyku çekmemi sağladı. Gün içinde zamanımın neredeyse yarısından fazlasını ayırdığım telefonu şarja taktıktan sonra sokak lambasının aydınlattığı odada uykuya teslim oldum. Ah Evgenia…

Sabah uyandığımda Adalar planımı bir gün önceki yorgunluğuma satıverdim. Uyku tatlı geldi, saat 12.00 sularında mavi ayakkabımın bağcıklarını bağlayıp Kadıköy rıhtıma doğru hafiften yol aldım. Kanarya Apartmanı’nın mermer basamaklarında mahallenin kedisi karşıladı beni. Dilinden anlayamadığım bakışı çözmeye, aramızda samimi bir hava kurmaya çalışsam da nafile, biz seninle anlaşamayız dercesine döndü arkasını. Aldığım adres neticesinde iki defa sağ yaptıktan sonra sert bir yokuş inmem ve Kadıköy yazan dolmuşlardan herhangi birine binmem yeterliydi güzel bir kahvaltı için. Önemliydi kahvaltı, Nevzat ile anlaşamadığımız konulardan biriydi bu mesela. Önemliydi kardeşim işte.

Durağa vardığımda indiğim kadar sert olmasa da çıkmam gereken bir yokuş vardı. Üniversite yıllarında yürüdüğüm günler geliyor aklıma. Biraz da benzetiyorum kampüse bağlanan yola, orası da böyle tatlı bir yokuştu diye geçiriyorum içimden. Derken kısa sürüyor bu şehirler arası seyahat. En sevdiğim şehirler arası yolculuk. O çok sevdiğim canım İstanbul’un boğaz manzarasını alıyorum soluma ve ver elini yokuş...

Küff isimli bir mekan, yokuşu çıkınca 200 metre sonra sağda. Mekanın ne peyniri ne de duvarı küflü. Kitaplarla güzelleşmiş tatlı bir mekanda güzel bir kahvaltı yapıyorum. Çaylar diziliyor ardı ardına, bir süre sonra kahve içer misiniz diye soruyor çalışan hanımefendi. O şansı boğaz manzarasında kullanmak istiyorum diyorum. Tatlı bir gülümseme bırakıyor masaya haklısın dercesine. Toparlanıyorum ufaktan, hesabı ödeyip kapıya yönelirken yine aynı sıcak gülümseme ile uğurluyor beni, sarışın ve küt saçlı kadın. Tekrar aynı sokaktayım, merhaba İstanbul, merhaba Gökyüzü...
 

 
Toplam blog
: 4
: 72
Kayıt tarihi
: 30.08.19
 
 

Stj. Serbest Muhasebeci Mali Müşavir ..